Cumartesi Kasım 30, 2024

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

“Kardeşlerim, Rabb’imizin hikmetlerini nebiler vahiy yoluyla, diğer insanlar ise okuma ve yazma vasıtasıyla, yani eğitim öğretimle keşfederler. Eğitim öğretimin amacı işte bu çerçevede ideal insan yetiştirmektir. Bizim medeniyetimizde ise eğitim öğretimin ulvi gayesi, salih insan yetiştirmektir. Milletimizin inancına, değerlerine, tarihine, kültürüne uygun bir eğitim sistemi inşa etmeden hiçbir hedefe ulaşamayız. (…)”  (İletişim Başkanlığı-13.04.2019 tarihli konuşması.)

“Elde ettiğimiz başarılar önemlidir fakat buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum. Milletimizin evlatlarına iyi bir eğitim-öğretim vermek için yaptığı fedakarlığın büyüklüğü karşısında bulunduğumuz yer olmamız gereken yer değildir.” (https:// tr.euronews.com 2 04 2018)

İncelendiğinde görülecektir ki ismi bile manidar olan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, doğrudan Erdoğan’ın emri ve özel görevlendirmesiyle, özlemini duyduğu ve henüz gerçekleştirilememiş olmasından hicap duyduğunu defalarca kez ifade ettiği o “dindar ve kindar nesil yetiştirme” ‘ulvi’ amacına, artık ulaşmak gerektiği gayesiyle hazırlanmıştır.

Hazırlanmış olan bu “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, öngörülen ve tamamı daha katı/sıkı ve daha bir tek adam diktatörlüğünü pekiştirmeye dönük olan örneğin, temel işlevi her türden toplumsal hak arama, gösteri, yürüyüş ve miting gibi etkinlikleri, ‘iktidara karşı darbe/kalkışma’ yaftası altında yasaklayıp, olmadı, kanlı bir şekilde bastırmak olan şu “seferberlik ilan yetkisi”nin, her türlü hukuki denetim mekanizmalarının da dışına çıkarılarak, doğrudan Erdoğan’a verilmesi ve keza yine her türden düşünce ve ifade özgürlüğünü tamamen ortadan kaldıran ve bir nevi “cadı avı” ile toplumu tamamen susturmaya dönük şu “Etki Ajanlığı” yasası ve daha benzeri uygulamalarla birlikte düşünülecek olursa; gidişatın nereye olacağı ve nasıl vahim toplumsal geriye düşüş sonuçlarına yol açabileceğini öngörmek hiç de zor olmasa gerek.

İnşa edilmek istenen sistem belki klasik şekliyle katı bir şeriat modeli olmayacaktır; ama kesinlikle, özellikle de kültürel sahada, baskın olarak dini esasların dizayn ettiği, ‘modernize’ edilmiş bir şeriat rejimi olacaktır. Bu, Erdoğan’ın “kutsal davası” olup, ulaşmaya kilitlendiği ‘ulvi amacı’dır da.

Kendisinin de defaten dillendirdiği gibi; bu amaca ulaşmada “eğitim öğretim” diye ifade ettiği mevzu stratejik öneme sahip olup, hayatidir de. Erdoğan’ın bu ‘ulvi hedef’ ve ‘kutsal davası’nın yeni şiarı, bilindiği gibi: “Türkiye Yüzyılı”dır. O cenahın son dönemlerde ki kilit kavramıdır bu.

Yani asla sebepsiz değildir yeni eğitim-öğretim programının isminin “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olarak tercih ediliyor olması.

İçeriğine şöyle kabaca bir göz atıldığında, zaten esas olarak neyi amaçladıkları da bariz bir şekilde görülmektedir: Öncelikli olarak hedeflenen şey; eğitim-öğretim adına söz konusu olan her şeyin dini esaslar üzerinden tanımlanıp yorumlanmasıdır. Bu, eğitmen ve öğretmenlerin görev ve sorumluluğu olarak belirlenmiş. Ve haliyle bu, her türlü dini inanış ve hurafelere dayalı inanışı reddederek, bilim ve olgular esası üzerinden yürümesi gereken bilimsel eğitim modelinin tasfiye edilmesi önkoşulunu gerektiriyor ki yaptıkları da zaten budur.

Hazırlanmış olan ‘müfredat’ incelendiğinde, konulara ayrılan ders saatlerinin bile bunun gereğince düzenlendiği görülecektir. Örneğin biyoloji 88, tarih 76, hayat bilgisi 84, Türkçe 288, fizik 114, kimya 113, felsefe 67, insan hakları dersi 30 saat iken; din dersi 572 saattir. Ve yukarıda da vurgulandığı gibi, diğer tüm derslerin dini esaslar referansıyla anlatılıp, yorumlanması da şart ve zorunlu kılınıyor.

Burada ki çok önemli bir diğer hususu ise; toplumun neredeyse dörtte birini oluşturan Alevilerin inanışlarıyla asla bağdaşmayan, keza farklı mezhep ve dinlere mensup ve keza ateist ve deist kesimlere; ‘dini esaslar’ kisvesi altında İslam’ın Sünni mezhebinin öngördüğü esasları zorla dayatmak ve bu kesimlerin çocuklarının kafasını bunlarla şekillendirmektir ki bu, her şeyden önce de fikir ve inanç özgürlüğüne aykırıdır. Öte yandan bütün bunların devlet resmiyetiyle yapılacak olması da tüm bu alanlarda net bir şekilde nötr olması gereken ‘modern devlet’ biçimlerinden olan cumhuriyet rejiminin temel esaslarının başında gelen laisizm ilkesinin de fiilen iptal edilmesi sonucunu doğuracaktır.

Dini esasların devlet eli ve zoruyla toplum yaşamına dayatılması değilse şeriat, başka nedir ki?

Bu proje ile, (sorunlu ve yarım yamalak haliyle de olsa) toplumsal barış ve huzurun bir nebze de olsa sigortası olagelen laisizmin tümden ortadan kaldırılacak olmasına ve de bir toplumun geleceğinin ifadesi olan genç nesillerin beyinlerinin çalınacak olmasına sessiz kalmak, ya da edilgen bir tepki ile yetinmek; açıkça belirtmek gerekir ki bedeli son derece ağır tarihi bir suçu işlemek olur.

Bu tarihi suçu işlememek ve işlenmesine de izin vermemek için; bilimsel eğitimden, inanç ve fikir özgürlüğünden, laisizm ve seküler yaşamdan yana tüm siyasi parti, sendika ve diğer sivil toplu kuruluşları, Alevi toplumunun tüm kurum ve kuruluşları ve toplumun tüm demokratik kesimlerinin; “bilimsel eğitim hakkı ve laisizmin korunarak geliştirilmesi” ortak paydasında organize olarak güçlü bir barikat örmesi, ertelenemez/ertelenmemesi gereken tarihi bir görev ve sorumluluktur.

 

4361

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar