Cuma Ocak 3, 2025

“Biz, insanın eski benliğini fırlatıp atması gerektiğini söylüyoruz*”

Her birey, içinde şekillendiği toplumun izlerini taşıyarak mücadeledeki yerini alır. Ancak mücadeleye katıldıktan sonra bu izleri bir çırpıda söküp atmak mümkün olmaz. Bu süreç ağır, sancılı, acı verici ve görece uzun bir zamanı kapsayacak şekilde işler.

Bireyin aileden başlayarak almaya başladığı eğitimin kazandırdığı düşünce biçimi, bakış açısı ve davranış kalıplarının kısa vadede ve kolayca aşılması mümkün değildir.

Çünkü bütün bunlar uzun yıllar boyunca, sürekli ve sistemli bir şekilde bireye aşılanmış, kişi böyle eğitilmiştir. Dolayısıyla bütün bu öğretilmişlerin sökülüp atılması hem belli bir zaman alacaktır  ve hem de ancak sistemli ve sürekli bir çalışma ile mümkün olabilecektir. Elbette bütün bunlar sınıf mücadelesinin güncel görevlerinden kopuk bir şekilde değil, tam tersine onun en yoğun çalışma alanlarının içinde olunarak başarılabilecektir.

Ülkemiz nüfusunun ağırlıklı bölümünü küçük burjuvazinin oluşturduğunu söylüyoruz. Aynı durum mücadele alanlarının çoğunluğu için de geçerlidir. Bu durum, küçük burjuva düşünüşün kendine ait ideoloji ve alışkanlıklarını da kendisi ile birlikte saflara taşıdığı anlamına gelir.

Bu ideolojik duruş ve alışkanlıklar tartışılmadan, değiştirip dönüştürülmeden, saflarımızdan tamamen sökülüp atılmadan, yerine proletaryanın ideolojisi inşa edilmeden başarıya ulaşmak mümkün değildir.

Bırakalım başarıyı, var olan başarıları tüketen, değerleri çürüten, kazanımları yıpratan bir noktaya savrulmamak dahi zordur. Nedeni basittir: küçük burjuvazinin üretim süreciyle ilişkisinin geliştirdiği bakış açısı, bir düşünce yöntemi vardır. Bu küçük burjuvazinin üretim süreci içindeki bireysel, istikrarsız, kararsız konumuyla alakalıdır.

Nasıl yaşarsan öyle düşünürsün” esprisiyle özetlenebilecek bu durum, küçük burjuvazinin bakış açısının da tek yanlı, kendisiyle sınırlı, dışarıdan esen rüzgâra göre yön değiştirebilen, parçayı görüp gördüğünü bütün zanneden, bildiğini mutlak sanan vs. özelliklerini beraberinde getirir. Bunların hepsinin toplamı öznelciliği   ifade eder ki, öznelcilik ortaya yalnızca “hata”ları çıkarır, başarıları değil.

Faaliyetlerimize ve ilişkilenmelerimize şöyle bir göz attığımızda dahi görürüz ki, neredeyse tüm hatalarımızın altından bu düşünme yöntemi çıkar. Bütün bunların mücadelemize ne kadar zarar verdiğini görebilmek için, öne çıkan birkaç hatamızı masaya yatırıp incelemek yeterli olacaktır.

Dolayısıyla hatalarımızın büyük bölümünün nedeni bu düşünme yönteminin, onun tam karşıtı  ile yani diyalektik materyalist bakış açısı ve düşünme yöntemi ile yer değiştirmesi gerekir.

Küçük burjuvazinin bahsini ettiğimiz yaşam tarzı olumsuz kimi alışkanlıklarda kendini gösterir. Üretim sürecine uzaklık ve yakınlığına ya da bunun yaşam içinde aldığı biçime paralel olarak bu alışkanlıklar değişken özelliklere sahiptir. Ancak hepsinin temel/ortak özellikleri de vardır.

Bunların en başında birey merkezli düşünce sistematiği gelir. Bu, bireyin çıkarlarını esas alacak şekilde davranmak, bireyin istem ve ihtiyaçlarına yanıt olacak yönde hareket  etmek, gelişmeleri kendine göre yorumlamak vb. olarak ortaya çıkar. Tüm bu pratikler kendine aynı zamanda kolektifin çıkarlarını esas almamak, onun istem ve ihtiyaçlarına uygun konumlanmamak, günceli kolektifin penceresinden yorumlamamak vb. olarak okunabilir.

Çünkü her sınıfın olduğu gibi küçük burjuvazinin de kendine ait sınıf alışkanlıkları vardır ve bunun gerektirdiği gibi hareket eder. Bu alışkanlıkları örgüt içinde de yaşamaya, devam ettirmeye çalışır. Bu da kolektif ortamı çürüten bir rol oynadığından, onun ilerlemesini yavaşlatır ve aksatır, hedefinden uzaklaştırmaya çalışır. Oysa mücadelemiz toplumsal çıkarlar uğrunadır. Dolayısıyla bireysel çıkarların ön planda olduğu her türlü mücadele ve davranışı reddetmekteyiz.

Savaş içinde yıkılanın yerine neyin inşa edileceğinin de bilinmesi ve adım adım inşa etmeye yönelinmesi gerekir.

Yani bir yandan bünyemizde küçük burjuvaziye ait ne varsa yıkmaya çalışırken, diğer yandan bunun yerine proletaryanın ideolojisinin inşa edilmesinden bahsediyoruz. Ancak her ikisinin de, bu değişim için savaşımın seyri içinde ve tanıma-bilme-anlama süreci ile iç içe bir şekilde olacağını ve bütün bunların bir anda, bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini, zamana ihtiyaç olduğunu bilmeliyiz.

Burada önemli bir konu vardır ki; o da bu yıkım ve inşa sürecinin, bireyin tek başına kendi iç savaşımıyla olmayacağı/ olamayacağıdır. Yürütülen şey içte ve dışta bir sınıf mücadelesidir. Ve sınıf mücadelesi, dışarıdaki düşmana karşı olduğu kadar kolektifimiz içinde de ideolojik olarak devam etmektedir.

Dolayısıyla, bireyin iradesinin dışında, nesnel bir gerçeklik olarak süregiden sınıf mücadelesinin, kolektif içinde ve dışındaki yansımalarına yönelik müdahale olmadan bireyin iç savaşımında da ilerleme kaydedemeyeceği bilinmelidir.

Bundandır ki, bireyin içinde yürüttüğü mücadele, kolektif içinde yürütülen ideolojik mücadele ile bütünleşmelidir. Aynı şekilde kolektif içinde yürütülen ideolojik mücadele, dışarıdaki düşmana karşı verilen savaşla da bütünleşmelidir. Bütün bunların gelişiminin, birbirinin başarısını doğrudan belirleyen bir konumda olduğu unutulmamalıdır.

*Mao Zedung

4550

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar