Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler
“Şiirsiz toplum eksiktir.
Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]
İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…
Orhan Veli Kanık’ın, “Anlatamıyorum/ Ağlasam sesimi duyar mısınız,/ Mısralarımda;/ Dokunabilir misiniz/ Göz yaşlarıma, ellerinizle?”;[3] Nâzım Hikmet Ran’ın, “Ne güzel şey hatırlamak seni:/ Ölüm ve zafer haberleri içinden,/ Hapiste/ ve yaşım kırkı geçmiş iken,”[4] dizelerini anımsatan duyarlılıkla kaleme alınmış bir lahzada keyifle ve sarsılarak okuduk...
* * * * *
“Onun için…” (s.7) ithafıyla başlayan yapıt, bir yanıyla ilan-ı aşk sanki:
“Sevda rayihasi yayan/ Savruklu, kavruklu/ İki acı esintiyiz…” (s.16) diyor.
“Ilgıt ılgıt esersin/ Hücreme/ Ülkem kokulu tenin/ Doluşur birden/ Çepeçevre her yere…” (s.36) vurgusuyla pekiştirilen sevda yoğunluğunu “Ben ki sende bildim sevdayı/ Sende gördüm kavgayı/ Ve tutuşan yüreklerimiz gibi/ Sende tattım acıyı,” (s.103) beyanıyla pekiştiriyor.
Bu kadar da değil! “Sen ki/ İlk durağıydın hayatımın/ Her anıma damga vurandın/ Yıldızlı günlerime/ Işıl ışıl/ Ve pırıl pırıl damlayandın/ Nankörlük olur bunu unutmak/ İhanet olur/ Kalleşlik olur/ Unutmadım hiçbir zaman/ Seni/ Unutmayacağım/ Unutturmayacağım…” (s.100) ya da “Ne dil ile/ Ne gönül ile/ Anlatamam seni/ Bağışla beni…” (s.88) imkânsızlığıyla özdeşleşmiş tutkularla ütopyası iç içe geçiyor -çok ama pek çok şeyi tarif eden- “Sarı sen/ Kırmızı sen/ Yeşil sen…” (s.57) dizeleriyle…
Tam da burası Emil Cioran’ın, “Her şeye rağmen sevmeye devam ediyoruz ve bu ‘her şeye rağmen’ bir sonsuzluğu kapsıyor”; Halil Cibran’ın, “Aşk, mevsimlerin yardımı olmadan büyüyüp açan tek çiçektir”; William Shakespeare’ın, “İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar”; Metin Altıok’un, “İnsan, insana eklenmedikçe hiç bir anlam ifade etmez,”[5] saptamalarını anımsatır…
Aşk, sevda hayata anlam katar, yaşamı değerli kılar. Fuzuli, “Aşk imiş her ne varsa âlemde/ ilim bir kıyl ü kal imiş ancak,” diyerek aşkı tanımlamış; Eşrefoğlu, “Aşk odunu yanmayanın kalbi safi olmaz” teşhisini dillendirmiş; La Fontaine, “Sevgiyi insanları hayallere sürükleyen tutku” biçiminde tarif etmiş; Balzac da “Aşkın insanı alıp sürüklediği”ne dikkat çekmiştir.
Gerçekten de Seyrani’nin, “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş kıyamete kadar sökülmez” deyişi boşuna değildir.
Aşk, insanın iyiye, doğruya, güzele mahkûmiyetidir; etkili, itici güçtür. Bu bağlamda Bernard Shaw, “Aşk insana ağırbaşlılık, güzellik verir,” diye yazarken; Nurullah Ataç da, “Aşk bizi bencilliğimizden temizler” öngörüsünü dillendirir.
Kimilerine “abartılı” gelse de, “Aşk varsa, gerisi teferruattır; insan(lık)ın içi aşkla, nefesle, şiirle dolarsa, sevincin de içi içine sığmaz.
Kolay mı? Öncesiyle sonrasıyla hayatımızı derin biçimde etkisi altına alan durumdur aşk!
“Nasıl” mı?
“Her aşk insan ruhunu zenginleştirir. Yenildikçe küçülen ekmek parçası değildir aşk, harcandıkça artan bir güçtür. Daima daha derinliğine, daima daha sık ve daima daha fazla fedakârlıkla sevmek, işte büyük gönüllerin çetin yolu”dur.[6]
Çünkü “Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır.”[7]
Bunlar Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’sinde tüm netliğiyle şiirine yansımışken; bir çocuk içtenliğiyle itirazın dizeleri birbirini izler…
* * * * *
“Çocukça yaşamak”tan (s.31) vurgusuyla, “Farklıydık oysa/ Maviden içkindik mesela/ Sevdadan içre” (s.15) der ve ekler: “Çıplak ayaklı, asi bakışlı/ Esmer çocukların/ Kalbindeki sevginin/ Tezahürüyüm/ Ben!” (s.56) “Vatanımı sordular bana/ ‘Yitik Ülke’ dedim”! (s.49)
Devamla “Acıdan pay çaldım/ Zulmün Çernobil’indeyim” (s.17); “Sanıyorlar ki/ İlelebet sürdürecekler/ Bu dayak, bu falakayı/ Bu zulüm, bu ölümü…” (s.20); “Tarihin sayfalarında görüldüğü gibi/ Bu devir kapanacak/ Bu çağ atlanacak/ Ve saraydaki şatafat/ Çocuk kahkahalarıyla sallanacak…” (s.23) haykırışıyla özetler insanlık hâl(ler)ine karşı net duruşunu…
Hasan Şeker’in karşı çıkışı; Cemal Süreya’nın, “Şiir bir karşı çıkma sanatıdır,” saptamasını anımsatır.
Evet şiir, insanlık hâl(ler)i felaketine “Hayır” demekle mükelleftir.
Çünkü “İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”[8]
“İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın, aşırı gitmekten hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa. Pohpohu bastınız mı, en gülünç, en yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar.”[9]
“Modern insan, kendisinden kopmuştur.”[10]
“Gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır.”[11]
Özetle: “Dünya sallanıp sarsılıyor, biz bu kalın duvarlı evin içinde işgüzar ve epeyce de heyecanlı vızıldayıp duruyoruz.”[12]
Şiir bu hâle karşı çıkmalıdır.
Çünkü Sabahattin Ali’nin, “Fakat dünya insan olmayan insanlarla doludur”; Louis Aragon’un, “Sakın görünüşe aldanma, görünüşte herkes insandır”; Albert Einstein’ın, “İnsanlar arasında kendi gözüyle gören ve kendi yüreğiyle hissedenler çok azdır”; Özdemir Asaf’ın, “İnsanlar, insanların içinde insana hasret yaşarlar,” betimlemeleriyle malûl tablo insan(lık) dışıdır ve de Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle, “Bir insan için en zor şey, her gün insan kalabilmektir.”
* * * * *
“Neresi olursa olsun/ Bir yerde apaçık zulüm varsa/ Onu ifşa etmeli insan/ Ve kabul etmemeli bunu/ Bilakis, isyan bayrağı çekmeli!” (s.128) dizelerindeki üzere, sorgulayan duyarlılığı ile Hasan Şeker’in kitabı bir kez daha Ülkü Tamer’in, ‘Şiir İçin Cevaplar’ını doğrulamaktadır:
“Şiir ölümün gölgesidir,/ yaşamanın örtüsü./ Çocuğun savunmasıdır şiir.//
Şiir ateşin habercisidir,/ yangının kundakçısı./ Yanardağın üstündeki kuştur şiir.”
12 Nisan 2023, 20:16:41, İstanbul.
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:262, Mayıs 2023…
[1] Veysel Çolak, “Aslıhan Tüylüoğlu Veysel Çolak ile Eskimiyen İçin Görüştü”, 23 Haziran 2020… https://eskimiyen.com/siirsiz-toplum-eksik-siirsiz-insan-yalnizdir-aslihan-tuyluoglu-veysel-colak-ile-eskimiyen-icin-gorustu/
[2] Hasan Şeker, İki Acı Esinti, Ar Yay., Şubat 2023, 129 sahife.
[3] Orhan Veli Kanık, Garip, Şiir Hakkında Düşünceler ve Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler, Yapı Kredi Yay., 2014, s.58.
[4] Nâzım Hikmet Ran, Henüz Vakit Varken Gülüm, Yapı Kredi Yay., 2008, s.46.
[5] Metin Altıok, Şiirin İlk Atlası, Kırmızı Kedi Yay., 2006, s.126.
[6] “Ben benim, sen sensin; biz yalnızca aşkta tekiz.” (Aleksandra Kollontai, Marksizm ve Cinsel Devrim, çev: Aysem Göztok, Bilgi Yayınevi, 1974, s.81.)
[7] Erich Fromm, Sevme Sanatı, çev: Işıtan Gündüz, Say Yay., 1981.
[8] Fyodor Dostoyevski, Budala, çev: Ayhan Aktar, Güven Yay., 2008.
[9] Molière, Cimri, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, İş Bankası Yay., 2006.
[10] Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri-Nietzsche Heidegger Foucault Derrida, çev: Tuncay Birkan, Say Yay., 1998.
[11] Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, çev: Cevat Çapan, E Yay., 1984.
[12] Ingmar Bergman, Büyülü Fener, çev: Gökçin Taşkın, Afa Yay., 1990, s.42.
Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.
Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:
Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:
Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.
TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.
Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki
Comment form