Perşembe Kasım 7, 2024

Bir Partizan | Çöldeki Bedevi

Oldukça kritik bir süreçten geçiyoruz. Sürecin bütün temsiliyetleri bir arayış içinde. Tarihi tecrübeler bir hazneye doldurarak masaya yatırılmakta, tatbik edilmekte ve ortaya çıkan sonuçlarla sahaya koşulmaktadır.

Bizler devrimciyiz ve gerçeği kavramalıyız! Gerçek olan tek şey ise bilimsel bakış ve gerçeği açığa çıkartacak yöntemdir. Zira bu bizim elimizdeki kılavuzdur-ilmimizdir.

 Devrimin estetiği

Hikaye bu ya bir gün bir matematikçi, bir fizikçi ve bir biyolog bir kış günü gezintiye çıkar. O kadar üşümüşlerdir ki, bir evin kapısını çalarlar. Onları karşılayan ve içeri buyur eden köylü, ısınmaları için mutfakta sıcak çorba hazırlar. Köylü çorbayı hazırlayadursun bu üç kişi evde bulunan soba üzerine tartışmaya başlarlar.

Matematikçi sobanın dikdörtgen olan evin bir köşesinde bulunması gerektiğini, bu şekilde daha iyi ısıtacağını söyler. Fizikçi ise bir köşede olmasının yetmeyeceğini hava akışını, evin coğrafi yapısının hesaba katılması gerektiğini söyler. Biyolog ise bu tartışmalara gerek olmadığını bunu ev sahibine sormak gerektiğini söyler ve biyologun teklif kabul edilir.

Ev sahibi içeri gelince herkes kendi teorisini köylüye anlatır. Köylü bu anlatılar karşısında “söylediklerinizden bir şey anlamadım. Sobaya gelince, elimde boru yoktu bende eldeki boruları odamın imkânları neticesinde kullandım” der.

Buradan çıkacak sonuç oldukça açıktır. Model merkezli tartışma hayatımızın bütün kalıplarını kuşatmış durumdadır ve tüm çabalar neredeyse bu modele göre şekillenmektedir.

Ancak bizler açısından mesele sorun merkezli tartışılmalıdır. Zira soru-sorun yanıt bulmayı bekler. Model eksenli bir tartışmayla pratikte bilinmeyen bir bedene elbise biçilir, dar gelmesine karşın zayıflaması, bol gelmesine karşın kilo alması, kısa gelmesi halinde bedenin boyunun kısaltılması, uzun gelmesinde ise gerdirilerek uzatılması istenir.

Ancak mesele elbiseyi kişiye göre dikmektir.

Dolayısıyla bir elbise biçmenin ya da belirtmek istediğimiz şekliyle devrimi gerçekleştirmenin de genel bir formu söz konusudur. Bu, elbiseyi kişiye göre dikmektir. Bu form, genel olarak niteliklerinden arındırılmış şemadan ibarettir. Bu özel niteliklere, sosyo-ekonomik ve birey ve toplum bağlamında özel var olma biçimine dikkat edilerek yapılmalıdır. Bizim bu zamana kadar öğrendiğimiz şey, genel bir formdu.

Kaypakkaya yoldaş bu genel formun taslağını hazırlamış ve buna uygun bir hat ortaya koymuştur. Bu genel forma uygun bir pratik hat örerken tutsak düşmüş ve ölümsüzleşmiştir. Onun ardından bu görüşler uzun bir süre taslak olarak kalmıştır.

Burada unutulmaması gereken gerçek şudur: Bir terziye model yapma biçimi veya modeli doğrulama biçimi ne kadar öğretilirse öğretilsin, bu genel form özel olan ve canlı organizmada tatbik edilmezse hiçbir yere varılamayacaktır. Soba  ve elbise örneğinden hareketle işaret etmek istediğimiz şey, özel ve genel form arasındaki diyalektik bağdır. Bu anlaşıldığında toplumsal sorunların çözümünde ve güçlenmede bir hat yakalanabilir.

Genel form içinde iktisadi, siyasi, dini, ideolojik gerekçeler ne olursa olsun, söz konusu bir dayatma sonuç vermez. Elde kalır, elbise patlar veya bol gelir. Bu açıdan mesele devrimin estetiğidir.

Dolayısıyla gerçeklerle gerçekten savaşmak geçmişin gerçeklerini çağın gerçekleri ile bütünleştirmektir. Onları anlamlaştırmak, değerlendirmek gerekir. Bu ise her ülkenin devriminin kendi ekonomik, sosyal ve tarihsel kültürü üzerinden şekilleneceği anlamına gelir.

Çöldeki çıkış…

Cehalet kelimesinin kökü olan c-v-l, dönmek, dolaşmak, amaçsızca nereye gittiğini bilmeksizin, daireler çizerek endişe ile gezinmek anlamına gelir.

İlim kelimesinin kökü olan i-l-m ise nişan, yol işareti, alamet gibi anlamlara sahiptir. Bu her iki kelime, çöl ile bedevi arasındaki günlük ilişkide açığa çıkmıştır.

Bu açıdan ilim, esas itibari ile çölde yol aramak, bu arayışta işaretleri takip etmek ve alametleri göz ardı etmeden yol almak anlamına gelirken, cehalet ise yol işaretlerinin kaybedilmesi ve dönüp dolaşıp aynı rotayı tutturmayı ve bir debelenmeyi ifade ettiğinden ölümdür.

Biz bir çöl içerisinde yaşıyoruz ve bu çölde nasıl yol alacağımız bir tartışma konusudur. On yıllardır bu arayış, çeşitli biçimlerde gündeme getirildi. Kaypakkaya yoldaş bunlardan arı bir şekilde, en yalın ve en gerçek biçimiyle, bu toplumun ilmi ve gerçeğidir.

Zira onun Kemalizm konusunda yürüttüğü tartışmalar, milli meseledeki çözümlemesi, devrimin yolu, parti öğretisi vb. çöldeki çıkışın işaretleri gibidir.

Kaypakkaya’nın düşüncelerini kuşkusuz savunuyor, sahipleniyoruz. Ancak onun ardılları olarak istenilen düzeyde bir örgütlenme yaratılamamış olmasının sebebi nedir?

Kaypakkaya yoldaşın eksikleri mi var ya da onun ardılları olarak onun işaretini mi yeterince takip edemedik? Kaypakkaya yoldaş bir meşaledir ve onun sönmeyen bir meşale olması, bu meşalenin hala yolu aydınlatacak bir gerçeği işaret etmesidir.

Peki, Kaypakkaya neyi işaret etti? İhtilalcı yolu mu? Nedir bu ihtilalcı yol, nasıl bir zemine oturur, nasıl bir yapıya sahiptir? İşte bu sorulara yanıt aranması gerekiyor.

Bilinen biçimiyle ihtilalci yol, sadece maddi bir değişimi değil aynı zamanda manevi bir değişimi de ifade eder. Kaypakkaya yoldaşın tespitleri Osmanlı toplumsal düzeni üzerinde, ithal edilip inşa edilen bir devlet ve irfan biçimi olan TC devletinin resmi ideolojini hedef almıştır.

Dolayısıyla onun için bir dizi reformsal yenilik anlamsızdır. O; Kemalizm’i ezilenlerin üstüne çökmüş bir karabulut, emperyalizmin bir mühendislik biçimi ve toplumu alzheimer etme politikası olarak görür ve onu faşizm olarak tarif edip, mücadele çağrısı yapar.

Kaypakkaya yoldaşın işareti burada gizlidir. Ne diyordu Kaypakkaya yoldaş; “Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi?” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar)

Kaypakkaya dönemin bütün “ünlü aydın”larına öfkeyle ayağa kalkmak yerine, Türkiye tarihini incelemelerini salık veriyor.

Kuşkusuz Kaypakkaya yoldaşta daima ihtilalci bir bakış söz konusudur ancak bu ihtilalci bakış için toplumun benlik duygusunun yaratılması ve millileşme süreci içinde bunun devrime taşınması perspektifi de söz konusudur.

Yani günümüzün deyimiyle Kaypakkaya “boş yapmamakta”dır. Kemalizm’i faşizm olarak tahlil ederken, bunun önünü arkasını düşünmekte, onunla nasıl mücadele edileceğinin yolunu da göstermektedir.

Kaypakkaya’nın düşünsel yapısında bu mevcuttur ve bugün Türkiye’de devrimin yolunun milli demokratik devrim olması gerçeği böylesi bir temele dayanır.

Kemalizm’in gerçek niteliği görülmeden üretilen politikaların kazanma şansı yoktur.

Marco Polo’luk mu Kaypakkayacılık mı?

Emperyalist kapitalizmin 2008 yılında yaşadığı ve halen günümüzde aşamadığı ekonomik kriz beraberinde dipten gelen dalganın yer yer yüzeye çıkmasını doğurdu.

Marks’ın köstebeği özellikle Ortadoğu coğrafyasında yeryüzüne çıktı. Arap Baharı adı verilen bir süreç gelişti. 2011 yılında başlayan Suriye’yi işgal hareketi beraberinde Rojava ulusal demokratik devrim sürecini doğurdu. Bölgede yaşananlar pek çok kesim tarafından gericilik, emperyalizm işbirlikçiliği olarak yaftalandı ve burun kıvrıldı.

Öyle ki bu mücadele üzerine Marco Polo edasıyla sadece kalem oynatıldı. Oysa ki Marco Polo bile yazılarını Ortadoğu’ya gidip yazmıştı.

Bu, Rojava direnişiydi. “Kaypakkaya yoldaş olsa bu direniş karşısında ne yapardı?” sorusuna verilecek yanıt kuşkusuz “orada olurdu” şeklindedir. Ancak bu yetersiz bir yanıttır.

Gerçek cevap Kaypakkaya yoldaşın daha bu süreç başlamadan orada zaten hazır bulunacağı şeklinde olmalıdır.

Gerçeği anlamlandırmak gerekir. Emperyalizmin hüküm sürdüğü Ortadoğu coğrafyasında mevcut durum “uzaktan”, “dışardan” yorumlanamaz.

MLM haritamızdır!

İdeolojimiz olan MLM denizdeki haritamızdır. Zira haritasız ve kılavuzsuz yola çıkılamaz. Ancak pusulaya da ihtiyacımız vardır ki, bu da toplumsal şuurdur-hafızadır, bellektir.

Bunun somutlandığı, bir programla ifade edildiği öncüdür!

Bu açıdan ne salt kılavuz ne salt şuur ihtiyacı karşılamaz. İkisinin bütünlüğü sonucunda ortaya çıkacak olan şey dünyanın hiçbir tarafında benzerlik oluşturmayacak bir parmak izi gibidir.

Bu kaybedildi mi gemimiz kayalara çarpar ya da batar. Bizlerin Maoizm’i, Marksizm’in ve Leninizm’in üst aşaması olarak görmemizin bir nedeni de bundandır.

Mao Zedung bizlere devrimin bilimsel sosyalizmin ideolojisi kapsamında o toplumun tarihinin büyük mirasına sahip çıkarak gerçekleştirileceğini göstermiştir.

12974

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Uluslararası Proletaryaya, Komünist Harekete, Devrimci ve Demokrat Kamuoyuna ;Partimiz TKP-ML Darbeci Tasfiyeci Bir Saldırıyla Karşı Karşıya Kaldı!

“Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini gerçekten yerine getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya yol açan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır.” (V.İ. Lenin; c. XXV, s. 200, Rusça)

PARTİYLE DEVRİME, ŞAN OLSUN 1. KONGRE’MİZE!

Türk, Kürt Uluslarından ve Çeşitli Milliyetlerden Halkımıza;

24 Nisan 1972’de İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde kurulan Partimiz, İbrahim Kaypakkaya’nın planlamasını yaptığı ancak önce tutsak düşmesi ve ardından da katledilmesi nedeniyle gerçekleştirilmesine önderlik edemediği 1. Kongre’sini gerçekleştirmiş bulunuyor.

PARTİMİZ TKP-ML 1. KONGRE’SİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ! PARTİYLE DEVRİME ŞAN OLSUN 1. KONGREMİZE!

Partimiz TKP-ML, kuruluşundan 47 yıl sonra 1. Kongre’sini gerçekleştirmiş bulunuyor. Kongremiz sınıf düşmanlarımızın ve Partimizi içten darbelemek isteyen sol görünümlü sağ oportünist çizgi sahiplerinin saldırıları altında gerçekleştirildi. Kongremizin tarihsel önemi, Partimize yönelik gerçekleştirilen düşman saldırılarıyla birlikte Partimizi darbeleyip tasfiye ederek, militanlarımızda, taraftarlarımızda ve halkımızda “umut kırımı” ve “güven bunalımı” yaratmak isteyenlere dur demesidir.

Çukurova’nın KİRVE’si Talip Çakmak için

Ölüsüne sahip çıkamayanın dirisi de az olur. Ne yazık ki, Talip Çakmak’ın ölüsüne de sahip çıkamadık. Yaşamının 30 yılını devrime adamış bir insanı, devrimci bir militanı, “birahane de öldü” gerekçesiyle, cenazesine dahi elimizi uzatamadık. Haber, burjuva gazetelerinin cinayet haberleri sayfasında küçük puntolarla yer bulabildi. Onu tanıyan devrimci örgütlerin gazetelerinde ise, nedense hiç yer bulamadı. 50 yıllık yaşamının 20 yılını hapishanelerde, 12 yılını ise dışarıda yine devrimci mücadeleyle geçiren birisini görememişti(!) Diller lal, gözler kör olmuştu adeta... 

Yeni Emperyalist Ülkelerin Ortaya Çıkışı Üzerine

Sorunun Teorik Ortaya Konuluşu

Yerel Seçimler ve İttifak Anlayışı

Burada seçimlerin işçi sınıfı açısından önemine değinmeyeceğim. Burjuvazinin iktidarı altında, eğer koşulları varsa sosyalistler seçimlere girmeli ve hatta bu olanakları zorlamalı, bu uğurda mücadele de etmelidir. Kitlelere ulaşmanın bir aracı ve sosyalistlerin kendi seslerini kitlelere duyurmanın bir yolu olarak seçimlere katılır ve burjuvaziyi tam da kendi göbeğinden teşhire yönelir.

TKP/ML Kadın Komitesi: “Patriarkanın açık-kapalı yüzlerine teslim olmayacak, bu mücadelenin hep önünde yer alacağız!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir açıklama yapan TKP/ML Kadın Komitesi, “Nasıl ki, sokakta AKP’nin kadın hareketine dönük açık-kapalı saldırılarına göz yummadıysak, dönemsel zayıflığımıza karşın bilincimizi hep diri tutarak süreklileşmiş bir kadın hareketine sarıldıysak… Patriarkadan güç alan erkek egemen kurumlardan “komünist” etiketlisine dek kadın hareketine dönük her türlü manipülasyona, saldırıya karşı yine örgütlülüğümüze sımsıkı sarılacak ve kazanımlarımızın gasp edilmesine müsaade etmeyeceğiz!” dedi.

Ülkede durum ve devrimci hareketin önündeki asli görevler

Uluslararası alanda köhneyen ve tahrip olan sistemin yarattığı sorunlar her geçen üst boyutlara tırmanıyor. Yarattığı sorunlara müdahale edilemediği gibi çıkan fatura emekçilere ve mazlum halklara mal ediliyor.

Kriz ve sistemin ıflası,,

Mevcut sorunlar çözüme kavuşmadığı gibi giderek daha uç boyutlara tırmanıyor. Bunun sonucu  müzmin bir  süreç içerisinde bulunan Türkiye daha katmerli bir dönemece giriyor. Yapılan devalüasyon sonucu TL'nın değeri dolar ve euro karşısında hızla düşüşe geçiyor. Dolara endeksli TL'nin uluslararası rezerv para olan dolar ve euro karşısında tarihinin en büyük düşüşüdür bu. Devalüasyon  beraberinde enflasyon oranını da son 18 yılın en üst düzeyine yükseltiyor. Daha açık bir ifadeyle mevcut ekonomi-politika çökmüştür. Bu ekonomi politika salt Türkiye'yle sınırlı değildir.

“Kürdü Ya Ezeceğiz Ya da Türkleştireceğiz!” –Dursun Ali Küçük

*Türk İçişleri bakanı Süleyman Soylu; “Ya ezeceğiz ya Türkleştireceğiz” sözünü hiddetlenerek söyledi.
İşte size Türk devlet politikası...
Evirmeden ve kıvırmadan, kelime oyunları yapmadan söyledi.
TC aynen böyle düşünüyor ve bütün resmi partileri bu politikayı uyguluyor.
Hiç tartışmasız Kürtlere ve ötekilere karşı devlet poltikası budur.
Ezdiğini ezecek, geri kalanı ise devşirerek Türkleştirecek...

Yürek ve beyinde ideoloji ile kuşanmak

“Söylediği kadar yapan yaptığı kadar konuşan” bir hareket yaratabilen bir örgüt özgürlüğün ve kurtuluşun sahibi ve yaratıcısı olabilir. Bu hareketin yaratılmasında düşünsel ve yaşamsal dünyasını devrimin ihtiyaç ve görevlerine tümüyle katabilen yürek ve beynine ideolojiyi dolduranlar zaferin ve başarının militanı olabilir.

Bu yüzden özgürlük için yola düşen militanlar burjuva-feodal sistemden tümüyle kopuşu gerçekleştirip örgüte komple katılımı esas almalıdır. Bunun bir çırpıda bir hamlede bir eylemde kısa bir zaman dilimi içinde olacağını düşünmek ciddi bir yanılgıdır.

Sayfalar