Çarşamba Şubat 26, 2025

"Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren üç yiğit çocuk!"

Ankara: 21 Ekim günü Dersim’in Pulur ilçesi Şahverdi köyünde TC askerleriyle girdikleri çatışmada ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO savaşçıları Cengiz İçli, Hakan Çakır ve Özgüç Yalçın için dün Ankara’da anma toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıda Şahverdi’de TC askerleri tarafından işkenceyle katledilen Özgüç Yalçın (Sefkan)’ın babası Sermet Yalçın tarafından yapılan konuşmayı paylaşıyoruz:

“Dostlar,

Burada, efsaneler diyarı Dersim’in söylenceleri arasında kendilerine de yer açarak unutulmazlaşan üç çocuğumuzu; 21 Ekim’i 22 Ekim’e bağlayan gece Dersim’in Pulur (Ovacık) ilçesi Şahverdi Köyü çıkışında kendilerine pusu kuran TC güçlerinin açtığı ateşe ateşle karşılık veren, yaşanan çatışma sonucunda ölümsüzleşen iki yiğit evladımız Hakan Çakır ve Cengiz İçli ile gerek köylülerin anlatımı, gerekse bedeni üzerindeki bariz izlerin gösterdiği üzere, sonuna kadar sürdürdüğü çatışmanın ardından sağ olarak ele geçen, bilgi almak için kendisine yapılan vahşice işkenceler karşısında ağzından sadece devrimci sloganlar çıkan, düşmanına sırrını vermiş biri olarak yaşamaktansa gözünü kırpmadan ölümü tercih eden ve 22 Ekim sabahına karşı ölümsüzleşen oğlumuz, yoldaşımız, her şeyimiz Özgüç’ümüzü anmak üzere toplanmış bulunuyoruz.

İlkin, bu anma toplantısının Özgüç’ümüzün çok sevdiği, her sokağını karış karış bildiği, insanlarına sevgi ve saygı duygularıyla bağlandığı ve onlardan da aynı biçimde sevgi ve saygı gördüğü Tuzluçayır’da yapılmasını çok anlamlı bulduğumuzu belirtmek ve toplantıyı düzenleyen arkadaşlara teşekkürlerimizi sunmak istiyoruz.

Dostlar,

Eşitlik, adalet, özgürlük, sosyalizm, komünizm mücadelesinde akıttıkları kanları Mercan Vadisi’nde birbirine karışan yiğit üçlünün hepsi bizim çocuğumuzdur, hepsi yoldaşımızdır ve yaşadığımız sürece de hep çocuğumuz ve yoldaşımız olarak kalacaklardır. Ancak elbette biz onların arasından, yaşam sürecinin gelişimine çok yakından tanık olduğumuz Özgüç’ümüz hakkında daha etraflı bir değerlendirme yapma şansına sahibiz.

Burada uzun uzun Özgüç’ün yaşam öyküsünü anlatmayı düşünmüyoruz; sadece önemli gördüğümüz birtakım noktaların altını çizmek istiyoruz.

Her şeyden önce Özgüç’ün kimliği ve mücadelesi Türkiye devrimci ve komünist hareketi açısından sembolik bazı özellikler taşımaktadır.

Özgüç 1987 yılında Ankara’da büyük bir sevinç ve neşe kaynağı olarak ailemize katıldığında, ona hangi ismi koyacağımız konusunda hiçbir sıkıntı ve tereddüt yaşamadık. Zira hayatımızdan çok derin izler bırakarak geçen çok sevdiğimiz bir Özgüç’ümüz daha vardı. Özgüç Tuncay, oğlumuzdan tam 30 yıl önce, bizim de asıl köyümüz olan Artvin’in merkez ilçesine bağlı Orcuk (Oruçlu) Köyü’nde doğmuştu. Benim öz dayımdı, ama aramızdaki yaş farkı bir yıl bile değildi. Yakın çocukluk ve gençlik arkadaşım, sırdaşım, bu dünyanın gördüğü en güzel insanlardan biri ve yine yiğit bir Devrimci Yol militanı olan Özgüç Tuncay, 1980 Kasımında, 12 Eylül döneminin en karanlık döneminde Fatsa kırsalında devlet güçleriyle girdiği bir çatışmada ölümsüzleşmişti. İşte oğlumuza, akıbetinin sarsıcı bir şekilde onunkine benzeyeceği bu cesur ve güzel insanın adını verdik.  

İki Özgüç’ün yaşam ve ölümsüzleşme biçimleri, ülkemiz üzerindeki karanlığın aynen devam ettiğini, ancak buna karşı verilen mücadelenin de aralıksız sürdüğünün açık bir göstergesidir.

Oğlumuz biraz büyüyünce adını aldığı Özgüç Tuncay’ın hayatını öğrendi, onun arkadaşlarıyla tanıştı ve onlardan birçok bilgi edindi. Özgüç’ümüz böylece Devrimci Yol’cuların da çocuğu oldu. Bugün onların bir kısmı da çeşitli biçimlerde Özgüç Yalçın’ı çocuğumuz diye anıyorlar.

Özgüç’ün anne-babası olarak biz, bir kısmınızın bildiği gibi siyaseten Mustafa Suphi TKP’sinden geliyoruz. Onun saflarında mücadele ettik ve sosyalizm-komünizm mücadelesinde kendi çapımızda bedeller ödedik. Özgüç, ailesinden ve çevresinden dolayı TKP’yi tanıdı, öğrendi. Bugün eski TKP’liler de çeşitli etkinliklerinde ve yayınlarında onu çocuğumuz diyerek anmaktadırlar.

Özgüç üniversite sınavını kazanıp Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü’ne girdiğinde ESP’li oldu ve böylece sosyalist hareketin başka bir kulvarını daha tanıdı. Daha sonra oradan ayrılsa da, buradan da bir şeyler öğrendi.

Aslında o, bunların dışında, kendi sıcak ve girişken yapısıyla başka birtakım hareketlerle de değme noktaları kurdu, onları da tanıdı.

Bu siyasal şekillenme süreci iki özelliğe işaret etmektedir:

Birincisi, Özgüç’ün siyasal kimliği Türkiye devrimci ve komünist hareketinin geniş bir kesiminden beslenmiştir; yani yaygın metaforu kullanırsak, bu çelik suyunu birçok kaynaktan almıştır. Tabii ki sadece sudan çelik oluşmaz, işlenecek demir de gerekir. Her zaman özgün bir kişiliğe sahip olmuş Özgüç’te sağlam bir çelik olmak için gereken temel fazlasıyla vardı.

İkincisi, bu tanışıklıklar, onun Türkiye devrimci ve komünist hareketinin teorik-ideolojik-siyasal genel durumuna önemli oranda vakıf olmasını sağlamıştır.

Hareketin genel perspektifler anlamında yaşadığı tıkanıklıkların tamamen farkında olan Özgüç, yaklaşık otuz yıldır süren ve hâlâ ciddi bir sonuç üretmemiş “büyük” tartışmalara yakından aşinaydı, ama o, bu tartışmaya çok sıcak bakmadı, kendi kişiliğine de uygun biçimde hep kavganın en ortasına atlamayı seçti, bugünkü tıkanma noktalarını aşmak için en doğru yolun böylesi bir pratik olduğunu düşündü.

Böylece sonunda kendi mücadele anlayışına en uygun hareket olarak gördüğü Partizan saflarına katıldı. Zaten önceden önemli oranda çelikleşmiş böyle bir kadronun kendisinin saflarını seçmiş olmasının, bu hareket tarafından da bir gurur kaynağı olarak görülmesi gerektiği fikrindeyiz.

Özgüç, asıl olarak, hareketin “büyük” tartışmalar tarafını değil, insan sıcaklığı, özveri, mücadelecilik, çalışkanlık, paylaşımcılık, yiğitlik, mütevazılık, direngenlik gibi taraflarını, yani akıldan ziyade yürek tarafını temsil etmektedir.

Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin, Özgüç’ün de yetkin temsilcilerinden birisi olduğu bu yürek tarafını kaldırırsanız hareketten geriye pek fazla şey kalmaz. Toplum içinde, özellikle de genç kuşaklar arasında harekete yönelik hâlâ şu veya bu oranda süren ilginin temel kaynağı da bu tarafımız değil midir zaten?

Bu sadece bir saptamadır. Devrimci akılla ve gerçekle bağı yeterince güçlü olmayan yüreğin romantizm demek olup olmadığı, bu yoğun romantizmin gündemi kendi dışından belirlenen, tepkiciliğin sınırlarını aşamayan müzmin muhalif bir harekete yol açıp açmayacağı ve bu tarzın kazanmamıza yetip yetmeyeceği tartışması elbette önemlidir, ama bu tartışmanın yeri burası değildir.

Burada öz olarak söylemek istediğimiz, Özgüç’ün, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin üretmeyi ve sürdürmeyi başardığı ana değerleri kişiliğinde toplamış olduğudur.

Dostlar,

Bir anne-baba, çocuğundan, onun kendilerine onur ve gurur getirmesinden öte ne bekleyebilir? Özgüç’ümüz hep bizim en büyük onur ve gurur kaynağımız olmuştur ve her zaman da öyle olacaktır.

Çocuğumuzla olan ilişkimize en ufak bir suçluluk veya pişmanlık duygusunun gölgesi düşmemiştir, düşemez. Özgüç’ün devrimciliğin ne olduğunu öğrenmesinde, o müthiş insan sıcaklığını, kocaman yüreğini, paylaşımcılığını, çalışkanlığını, yiğitliğini, mütevazılığını ve direngenliğini edinmesinde biraz olsun katkımız varsa bundan sadece gurur duyarız. Onu hep büyük bir sevgi ve saygıyla büyüttük, ondan da aynı sevgi ve saygıyı gördük. Artık kendi kararlarını verecek yaşa geldiğinde, kararlarını bazen eleştirdik, ama ona hep güvendik ve hiçbir zaman onun kişiliğini çiğnemedik. O kendi kararlarını kendisi verdi, biz de saygı gösterdik.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerden birisi, belki de birincisi, varoluşunu anlamlandırma zorunluluğudur. Zira insan, akla sahip olmakla bir trajediye de mahkûm olmuştur. Bir yandan bu aklın nimetlerinden yararlanır, ama öte yandan ölümün kaçınılmazlığına karşın doğup yaşamanın ve insan ömrünün sonsuz yaşam döngüsünde neredeyse bir nokta bile olmamasının saçmalık derecesindeki tuhaflığını bilme durumuyla da baş etmek zorundadır. Bu baş döndürücü hiçlik uçurumuna yuvarlanmamayı da ancak varoluşunu anlamlandırarak başarabilir. Özgüç varoluşunu, hayatını, en güzel değerlerle anlamlandırmıştır. Bu anlamlandırma, ölüm ya da ihanetten başka seçenek bulunmayan korkunç bir son sınava sokulduğunda, o bu sınavdan da alnının akıyla çıkmış, hepimize o çok korkulan ölümün de bir başarı biçimi olabileceğini göstermiştir; bu tavrıyla düşmanına korku, dostuna güven ve onur vermiştir. Bu yüzdendir ki Özgüç’ün bu sınavdaki mağduriyetinden ziyade başarısının öne çıkarılması bizce daha doğrudur.

Elbette bu, ona yaşatılanların peşini bırakacağız anlamına gelmiyor, elimizden gelen her şeyi yapacak ve eninde sonunda, şöyle ya da böyle, bütün bunların hesabını soracağız. Adli süreçleri başlatmak için ön hazırlıklarımızı yaptık, otopsi raporunu bekliyoruz. Rapor elimize geçince süreci başlatacağız.

Biz, sistemin dayattığı “ye, iç, üre, tüket, çalış, itaat et ve öl” yani kısaca “bir böcek gibi yaşa” düsturuna dayalı hayat formunu, asla tek ve mutlak yaşam formu olarak görmedik. Şu da açıktır ki bir hayatın değeri uzunluğu veya kısalığıyla ölçülemez. Oğlumuz, kendi yaşama biçimiyle 28 yıllık ömrüne birkaç ömür sığdırdı; gümbür gümbür yaşadı, gümbür gümbür gitti ve dünyaya silinmez bir imza attı. Bunu kaç kişi becerebilir?

Bu yüzdendir ki yılgınlık, yıkılmışlık, suçluluk ve korku görmek isteyenler boşuna bakacaklar gözlerimize. İnsanız, belki en güzel ve en büyük varlığımızı kaybetmiş olmanın verdiği acımızı gizleyemeyeceğiz, ancak gözlerimize bakanlar daha çok öfke, isyan, mücadele azmi ve kararlılık görecekler onlarda.

Şunu da söylemek gerek: Biz Özgüç’e sadece bir şeyler vermedik, o da bize hep yeni ufuklar açtı. Örneğin onun sayesinde Dersim’i ve onun güzel, çilekeş, zulme karşı inatla direnen yiğit insanlarını yakından tanıma fırsatını bulduk. Bu vesileyle, burada, Özgüç’ü ve bizi anlatılması zor bir dostluk ve sevgiyle kuşatan Dersimlilere, özellikle de onu, hepimizi derinden etkileyen bir içtenlik ve sahiplenmeyle hak ettiği gibi uğurlayan ve bizi hiçbir karşılık beklemeksizin bağrına basan yüce gönüllü Hozatlılara en derin şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz. Oğlumuzun Hozat’taki mezarının yanında kendi yerlerimizi de ayırttık; Artvinli olduğumuz kadar Dersimliyiz, Hozatlıyız da artık.

Dostlar,

Neredeyse hep Özgüç’ümüzden söz ettik. Umarız onun kardeşlerine, Hakan’ımıza ve Cengiz’imize haksızlık etmiyoruzdur. Sorun şu ki maalesef henüz onların yaşam öykülerini Özgüç’ünkü gibi yakından bilmiyoruz. Buna karşın onların da aynen Özgüç gibi büyük cevherler olduğuna yürekten inanıyoruz. Ne yazık ki bizi ancak ölüm yan yana getirse de, ailelerimiz arasındaki bağ güçlüdür. En kısa zamanda Hakan’ımızı ve Cengiz’imizi de daha yakından tanımak, bu konudaki kusurumuzu gidermek üzere harekete geçeceğiz.

Son olarak şunu belirtmek isteriz: Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren bu üç yiğit çocuğumuzu anmanın en güzel yolunun, onların yaşamları pahasına verdikleri özgürlük, eşitlik, adalet, sosyalizm, komünizm mücadelesinin bayrağını daha da yukarıya kaldırmak, onların hülyalarını gerçekleştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmak olduğuna inanıyoruz. Biz kendi payımıza, bu çabayı ömrümüz oldukça sürdüreceğimize bir kez daha söz veriyoruz.

Biliyoruz, yeni çocuklar doğacak ve onlara Cengiz’in, Hakan’ın, Özgüç’ün adları verilecek. Biliyoruz, Türkiye devrimci ve komünist hareketi er ya da geç kendine bir çeki düzen verip çok daha güçlü bir biçimde ayağa kalkacak. Biliyoruz, sonunda biz kazanacağız.

Yaşasın Marksizm-Leninizm!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!

Yaşasın Komünizm!

Yaşasın Halkların Kardeşliği!

Kahrolsun Zulüm ve Sömürü Düzeni Kapitalizm!”

48085

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar