Cuma Eylül 20, 2024

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

Dar anlamda “dışımızdan biri”, ama geniş anlamda emekçi halktan biri olması sebebiyle de bizden biri olan ahbabım, bu son derece isabetli ve haklı sorusuyla, aslında acı bir gerçekliğimize parmak basıyordu: Devrimi örgütleyebilmek, yani devrimci siyasal mücadele yürütebilmek için nesnel koşullar böylesine muazzam denilebilecek derece elverişliyken; devrimci sol-sosyalist ve komünist kesimler neden bunu bir türlü “fırsata” çeviremiyor? 

Kendilerini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm yapı ve kesimlerin, ivedilikle ve de devrimci ciddiyetle bu sorunun yanıtını oluşturmalarının, ertelenemez tarihi sorumlulukları gereği olduğunu, bu vesileyle bir kez daha önemle yinelemiş olalım.

Kendi açımdan sorunun belli boyutlarını, (Temmuz’un son haftası içinde, üç bölüm olarak, artarda bloğumda okurla buluşacak olan) “Bugün Açısından Devrimci Siyasal Mücadelenin Toplumsal Dinamikleri Nelerdir?” başlıklı makalemde ele alıp, bazı yanıtlarını oluşturmuştuysam da ancak çok bileşenli böylesi bir sorunu, tüm yönleriyle tek bir kısa makalede işlemek, öyle pek de mümkün olmadığından, tekrar tekrar ele alıp işleme ihtiyacı oluşuyor.

Ziya Ulusoy’un Özgür Yeni Politika gazetesinin 22 Haziran tarihli sayısında yer alan “İşçi Hareketi Nasıl Güçlenebilir?” ve keza Ergin Yıldızoğlu’nun Sendika Org. tarafından paylaşılan aynı tarihli, “Uygarlık Projesinden, Faşist Üretme Çiftliğine.” başlıklı yazıları, bu soruna bir kez daha dikkat çekme gereği oluşturdu.

Ziya Ulusoy sorunu özetle: “Komünist ve devrimci hareket, işçi sınıfı içinde çalışmayı temel alır, işçi sınıfı hareketini faşizmle, kapitalizmle mücadelede devrimcileştirme bilinci ve pratiğiyle hareket eder, kadrolarına deneyim kazandırırsa, bu görevini başarabilir. Kendisini ve işçi hareketini güçlendirebilir.” ve “Yeniden işçi sınıfı hareketiyle komünist ve devrimci öncünün birliğini kuşanmanın zamanı” şeklinde ele alıp sorgulamış.

Teorik olarak bu söylenenlerde elbette ki ciddi herhangi bir yanlışlık yok. Ancak bu kadarını söylemek, sosyal pratiğimizin de gösterdiği gibi; maalesef ki derde de deva olmuyor/olamıyor. Çünkü bu neviden söylemler, istisnasız, kendisini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm “öncü” ve “önder” yapıların adeta “besmelesi” gibi, tekrarlana geliyor olmasına rağmen, bu mevcut olumsuz tablo yaşanıyor. Dolayısıyla da burada sorunun neden ve niçinlerinin daha farklı boyutlarda aranması gerekliliği ortaya çıkar. Özellikle de tüm o sıralanan şeylerin her birisi için; “AMA NASIL? HANGİ ‘SİHİRLİ’ SÖYLEMLERLE? HANGİ YOL, YÖNTEM VE MÜCADELE ARAÇLARIYLA BUNLARIN YAPILABİLMESİ, BİR TEMENNİ OLMAKTAN ÇIKARILIP, GERÇEĞE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR? Vb. sorularının yanıtlarının oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde dolap beygirinin mekanik kısır döngüsünü kırıp aşmak, pek de mümkün olamayacak gibi. Muhtemelen Ziya Hoca belki de zaten bunu yapmayı tasarlıyordur da bilemiyorum.

Ergin Yıldızoğlu da ilgili makalesinde, sanki de biraz da Ziya Hocaya göndermede bulunurcasına, şunların altını çizmiş:

“… Geçmişte sol partileri, protesto hareketlerini, kadrolarıyla kitlesel enerjileriyle besleyen gençlerin bu kez, hemen tüm Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere giderek daha çok yöneldiği görülüyor. (The Independent, Guarddin, Brussel Signal, Unheard)” şeklindeki bu tespiti paylaştıktan sonra, bu yönelimin nedenlerinden birinin de şu olduğuna işaret ediyor: “Sosyalist hareketin daha çok geçmişi çağıran (nostaljik-melankolik) söylem ve duyarlılıkları bir çıkış yolu, gençlere gelecek umudu sunmakta yetersiz kalıyor.” Dedikten sonra, bir kıyaslama yaparak: “Bunlara karşın faşist hareket özellikle (…) ‘ulusal onur- gelenek, dayanışma’, ‘ırksal saflık’, seçkinlere düşmanlık gibi fantastik de olsa, kolay anlaşılabilir cevaplar ve seçenekler öneriyor.”

Burada anlatılmak istenenin ne olduğu son derece açık ve de anlaşılır olduğundan; sonucu özetle şöyle bağlamak mümkün: Kuşkusuz ki sorunun bir nedeni de söylemini, mücadele yol ve araçlarını, örgütsel mekanizmalarını ve kadrolarının zihinsel dünyalarını anın gerçekliğine uyduramamış olma tutumuyla, kendisini, hani denir ya “zamanın ruhuna” uygun olarak yeniden ve daha ileri bir düzeyde üretememiş olmasıdır. Ve aslında bunun kendisi de başlı başına bir başka SORUNDUR!  

 

1527

Kavgamızın Dursun 'u, Yüreğimizin yoldaşına...(Hülya Onur)

Yürek yüreğe değmiş,

Kavgada yoldaş olmuşsak,

Ne çıkar toprak bağrına bassa da,

Filiz olur büyürsün ancak...

Gülüş olursun anılarda,

Yoldaş olursun kavgalarda,

Örnek olursun yarınlarda...

Demem o ki sen de unutulmazlarımızdansın artık be Dursun...

İyi ki, yüreklerimize, kavgada omuzumuza yoldaşça, dostça, sırdaşça, arkadaşça dokunup da geçtin...

Kötü bir bahar şakası yaptın bize .

Cemrelerin ikincisinde, sulara düştüğü günde, berrak bir 65 yılın 45 mücadele yılını bırakarak ardında...alıp başını gittin.

Bu bahar umut biriktirmek için fazlasıyla nedenimiz var! – Orhan Ünal

 “Her fırtına küçük bir damla ile başlar…” DAİŞ çetelerine karşı son öldürücü darbeyi indirdiklerinde enternasyonalist devrimci ve aynı zamanda halk ordusunun bir savaşçısı olan Tekoşer Pilîng yoldaş zaferin adı olarak ölümsüzleşti. Ondan geriye, devrim iddiasının sembolü olan bu mütevazi sözler kaldı.

Ülkemizin yakın tarihi incelendiğinde bu sözlerin, ülkemiz devrimi açısından ne kadar da anlamlı olduğu görülecektir. Gecenin sabaha, karanlığın aydınlığa döndüğü zaman dilimindeyiz. Şafak atarken ufukta beliren alaca kızıllık belirmeye başlamıştır.

Δημήτρης Κουφοντίνας: “Dayanışma, Mücadelede Bizleri Birleştiren Yaşamsal Koşuldur!”

İki ayı geçkin bir süre açlık grevi yapan ve grevini 14 Mart’ta ülkedeki dayanışma eylemlerinin talebinin üzerine çıkması nedeniyle sonlandıran Dimitris Koufontinas, Yunan basınının dışında dünya basınında da yer edindi. Ayrıca geldiğimiz aşamada Yunanistan iç siyaseti üzerinde hükümetin bütün baskı ve sansürüne rağmen güçlü bir etken olarak yer alan açlık grevi eylemi; Yeni Demokrasi hükümetinin bütün terörize etme çabalarını boşa çıkarmanın yanında sokakta güçlü bir dayanışma ağı da kurdu.

17 Kasım ve Koufontinas…

Bizim Mazlum (Keko) (Nubar Ozanyan)

21 Mart’ın bir sabah serinliğinde karagözlü Mazlum Doğan’ın (Keko) devrimci eylemi zindandaki tüm tutsaklarda deprem sarsıntısı yarattı. Onurlu bir devrimci feda pratiğini başkasından istemez. Mazlum üç kibrit çöpüyle isyan ateşini tutuşturdu. Faşizmin kalbine saplanan hançer oldu.

Özgürlüğümüz İçin İsyan ve Direnişi Newroz’la Büyütelim!

Newroz, baharın gelişi, aradan geçen yüzlerce yıllık zamanda, kültürel ve toplumsal olarak Kürdistan’ın tarihine bir direniş bayramı olarak geçmiştir. Kürt halkının üzerinde önce feodal despotluğun sonrasında ise uluslaşma ile birlikte ezen ulusun baskı ve zulüm icraatları hiç eksik olmamıştır.

Bu nedenledir ki Demirci Kawa efsanesinden bu yana, Kürt halkının isyancı Kawa’ları da hiç eksik olmamıştır.

Tarihsel Deneyimin Işığında Birleşik Mücadele

Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin (BPKD) Çin’de gürleyen top sesleri, işçi sınıfı ve gençlik içerisinde yankısını buldu. Fransa’da başlayan Avrupa’ya oradan da dünyaya yayılan eylemlilikler gerçekleşti. Tüm dünyada işçiler, emekçiler, gençlik özgürlük, devrim ve sosyalizm türküleriyle, marşlarıyla sokakları, meydanları doldurdular.

Bu Dava Mahkeme Salonlarında değil, Sokaklarda Kazanılacak!

Bugün günlerden 18 mart 2021

Erken Kalktim bugün saat 9,00 da Stuttgart/ Stammheim Cezaevinde Baslayacak durusmaya mutlaka yetismeliydim,öylede yaptim!

TKP-ML MK SB:Newroz,zulme karşı parolamız olsun!

Newroz, başta yüz yılı aşkın bir süredir emperyalizmin “savaş tahtası” olarak kullandığı, halkları birbirine düşman edip talan-yağma-katliamdan başka bir şey getirmediği Ortadoğu olmak üzere, dünya halklarının zalimlere karşı mücadelesini simgeler. Bu simgesel ve tarihsel günü bu yıl da Ortadoğu’da başta emperyalistler ve TC faşizmi olmak üzere, bölge gericiliğinin özel olarak Kürt halkına genel olarak ise ezilen, sömürülen tüm halklara yönelik faşist saldırganlığının arttığı bir dönemde karşılıyoruz.

Baba ben geldim! (Nubar Ozanyan)

Ben Yerevan’da doğdum. Binlerce yıldır üzerinde yaşadığım gül ve ilim kokan topraklarım, bir eylül sabahında kana ve talana doymayan varlıklar tarafından “vatan” adına işgal edildi.

Ermeni kokan topraklarım, barbarlığıyla övünenler tarafından talan edildi. Buğdayımızı çalıp kayısı ağaçlarımızı yaktılar. Babam, bir sabah vakti alnımdan öperek cepheye gitti. Ve bir daha dönmedi. Sabır ve dirençle bekledim. Sonunda babamın yıldızların yoldaşı olmak için gökyüzüne uzandığını öğrendim.

Metal ve Elektro Endüstri İş Kollarında Toplu Sözleşme Dönemi! (İsmail S.)

Metal ve Elektro Endüstri iş kollarında toplu sözleşmeler dönemindeyiz. Bu iş kollarındaki toplu sözleşmelerin iki modeli var. Bunlardan birincisi; işverenleri temsilen Südwestmetall ve isçileri temsilen Metal ve Elektro iş kolunda IGM sendikası arasında yapılmakta. İkincisi ise; Ev Toplu Sözleşmesi (Almancası Haustarifvertrag).  Örnek olarak VW, Stahl gibi büyük işletmelerde sendika ile işveren arasında yapılan toplu sözleşme, sadece o iş yerini bağlamaktadır. Almanya’da ilk toplu sözleşme 1873 yılında Matbaa iş dalında yapılmıştır.

Gin gyank azadutyun* (Nubar Ozanyan)

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine girerken 8 Mart’ın kadın özgürlük mücadelesi açısından her yönüyle ve her anlamıyla mücadele, direniş ve kararlılık yılı olması için mücadele etmek onurlu ve vicdan sahibi her insanın temel amaçlarından olmalıdır. Çünkü kadın, başlangıçların anasıdır. Evrenin güneşi, kimsesizlerin gecesi, şafağın başlangıcıdır. Yarının hayalidir.

Sayfalar