Bir Partizan | Çöldeki Bedevi
Oldukça kritik bir süreçten geçiyoruz. Sürecin bütün temsiliyetleri bir arayış içinde. Tarihi tecrübeler bir hazneye doldurarak masaya yatırılmakta, tatbik edilmekte ve ortaya çıkan sonuçlarla sahaya koşulmaktadır.
Bizler devrimciyiz ve gerçeği kavramalıyız! Gerçek olan tek şey ise bilimsel bakış ve gerçeği açığa çıkartacak yöntemdir. Zira bu bizim elimizdeki kılavuzdur-ilmimizdir.
Devrimin estetiği
Hikaye bu ya bir gün bir matematikçi, bir fizikçi ve bir biyolog bir kış günü gezintiye çıkar. O kadar üşümüşlerdir ki, bir evin kapısını çalarlar. Onları karşılayan ve içeri buyur eden köylü, ısınmaları için mutfakta sıcak çorba hazırlar. Köylü çorbayı hazırlayadursun bu üç kişi evde bulunan soba üzerine tartışmaya başlarlar.
Matematikçi sobanın dikdörtgen olan evin bir köşesinde bulunması gerektiğini, bu şekilde daha iyi ısıtacağını söyler. Fizikçi ise bir köşede olmasının yetmeyeceğini hava akışını, evin coğrafi yapısının hesaba katılması gerektiğini söyler. Biyolog ise bu tartışmalara gerek olmadığını bunu ev sahibine sormak gerektiğini söyler ve biyologun teklif kabul edilir.
Ev sahibi içeri gelince herkes kendi teorisini köylüye anlatır. Köylü bu anlatılar karşısında “söylediklerinizden bir şey anlamadım. Sobaya gelince, elimde boru yoktu bende eldeki boruları odamın imkânları neticesinde kullandım” der.
Buradan çıkacak sonuç oldukça açıktır. Model merkezli tartışma hayatımızın bütün kalıplarını kuşatmış durumdadır ve tüm çabalar neredeyse bu modele göre şekillenmektedir.
Ancak bizler açısından mesele sorun merkezli tartışılmalıdır. Zira soru-sorun yanıt bulmayı bekler. Model eksenli bir tartışmayla pratikte bilinmeyen bir bedene elbise biçilir, dar gelmesine karşın zayıflaması, bol gelmesine karşın kilo alması, kısa gelmesi halinde bedenin boyunun kısaltılması, uzun gelmesinde ise gerdirilerek uzatılması istenir.
Ancak mesele elbiseyi kişiye göre dikmektir.
Dolayısıyla bir elbise biçmenin ya da belirtmek istediğimiz şekliyle devrimi gerçekleştirmenin de genel bir formu söz konusudur. Bu, elbiseyi kişiye göre dikmektir. Bu form, genel olarak niteliklerinden arındırılmış şemadan ibarettir. Bu özel niteliklere, sosyo-ekonomik ve birey ve toplum bağlamında özel var olma biçimine dikkat edilerek yapılmalıdır. Bizim bu zamana kadar öğrendiğimiz şey, genel bir formdu.
Kaypakkaya yoldaş bu genel formun taslağını hazırlamış ve buna uygun bir hat ortaya koymuştur. Bu genel forma uygun bir pratik hat örerken tutsak düşmüş ve ölümsüzleşmiştir. Onun ardından bu görüşler uzun bir süre taslak olarak kalmıştır.
Burada unutulmaması gereken gerçek şudur: Bir terziye model yapma biçimi veya modeli doğrulama biçimi ne kadar öğretilirse öğretilsin, bu genel form özel olan ve canlı organizmada tatbik edilmezse hiçbir yere varılamayacaktır. Soba ve elbise örneğinden hareketle işaret etmek istediğimiz şey, özel ve genel form arasındaki diyalektik bağdır. Bu anlaşıldığında toplumsal sorunların çözümünde ve güçlenmede bir hat yakalanabilir.
Genel form içinde iktisadi, siyasi, dini, ideolojik gerekçeler ne olursa olsun, söz konusu bir dayatma sonuç vermez. Elde kalır, elbise patlar veya bol gelir. Bu açıdan mesele devrimin estetiğidir.
Dolayısıyla gerçeklerle gerçekten savaşmak geçmişin gerçeklerini çağın gerçekleri ile bütünleştirmektir. Onları anlamlaştırmak, değerlendirmek gerekir. Bu ise her ülkenin devriminin kendi ekonomik, sosyal ve tarihsel kültürü üzerinden şekilleneceği anlamına gelir.
Çöldeki çıkış…
Cehalet kelimesinin kökü olan c-v-l, dönmek, dolaşmak, amaçsızca nereye gittiğini bilmeksizin, daireler çizerek endişe ile gezinmek anlamına gelir.
İlim kelimesinin kökü olan i-l-m ise nişan, yol işareti, alamet gibi anlamlara sahiptir. Bu her iki kelime, çöl ile bedevi arasındaki günlük ilişkide açığa çıkmıştır.
Bu açıdan ilim, esas itibari ile çölde yol aramak, bu arayışta işaretleri takip etmek ve alametleri göz ardı etmeden yol almak anlamına gelirken, cehalet ise yol işaretlerinin kaybedilmesi ve dönüp dolaşıp aynı rotayı tutturmayı ve bir debelenmeyi ifade ettiğinden ölümdür.
Biz bir çöl içerisinde yaşıyoruz ve bu çölde nasıl yol alacağımız bir tartışma konusudur. On yıllardır bu arayış, çeşitli biçimlerde gündeme getirildi. Kaypakkaya yoldaş bunlardan arı bir şekilde, en yalın ve en gerçek biçimiyle, bu toplumun ilmi ve gerçeğidir.
Zira onun Kemalizm konusunda yürüttüğü tartışmalar, milli meseledeki çözümlemesi, devrimin yolu, parti öğretisi vb. çöldeki çıkışın işaretleri gibidir.
Kaypakkaya’nın düşüncelerini kuşkusuz savunuyor, sahipleniyoruz. Ancak onun ardılları olarak istenilen düzeyde bir örgütlenme yaratılamamış olmasının sebebi nedir?
Kaypakkaya yoldaşın eksikleri mi var ya da onun ardılları olarak onun işaretini mi yeterince takip edemedik? Kaypakkaya yoldaş bir meşaledir ve onun sönmeyen bir meşale olması, bu meşalenin hala yolu aydınlatacak bir gerçeği işaret etmesidir.
Peki, Kaypakkaya neyi işaret etti? İhtilalcı yolu mu? Nedir bu ihtilalcı yol, nasıl bir zemine oturur, nasıl bir yapıya sahiptir? İşte bu sorulara yanıt aranması gerekiyor.
Bilinen biçimiyle ihtilalci yol, sadece maddi bir değişimi değil aynı zamanda manevi bir değişimi de ifade eder. Kaypakkaya yoldaşın tespitleri Osmanlı toplumsal düzeni üzerinde, ithal edilip inşa edilen bir devlet ve irfan biçimi olan TC devletinin resmi ideolojini hedef almıştır.
Dolayısıyla onun için bir dizi reformsal yenilik anlamsızdır. O; Kemalizm’i ezilenlerin üstüne çökmüş bir karabulut, emperyalizmin bir mühendislik biçimi ve toplumu alzheimer etme politikası olarak görür ve onu faşizm olarak tarif edip, mücadele çağrısı yapar.
Kaypakkaya yoldaşın işareti burada gizlidir. Ne diyordu Kaypakkaya yoldaş; “Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi?” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar)
Kaypakkaya dönemin bütün “ünlü aydın”larına öfkeyle ayağa kalkmak yerine, Türkiye tarihini incelemelerini salık veriyor.
Kuşkusuz Kaypakkaya yoldaşta daima ihtilalci bir bakış söz konusudur ancak bu ihtilalci bakış için toplumun benlik duygusunun yaratılması ve millileşme süreci içinde bunun devrime taşınması perspektifi de söz konusudur.
Yani günümüzün deyimiyle Kaypakkaya “boş yapmamakta”dır. Kemalizm’i faşizm olarak tahlil ederken, bunun önünü arkasını düşünmekte, onunla nasıl mücadele edileceğinin yolunu da göstermektedir.
Kaypakkaya’nın düşünsel yapısında bu mevcuttur ve bugün Türkiye’de devrimin yolunun milli demokratik devrim olması gerçeği böylesi bir temele dayanır.
Kemalizm’in gerçek niteliği görülmeden üretilen politikaların kazanma şansı yoktur.
Marco Polo’luk mu Kaypakkayacılık mı?
Emperyalist kapitalizmin 2008 yılında yaşadığı ve halen günümüzde aşamadığı ekonomik kriz beraberinde dipten gelen dalganın yer yer yüzeye çıkmasını doğurdu.
Marks’ın köstebeği özellikle Ortadoğu coğrafyasında yeryüzüne çıktı. Arap Baharı adı verilen bir süreç gelişti. 2011 yılında başlayan Suriye’yi işgal hareketi beraberinde Rojava ulusal demokratik devrim sürecini doğurdu. Bölgede yaşananlar pek çok kesim tarafından gericilik, emperyalizm işbirlikçiliği olarak yaftalandı ve burun kıvrıldı.
Öyle ki bu mücadele üzerine Marco Polo edasıyla sadece kalem oynatıldı. Oysa ki Marco Polo bile yazılarını Ortadoğu’ya gidip yazmıştı.
Bu, Rojava direnişiydi. “Kaypakkaya yoldaş olsa bu direniş karşısında ne yapardı?” sorusuna verilecek yanıt kuşkusuz “orada olurdu” şeklindedir. Ancak bu yetersiz bir yanıttır.
Gerçek cevap Kaypakkaya yoldaşın daha bu süreç başlamadan orada zaten hazır bulunacağı şeklinde olmalıdır.
Gerçeği anlamlandırmak gerekir. Emperyalizmin hüküm sürdüğü Ortadoğu coğrafyasında mevcut durum “uzaktan”, “dışardan” yorumlanamaz.
MLM haritamızdır!
İdeolojimiz olan MLM denizdeki haritamızdır. Zira haritasız ve kılavuzsuz yola çıkılamaz. Ancak pusulaya da ihtiyacımız vardır ki, bu da toplumsal şuurdur-hafızadır, bellektir.
Bunun somutlandığı, bir programla ifade edildiği öncüdür!
Bu açıdan ne salt kılavuz ne salt şuur ihtiyacı karşılamaz. İkisinin bütünlüğü sonucunda ortaya çıkacak olan şey dünyanın hiçbir tarafında benzerlik oluşturmayacak bir parmak izi gibidir.
Bu kaybedildi mi gemimiz kayalara çarpar ya da batar. Bizlerin Maoizm’i, Marksizm’in ve Leninizm’in üst aşaması olarak görmemizin bir nedeni de bundandır.
Mao Zedung bizlere devrimin bilimsel sosyalizmin ideolojisi kapsamında o toplumun tarihinin büyük mirasına sahip çıkarak gerçekleştirileceğini göstermiştir.
Son Haberler
Sayfalar
Varlığımız direniştir… Nubar OZANYAN
Düşman yaratarak açlığı-yoksulluğu unutturmaya çalışan İttihatçı-Kemalist R.T.Erdoğan, geleneksel Türk devlet aklına göre düşünüyor ve hareket ediyor. Yaptıkları katliamdan, işledikleri suçlardan pişmanlık duymayan Türk devlet aklı, her daim katliama ve işgale, soygun ve gaspa çalışır. Fetihçi atalarını ve İttihatçı Enver-Talat paşaları örnek alan R.T.Erdoğan, baş komutanı Mustafa Kemal’e de laf söyletmez. Ait olduğu ulus ve sınıfa uygun konumlanan ve onların çıkarlarına göre plan ve hesap yapan R.T.Erdoğan’dan elbette insanlığa ait bir düşünüş ve davranış beklenemez/ beklenmemeli.
Kapitalizm Ehlileşir Mi? -3
Emperyalist Dünya Ekonomik Formu’ndan Liberal Beklentiler
Liberallerin ve kendine sol diyen “sol” liberallerin burjuvazinin “demokrat” görünümlü, ama özünde ise uluslarrası tekelerin sözcülerinden beklentileri ve umutları var.
Dijital Dünya Ekonomik Formu (DEF) 21-29 Ocak tarihleri arasında yapıldı. Ancak bu kez dijital yapıldı. Sloganları: “Anlaşmazlık çağından işbirliği çağına” idi.
Patent halk sağlığını tehdit ediyor…(İsmail Cem Özkan)
Aşı konusunda yazı yazarken çok araştırıp, ince ince bilgileri süzdükten sonra yazmaya özen gösterdim, çünkü her kelimeyi yanlış anlayıp akıl vermeye kalkan günümüzde ne yazık ki çok oluyor.
Mecbur insanlar vardır…(2)
“İdeolojik güç” veya “inanç” meselelerinin maddi yaşamla bağını kuramadığımızda, bunlar “gizemli kavramlar” olarak kalabiliyor. Sorunlar karşısında dilimizde hep bu iki kelime oluyor. Sadece dışımızdakilere değil, kendimizi sorgulayışımızda da sorun gelip “inanmak”ta ve “ideoloji”de düğümlenebiliyor.
Ama aslında çoğu zaman “inanmak”, “inanç”, “ideolojik güç ve netlik” vb. nedir, nasıl kazanılır, devamlılık ve canlılığı nasıl sağlanır sorularına net yanıtlar veremeyebiliyoruz.
Şehit Emine, Komutan Ayfer Celep…
Her yoldaşın taşıması gerekenden fazla bir yükü taşıdığı, kendisiyle ve zaaflarıyla daha fazla cebelleştiği günlerden geçerken hatıralarımızda bir gülüş var: Şehit Emine, Komutan Ayfer Celep…
Ceren’e… (Sefagül Aslan)
“Bizim en güzel halimiz gülüşlerimiz” diye yazmıştı bana gönderdiği bir notta, asık suratlı, gergin, mutsuz, soğuk devrimcilikten nefret ederdi. Hep gülümserdi. Gözlüklerinin arkasından gözleri hep ışıl ışıl parlardı.
Kapitalizm Ehlileşir Mi? -2
Dünyada “otoriter rejimlerin artması” ne anlama geliyor?
Bütün burjuva ülkelerinin ve de onların oluşturduğu birliktelikler (AB, NATO ve diğerleri), yayınladıkları bildiriler, konseptler düşman yaratıcı, ve düşman çoğaltıcı yanında düşmana karşı, karşı taktiklerin geliştirilmesi işlenmektedir. Yani, ortada “barış” ve “uyum içinde birlikte yaşamak” yoktur. Mümkün olduğunca rakip yaratmak ve rakip gördüğünü zayıflatmak ve ya da yok etmek. Bu, emperyalist denegsiz gelişme yasasının bir eğilimi olarak ortaya çıkar.
TKP-ML MK: Devrim için ölümsüzleşenlerimizi onlara verdiğimiz sözleri tutarak saygıyla anıyoruz!
Sınıf mücadelesi hiçbir zaman “rahat”, “sıkıntısız” bir dönemden geçmemiştir/geçmeyecektir de. Zira sınıfsız ve sınırsız dünya kuruluncaya kadar emperyalist kapitalist sistemin ne kâr hırsı ne de bu hırs uğruna nüfuz alanlarının paylaşımı için rekabeti-savaşı bitecek; ne kâr-daha fazla kâr adına işçi sınıfı ve ezilen halk yığınlarının sömürüsü ne de yoksulluk-açlık ortadan kalkacak. Dolayısıyla egemen sınıfların, hakimiyetlerini sürdürmek için ezilen sınıflara yönelik baskısı, zulmü, saldırganlığı, katliamları bu ceberut sistem ortadan kalkıncaya kadar daimi olacaktır.
Karanlık koridorların öncüleri / Nubar OZANYAN
Zayıf bile olsa bir ışığın görülmediği zifiri karanlık koridorlarda yürüdük. Sonu belli olmayan her anı ve zamanı işkence dolu bir zindanın belirsizliğinde yaşadık. 5 Nolu Zindandaydık. Her tarafın sessizliğe gömüldüğü ülkede ne zaman, hangi saatte canımızın yanacağını bilmeden soluk almaya çalıştık. Bir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü gözlerimiz. Direndik.
Ekonomik Vaziyet(İmiz) ile Beşerî Tablo(muz)[1]
“Yoksulların sefaletine… kurumlarımız
yol açıyorsa, suçumuz çok büyüktür.”[2]
Bir “acı reçete” ile yüz yüze olduğumuzdan söz edilse de; bu, krizle uzun süredir çalkalanan coğrafyamızda malumun ilamından öte bir anlam taşımıyor!