Bizim Mazlum (Keko) (Nubar Ozanyan)

21 Mart’ın bir sabah serinliğinde karagözlü Mazlum Doğan’ın (Keko) devrimci eylemi zindandaki tüm tutsaklarda deprem sarsıntısı yarattı. Onurlu bir devrimci feda pratiğini başkasından istemez. Mazlum üç kibrit çöpüyle isyan ateşini tutuşturdu. Faşizmin kalbine saplanan hançer oldu.
Her 21 Mart’ta gitmek istemesem de anılarım beni alıp zorunlu olarak ölüm kokan mezarlığa 5 Nolu Zindan’ın karanlık koridorlarına götürüyor. İşkence nedir dostum? İşkence altında neler yaşanır arkadaş? İnsanlık dışı hangi uygulamalar yapılırsa işkence olur? diye bir soru sorsam. Alacağım yanıtların hiçbirinin yaşadıklarımıza yakın bile olamayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Yaşadıklarımıza, tanıklıklarımıza, parçalanan duygu dünyamıza tanım olamayacağını biliyorum. Bırakalım 5 Nolu’da yaşananları tanımlamayı, hayal bile edilemeyeceğini düşünüyorum.
İşkence merkezinden, ölümün bir kurtuluş olarak arandığı vahşet dolu günlerden bahsediyoruz. 5 Nolu Zindan’dan, Mazlum Doğan’ın tarihi eylemini gerçekleştirdiği karanlık mekandan bahsediyoruz. İşkence yapmak için pusuya yatmış, bir canavar gibi ağzını açmış ve Mazlumları yutmayı bekleyen zindandan bahsediyoruz. Koridorlar, havalandırmalar, koğuş ve hücrelerin çığlık ve feryat seslerinden başka bir şey duymadığı ölüm kampından bahsediyoruz. Bitmeyen şiddet dalgasından bahsediyoruz. Zulümle birlikte teslimiyetin ve onursuzluğun dayatıldığı-yaşatıldığı bir dönemden bahsediyoruz.
Teslimiyeti fiziksel, bireysel ya da sınırlı zamana ait bir olgu olarak düşünmemek gerekir. Bundan daha derin ve kapsamlı, bütünlüklü toplumsal ve zihinsel yıkım, ruhsal parçalanmışlık ve çöküş olarak ele almak gerekir. Özgürlük ve kurtuluş fikrinin teslim alındığı geleceğe olan inancın öldürülmeye çalışıldığı, irade ve kararlılığın, insana ait her değerlerin yıkılması olarak değerlendirmek gerekir.
Teslimiyet ve ihanet dalgası çıldırmış bir şekilde önüne kattıklarını alıp götürürken buna karşı intihar etme fikri ve pratikleri de çözüm olarak sunuldu. İnsan hayatının ucuz olduğu bir mekanda ve tarihte Nazi cehenneminde ölümü göze almadan ölüme ideolojik-psikolojik şekilde tam anlamıyla hazır olunmadan direnmek mümkün değildi. Direnmenin sonunda ölümün mutlak olduğu bir gerçekti. Ancak direnmek intihara benzemez. Ölünecekse direnerek ölmek en onurlu tavırdır. Direnmek dost ve düşmanlar nezdinde saygı ve bitmeyen bir sempati uyandırır. Mazlum Doğan arkadaşın 1982 yılındaki karanlığı parçalayan devrimci eylemi, biz zindan tutsaklarında büyük bir saygınlık ve bitmeyen-bitmeyecek bir sempati yarattı. Herkesin işkence ve zorbalık karşısında sustuğu, konuşmaya ve direnmeye cesaret göstermekte oldukça tereddüt yaşadığı bir dönemde Mazlum Doğan arkadaşın feda eylemi dönemin Dehakların kalbine vurulan bir hançer gibiydi.
Mazlum Doğan, PKK kurucu kadrolarından, birikimi ve devrimci duruşuyla etrafındakiler üzerinde oldukça etki bırakan yılmaz bir öncüdür. Mazlum Doğan, 5 Nolu Amed Zindan karanlığında hücrelerimize ve yüreklerimize sızan güneş ışıltısıdır. Gözleri parıldatan, güneşe ve ışığa döndüren anın öncüsüdür. İşkencenin artık dayanılmaz hal aldığı, her koridorun, her havalandırmanın, her görüş kabininin ağır işkencelerle tutsak alındığı bir süreç yaşadık. Sabahın kör karanlığından gecenin bilinmez saatlerine kadar süren işkence ve onun yarattığı zulüm nezdinde duyulan seslerin insan bedeni ve psikolojisinde artık normal hiçbir şey bırakmadığı bir dönemi yaşadık. Devrimci tutsak öldürmenin serbest, insan gibi konuşmanın, yazışmanın, bakışmanın, selamlaşıp tebessüm etmenin bile yasaklandığı bir zaman dilimini biz 5 Nolu Zindan tutsakları olarak yaşadık.
Adına itiraf denilen teslimiyetin ihanete ve onursuzca bir yaşama sürüklendiği, devrimciler için katlanılamaz bir yaşamdan bahsediyoruz.
21 Mart’ın bir sabah serinliğinde karagözlü Mazlum Doğan’ın (Keko) devrimci eylemi zindandaki tüm tutsaklarda deprem sarsıntısı yarattı. Hücre ve koğuşlardan yükselen fısıltı halindeki konuşmalar, gözlere dolan yaşlar zorlukla alınan nefesler yaşattı. O gün büyük bir devrimci yürek sustu. O gün Kürt halkının Mazlum’u teslimiyete, ihanete ve karanlığa karşı genç bedenini barikat yaparak özgürlüğün onurlu bayrağını işkencecilerin kalbine sapladı. Üç kibrit çöpüyle karanlığı aydınlattı. Yüreğinde güneş saklayan, bilincinde devrime, özgürlüğe ve sosyalizme ait bilgileri biriktiren kütüphane isimli yoldaş canlısı, gözlerinde ışık gezdiren Dersimli yoldaşımız, Mazlumumuz artık aramızda değildi.
Onurlu bir devrimci feda pratiğini başkasından istemez. Mazlum üç kibrit çöpüyle isyan ateşini tutuşturdu. Faşizmin kalbine saplanan hançer oldu. Ve öyle bir ateş yaktı ki 40 yıldır söndürülemiyor. Her söndürme pratiği daha da harlanarak büyüyen bir devrime dönüşüyor.
İnsanlığın çökertildiği devrimciliğin isminin bile anılmak istenmediği bir süreçte düşmanın bağrına hançer gibi saplanan keskin bir bıçak oldu Mazlum Doğan. Tıpkı İbrahim Kaypakkaya yoldaş gibi zulüm ve ihanet karşısında ser vermenin, feda ruhunun sembolü oldu. 5 Nolu Amed Zindanı’nda zulüm gören ağır işkenceler yaşayan günümüze kadar yaşayan her eski tutsağın Mazlum arkadaşa büyük bir devrimci borcu vardır. O sadece Kürt ulusal özgürlük hareketinin Mazlum Doğan’ı değildir. Baskı ve zulüm altında özgürlük arayan onurlu bir gelecek hayal eden her halkın MAZLUM’udur. Onurudur. Direniş ve kararlılık sembolüdür. Onu, nasıl ve hangi başlık altında anlatmaya çalışırsak çalışalım, tıpkı 5 Nolu Zindan’da yaşanılanları anlatmada mutlak eksik kalınacağı gibi eksik kalacaktır.
Mazlum Doğan arkadaş sadece karanlığa ve teslimiyete karşı kararlı bir direniş çizgisi değildir. Barbarlığın ve dayanılmaz vahşetin yaşandığı koşullarda büyük bir feda ruhuyla ölümü küçülten bir önderlik çizgisidir. Direniş ve kararlı duruşundan, devrime ve özgürlüğe yüksek bağlılık pratiğinden öğrenmemiz gereken bir devrimci çizgidir. Dayanılması ve yaşanması en zor koşullarda dönüp mutlak bakmamız gereken, ruhumuzda dalgalanan direniş öğretmenimizi, Mazlum Doğan arkadaşı büyük bir saygı ve minnetle anıyoruz.
Son Haberler
Sayfalar

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]
“Acı veriyorsa geçmiş;
geçmemiş demektir.”[2]
“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.
Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]
“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,
acıma çılgınlığı vermiş,
İnsan artık dayanamaz gibiyse,
üstelik
Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı
Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;
Ve acıdan dili tutulunca insanın,
bir Tanrı
Çektiğimi anlatayım diye
bana dil vermiş.”[2]

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER
Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]
“Biri kurbağa öper,
biri yüzyıllarca uyur,
biri 7 cüceyle yaşar,
biri kuleye kapatılır.
Bir masal prensesi olsan bile
kadınlık zor.”[1]
1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]
“Tarih, gelecek için
kavga verip, yitirmiş bile olsa,
insanlık için vuruşanları
hiç unutmaz.”[2]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...
12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları
Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ
Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez
Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,
PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,
Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?
11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.