Salı Mart 4, 2025

Birleşik mücadeleyi büyütelim; gerici-faşist partiler çözüm olamazlar!

Türkiye ve T. Kürdistanı coğrafyasının seçimlerle imtihanı bir türlü bitmek bilmiyor. Öncesinde “sopalı seçimler”de olmak üzere bu toprakların seçimle imtihanı Cumhuriyetin kuruluşu ile başlamış, ardından çok partili sistemle devam etmiş ve nihayetinde 2002 yılından bu yana biteviye emekçi kitlelerin önüne sandık konulmuş ve demokrasinin vuku bulması adına sandıktan çıkacak sonuçlara bel bağlanmıştır.

AKP iktidarının sandık ve millet iradesine dair yoğun söylemleri ve muhalefete yönelik temel düsturu da bu olmuştur. Bu durum açık ki AKP’den CHP’ye;  İYİ Parti’den Saadet Partisi’ne ancak onları da aşan bir gerçekliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Türk Komprador Büyük Burjuvazisi’nin ve Toprak Ağalarının içerde ve dışarda, geleceğe ilişkin beklentileri ekseninde, devletin yeniden yapılandırılması hedefi, sandık-seçim-millet iradesi şeklinde formüle edilebilecek siyasal yönelimin temel nedenidir. Sermaye müesses nizamını, işçi sınıfı ve emekçilere; Kürtler ve Alevilere, kadın ve gençlere, baskı altında tutulan diğer milliyet ve inançlara karşı daha ileri bir düzeyde, daha güçlü ve merkezi bir işleyişle yeniden kurma stratejisi ile hareket etmiştir. Bu sürecin ana taşıyıcı aktörü ise AKP iktidarı olarak seçilmiştir.

Başka bir deyişle, geniş kitleler açısından “rıza”nın üretilmesi ve yeni rejimin inşa edilmesi sürecinde kaptan köşkü için; yığınlarla etkileşimi, etkisi ve mobilizasyonu; Ortadoğu’daki hassas dengeler vd. faktörler dikkate alınarak AKP iktidarında karar kılınmıştır. Kuşkusuz Ortadoğu’da ve ülkedeki çelişkilerden hareketle bir analiz yapıldığında, AKP dışındaki bir seçeneğin söz konusu geçiş sürecini yönetme şansı da yoktu. Açık ki AKP iktidarı, Komprador Büyük Burjuvazinin ve Toprak Ağaları’nın icazeti ile 2002 seçimlerinde önemli bir başarı yakalamış ve 2001 krizi ile çıkış arayan geniş kitleler için bir umut ve adres olarak sunulmuştur. Sürecin AKP iktidarı eliyle uzunca bir süre başarılı bir şekilde yönetildiğini de kaydetmek gerekir.

Kuşkusuz rejiminin re-organizasyonu ve Türk sermayesinin emperyalist-kapitalist sistemle entegrasyonuna yönelik politikaların yaşama geçirilmesi sürecinin gizli kahramanı ise CHP olmuştur. CHP, AKP iktidarı karşısındaki son derece pasif ve edilgen muhalefeti ile, en önemlisi de, sıkıştığı her kritik süreçte adeta ona can simidi atarak, gerçekte iktidarın önünü açmıştır. Söz konusu işçi sınıfı ve emekçileri doğrudan ilgilendiren; Kürt ulusuna yönelik gerici-faşist; Alevilere dönük ayrımcı ve asimilasyoncu vb. politikalar söz konusu olduğunda AKP iktidarı ile aynı çizgide buluşmaktan geri durmamıştır. Geride kalan süre içinde, çeşitli operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar etrafında kamuoyunda ses getiren gelişmeler de iktidar mücadelesi, devlet aparatına hakim olma kavgasının bir izdüşümüdür.

AKP-MHP hamaset politikası yolsuzluk ve talanı örtmek için…

16 Nisan referandumu, 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimleri ve onu takip eden 31 Mart yerel seçimleriyle sınırlı tutulacak bir bakış bile iktidarın sandık-seçim-millet iradesi üzerine kurduğu paradigmanın ne kadar büyük bir sahtekarlık ve riyakarlıkla bezeli olduğunu anlamaya yetmektedir.

Açık ki iktidar, sandığı, istediği sonuçları almak, varlığını geniş yığınların iradesine yaslamak ve böylelikle meşrulaştırmak hedefiyle ele almaktadır. Kuşkusuz bu durum, ülkemizde devletin, faşist-gerici niteliğinin bir sonucudur.

Nihayetinde 31 Mart yerel seçimlerinde, kendileri tarafından yeniden kurgulanan ve YSK eliyle de tam bir tahakküm altında tutulan seçim süreci içinde İstanbul’u İmamoğlu’na kaptırmıştır.

31 Mart’ta AKP, sadece İstanbul’u değil Türkiye nüfusunun çok önemli bir bölümünü barındıran çok önemli kentleri de kaybetmiştir. 31 Mart, AKP iktidarının geniş kitleler üzerindeki etkisinin büyük bir hızla eridiğini ve ezilenler açısından yaşanan devasa sorunların kaynağı olarak görüldüğünü göstermiştir.

2016’dan bugüne uygulanagelen OHAL uygulamaları; baskı, gözaltı ve tutuklamalar ile toplumun en örgütlü kesimlerine, direniş odaklarına dahası toplumun tümüne yönelik diz çöktürme stratejisi yaşama geçirilmiştir.

Bu tablo içinde, sandık, mevcut niteliğine rağmen AKP iktidarına karşı mücadelenin bir adresi haline gelmiştir. Sandıklardan çıkan sonuç, işçi sınıfı ve emekçilerin; Kürtlerin ve Alevilerin; kadın ve LGBTİ+’lerin sistemin uygulamalarına karşı biriktirdiği öfkenin de bir barometresi olarak işlev görmektedir.

31 Mart’ta geniş emekçi kitleler AKP-MHP gerici ittifakını, kriz, işsizlik ve yoksulluğun; şiddet ve zulmün müsebbibi olarak görmüş ve sandıkta hesap sormuştur. Sınıf mücadelesinin, devrimci-demokratik güçlerin bugünkü gerçekliği içinde bu duruş, kitlelerin özgüvenini ve direniş damarını büyütecek bir nitelik taşımaktadır.

İstanbul’u merkezi iktidarının adeta bir eşiği olarak gören AKP iktidarı, seçim sonuçlarını tanımamış ve YSK eliyle seçimlerin tekrarını sağlamıştır. Ancak bunu kendi tabanına bile açıklayamaz haldedir. AKP-MHP faşist-gerici ittifakı, toplumu düşmanlaştıran, kutuplara bölen, hamaset dolu bir dille hareket ederek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde sağır sultanın bile duyduğu korkunç yolsuzluk ve talanının üstünü bu şekilde örtme telaşındadır.

31 Mart’ta CHP-İYİ Parti/Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu’nun söz konusu başarısını ve çıkışını da bu gerçeklik ve tablo içinde yorumlamak gerekir.

İmamoğlu, ezilenlerin AKP-MHP gerici ittifakında temsil olunan düzene karşı birikmiş öfkesine yaslanmakta, bu sinerjiyi açığa çıkarmaktadır. Ne var ki açığa çıkan enerji, başka bir kulvar üzerinden, AKP-MHP’nin geriletilmesi haklı mottosu üzerinden fakat yine sisteme kanalize edilmektedir. Sistem, AKP eliyle devrimci-komünist ve yurtsever güçleri sistematik olarak zayıflatmış, biriken öfke için de tek adres olarak İmamoğlu’nu göstermiştir. Devrimci-demokratik güçlerin bugünkü zayıf ve etkisiz durumunda kitlelerin İmamoğlu’na yönelen ilgisi bu bakımdan son derece anlaşılırdır. Ne var ki, AKP-MHP’nin geriletilmesi sürecinin, devrimci demokratik bir zeminde yaşanmadığı dikkate alınmalı ve tarihsel deneyimler hatırlanmalıdır.

Birleşik mücadeleyi büyütelim!

İmamoğlu’nun AKP iktidarının sarsılması ve hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleşmesine önemli katkı sunduğu açıktır. Ne var ki bu rüzgarın CHP-İmamoğlu’nu iktidar koltuğuna taşıyıp taşımadığını görmek için sadece zamana ihtiyaç vardır. Öte yandan gerçek anlamda bir devrimci-demokratik değişim ve dönüşüm için son adres CHP’dir.

Devrimci ve demokratik güçlerin pek çok başlıktaki sınırlı gücü ve kitleler üzerindeki etkisinden hareketle, süreçten çıkış adına bu zeminin dışındaki güçlere bel bağlanmamalıdır. Bu tutum bir yandan kendi iddia ve varlık gerekçesine aykırıyken diğer yandan da geniş kitlelerin geleceğe dair özlem ve umutlarının düzenin derin dehlizlerinde kaybolacağı bir güzergaha sokulmasına onay vermek anlamına gelecektir. İstanbul seçimlerinin açıkça YSK darbesiyle iptal edilmesine karşı sokağa çıkan hareketi, evine çağıran tutum da bu tehlikenin çok da uzak olmadığını göstermiştir. Açık ki geleceği kazandıracak olan, insanca yaşanacak bir dünyayı kuracak olan, sandığı da içine alan ancak onunla sınırlı olmayan gerçek bir fiili meşru mücadeledir.

İptali takiben YSK’nın gayr-ı meşru tutumunu ve seçim sistemini elbette AKP iktidarını protesto etmek için sokağa taşan öfke, fiili meşru ve birleşik mücadelenin yakıcılığını ve güncelliğini de göstermiştir. 23 Haziran İstanbul seçimlerinde tavrımız, AKP-MHP gerici faşist ittifakı eliyle yaşama geçirilen tüm uygulamalara karşı durmak adına “Gerici-Faşist Partiler Çözüm Olamazlar!” şeklindedir.

YSK darbesine karşı kitlelerin direnişi sokakta büyüten duruşundan beslenecek ve birleşik mücadeleyi büyüteceğiz!

11367

Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!

İnsanlığın önünde, daha gerçekci ve somut bir söylemle, uluslararası işçi sınıfı ve emekçilerin önünde iki yol var: Birinci yol; şu an içinde yaşadığımız kapitalist barbarlık ve ikinci yol ise; baskının, sömürünün olmadığı; insanın insanı ezmediği, ülkeler arasında sınırların, insanlar arasında ise sınıfsal sınırların ve her türlü cinsiyet ayrımlarının  yok edildiği, özgürce ve doğa ile uyumlu bir yaşamın sürdürülebileceği sosyalizm!

Martager’in anısına (Nubar Ozanyan)

Özgürlüğe ve geleceğe ait var olması gereken tüm devrimci değerlerin birleştiği noktadır, Nubar Ozanyan’ın yaşamı. Paylaşmaktan, kendisine ait var olanları vermekten bir an olsun tereddüt etmeyen, zorlu mücadelede kendini asla düşünmeyen, yoldaşlık ve dostluktan başka bir yaşamı tanımayan Komutan Martager, Ermeni devrimcilerin onurudur. O, kalbini ve ellerini Kürtlerin, Filistinlilerin, Ermenilerin ve tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesine armağan etti. Halklar için türküler yaktı. Ezgisiyle karanlıkları eritmeye, sesiyle dağları uyandırmaya çalıştı.

Enternasyonal Devrimci NUBAR OZANYAN'ın anısına (Hovsep Hayreni)

Aynı sosyal ağlar içinde bulunup da onun ismini duymayan, kim olduğunu bilmeyen kalmamıştır sanırım. Ölümünün dördüncü yıldönümünde onu bir kere daha özlemle anarken kadrinin bilinmesine küçük bir katkı yapmaya çalışacağım.

Son Armenak’ı saygıyla anıyoruz! (Bir mücadele yoldaşı )

Çok zor bir coğrafyada yaşıyor ve mücadele ediyoruz. Bu coğrafyanın devrimciliği de bir o kadar onurlu ve engebelerle doludur.

TC Devletinin Avrupa’daki Mit Örgütlenmesi

7 Temmuz 2021 tarihinde Almanya’nın Berlin şehrinde evinin avlusunda üç kişi tarafından saldırıya uğrayan Erk Acarer’in yaşadıkları bir kez daha Almanya’daki MİT örgütlenmesini gündeme getirdi.

Almanya’da MİT faaliyetleri neredeyse yasal. Alman devleti, bu faaliyetleri bilmesine rağmen engel olmuyor, dokunmuyor. Yakalananlar ya para karşılığı serbest bırakılıyor ya da “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle haklarında takipsizlik kararı veriliyor.

Hepimiz Kürt’üz! (Nubar OZANYAN)

İttihatçı soykırımcı Kemalist zihniyet yine katliam ve yıkım peşinde. Aklını ve elini Kürdistan’ı bombalamak, ormanları yakmak, sel faciası ile başbaşa bırakmak, Kürt emekçilerini ırkçı saldırılarla katletmek için kullanmaktadır. Manavgat, Muğla, Antalya, Adana, Mersin, Kayseri, Adana, Muş alev alev yanarken bir yangın söndürme uçağı bile “bulamayan” AKP-MHP faşist iktidarı, Kürdistan'ın her karış toprağını onlarca uçakla bombalayabilmektedir.  

TKP-ML MK-SB: Irkçı Faşist Saldırıların Sorumlusu TC Devletidir!

Saldırıların Hesabını Birleşik Mücadelemizi Zafere Taşıyarak Soracağız!

TC faşizminin yönetememe krizi derinleştikçe her alanda saldırganlığı artmaktadır. AKP-MHP faşizmi iktidarını sürdürebilmek için her türlü yol ve yöntemi kullanmaktadır. Son günlerde Kürt halkına yönelik artan ırkçı saldırılar bunun en somut göstergesidir. İzmir’de Deniz Poyraz’ın faşist bir saldırı sonucunda katledilmesinden sonra Kürt halkına yönelik artarak devam eden ırkçı saldırılarda onlarca insan yaralanmış, Ankara’da bir kişi öldürülmüştür.

CIA’nın, Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri-4

Mussolini Faşizminden Kemalist Faşizme Hediye:141-142

Vurun Kürt’e! Vurun Ermeni’ye!(Nubar OZANYAN)

Ne zaman fındık, pamuk, çay toplayan Kürt işçilerine yönelik bir saldırı olsa yüreğim yanar. İçim acır. Bir asırdır bitmeyen bu iğrenç saldırıları halkımız iyi tanır. Ermeni halkı, ırkçılığın ne olduğunu yaşadığı katliamlardan, yediği darbelerden bilir. Amed’in Xançepek Mahallesi’nde bir köşeye sıkıştırılıp taşla, sopayla, yumruk ve tekmeyle yere düşünceye kadar dövülen, kanlar içinde sövülen Ermeni gençlerinden tanır insanlığın başına bela olan bu saldırıları.

Kendi sahamızda amansız olmak...

Politikanın tüm çalışmaların can damarı olduğu ilkesi Marksizm-Leninizm-Maoizm’in temel ilkelerinden biridir. Proletarya partilerinin başarı ya da başarısızlıklarının incelenmesi, gerçekte politikaların incelenmesine dayanır.

Eğer doğru bir politik çizgiden yoksunsa her proletarya partisi, güçlü örgütlenmelere, emek ve çabaya rağmen önemli gerilemeler, kayıplar yaşar. Doğru bir politikanın varlığı ise güçsüzlükten güçlenmeye, örgütsüzlükten örgütlenmeye, eylemsizlikten eylemliliğe, durgunluktan ilerlemeye gidiş için olmazsa olmazdır.

Türküler yanmaz (İmera Fera Yeşilgöz)

Anne ve baba tarafından Sivas’lı, Alevi bir ailenin çocuğuyum. Küçüklüğümüzde ailemiz, eğer birileri Alevi olup olmadığımızı sorarsa gizlemememiz gerektiğini, fakat söz açılmadıkça da söylememizi öğütlerdi. Kardeşler olarak aramızda, Alevi olmak ne demek ve neden açıkça dile getirilemiyor anlam veremezdik. Gittiğimiz yerlerde nereli olduğumuz öğrenildikten sonra, “yananlardan mısınız, yoksa yakanlardan mı?” diye sorarlardı. Kimlik soy ismimiz Yanar’dır. Biz, her defasında soy ismimizden dolayı “yananlardanız” derdik.

Sayfalar