Pazartesi Ocak 20, 2025

“Biz, insanın eski benliğini fırlatıp atması gerektiğini söylüyoruz*”

Her birey, içinde şekillendiği toplumun izlerini taşıyarak mücadeledeki yerini alır. Ancak mücadeleye katıldıktan sonra bu izleri bir çırpıda söküp atmak mümkün olmaz. Bu süreç ağır, sancılı, acı verici ve görece uzun bir zamanı kapsayacak şekilde işler.

Bireyin aileden başlayarak almaya başladığı eğitimin kazandırdığı düşünce biçimi, bakış açısı ve davranış kalıplarının kısa vadede ve kolayca aşılması mümkün değildir.

Çünkü bütün bunlar uzun yıllar boyunca, sürekli ve sistemli bir şekilde bireye aşılanmış, kişi böyle eğitilmiştir. Dolayısıyla bütün bu öğretilmişlerin sökülüp atılması hem belli bir zaman alacaktır  ve hem de ancak sistemli ve sürekli bir çalışma ile mümkün olabilecektir. Elbette bütün bunlar sınıf mücadelesinin güncel görevlerinden kopuk bir şekilde değil, tam tersine onun en yoğun çalışma alanlarının içinde olunarak başarılabilecektir.

Ülkemiz nüfusunun ağırlıklı bölümünü küçük burjuvazinin oluşturduğunu söylüyoruz. Aynı durum mücadele alanlarının çoğunluğu için de geçerlidir. Bu durum, küçük burjuva düşünüşün kendine ait ideoloji ve alışkanlıklarını da kendisi ile birlikte saflara taşıdığı anlamına gelir.

Bu ideolojik duruş ve alışkanlıklar tartışılmadan, değiştirip dönüştürülmeden, saflarımızdan tamamen sökülüp atılmadan, yerine proletaryanın ideolojisi inşa edilmeden başarıya ulaşmak mümkün değildir.

Bırakalım başarıyı, var olan başarıları tüketen, değerleri çürüten, kazanımları yıpratan bir noktaya savrulmamak dahi zordur. Nedeni basittir: küçük burjuvazinin üretim süreciyle ilişkisinin geliştirdiği bakış açısı, bir düşünce yöntemi vardır. Bu küçük burjuvazinin üretim süreci içindeki bireysel, istikrarsız, kararsız konumuyla alakalıdır.

Nasıl yaşarsan öyle düşünürsün” esprisiyle özetlenebilecek bu durum, küçük burjuvazinin bakış açısının da tek yanlı, kendisiyle sınırlı, dışarıdan esen rüzgâra göre yön değiştirebilen, parçayı görüp gördüğünü bütün zanneden, bildiğini mutlak sanan vs. özelliklerini beraberinde getirir. Bunların hepsinin toplamı öznelciliği   ifade eder ki, öznelcilik ortaya yalnızca “hata”ları çıkarır, başarıları değil.

Faaliyetlerimize ve ilişkilenmelerimize şöyle bir göz attığımızda dahi görürüz ki, neredeyse tüm hatalarımızın altından bu düşünme yöntemi çıkar. Bütün bunların mücadelemize ne kadar zarar verdiğini görebilmek için, öne çıkan birkaç hatamızı masaya yatırıp incelemek yeterli olacaktır.

Dolayısıyla hatalarımızın büyük bölümünün nedeni bu düşünme yönteminin, onun tam karşıtı  ile yani diyalektik materyalist bakış açısı ve düşünme yöntemi ile yer değiştirmesi gerekir.

Küçük burjuvazinin bahsini ettiğimiz yaşam tarzı olumsuz kimi alışkanlıklarda kendini gösterir. Üretim sürecine uzaklık ve yakınlığına ya da bunun yaşam içinde aldığı biçime paralel olarak bu alışkanlıklar değişken özelliklere sahiptir. Ancak hepsinin temel/ortak özellikleri de vardır.

Bunların en başında birey merkezli düşünce sistematiği gelir. Bu, bireyin çıkarlarını esas alacak şekilde davranmak, bireyin istem ve ihtiyaçlarına yanıt olacak yönde hareket  etmek, gelişmeleri kendine göre yorumlamak vb. olarak ortaya çıkar. Tüm bu pratikler kendine aynı zamanda kolektifin çıkarlarını esas almamak, onun istem ve ihtiyaçlarına uygun konumlanmamak, günceli kolektifin penceresinden yorumlamamak vb. olarak okunabilir.

Çünkü her sınıfın olduğu gibi küçük burjuvazinin de kendine ait sınıf alışkanlıkları vardır ve bunun gerektirdiği gibi hareket eder. Bu alışkanlıkları örgüt içinde de yaşamaya, devam ettirmeye çalışır. Bu da kolektif ortamı çürüten bir rol oynadığından, onun ilerlemesini yavaşlatır ve aksatır, hedefinden uzaklaştırmaya çalışır. Oysa mücadelemiz toplumsal çıkarlar uğrunadır. Dolayısıyla bireysel çıkarların ön planda olduğu her türlü mücadele ve davranışı reddetmekteyiz.

Savaş içinde yıkılanın yerine neyin inşa edileceğinin de bilinmesi ve adım adım inşa etmeye yönelinmesi gerekir.

Yani bir yandan bünyemizde küçük burjuvaziye ait ne varsa yıkmaya çalışırken, diğer yandan bunun yerine proletaryanın ideolojisinin inşa edilmesinden bahsediyoruz. Ancak her ikisinin de, bu değişim için savaşımın seyri içinde ve tanıma-bilme-anlama süreci ile iç içe bir şekilde olacağını ve bütün bunların bir anda, bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini, zamana ihtiyaç olduğunu bilmeliyiz.

Burada önemli bir konu vardır ki; o da bu yıkım ve inşa sürecinin, bireyin tek başına kendi iç savaşımıyla olmayacağı/ olamayacağıdır. Yürütülen şey içte ve dışta bir sınıf mücadelesidir. Ve sınıf mücadelesi, dışarıdaki düşmana karşı olduğu kadar kolektifimiz içinde de ideolojik olarak devam etmektedir.

Dolayısıyla, bireyin iradesinin dışında, nesnel bir gerçeklik olarak süregiden sınıf mücadelesinin, kolektif içinde ve dışındaki yansımalarına yönelik müdahale olmadan bireyin iç savaşımında da ilerleme kaydedemeyeceği bilinmelidir.

Bundandır ki, bireyin içinde yürüttüğü mücadele, kolektif içinde yürütülen ideolojik mücadele ile bütünleşmelidir. Aynı şekilde kolektif içinde yürütülen ideolojik mücadele, dışarıdaki düşmana karşı verilen savaşla da bütünleşmelidir. Bütün bunların gelişiminin, birbirinin başarısını doğrudan belirleyen bir konumda olduğu unutulmamalıdır.

*Mao Zedung

4567

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar