CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.
Toplumun ilerici-demokrat, laik ve seküler yaşam savunucusu çeşitli kesimleri, bu model ile amaçlananın ne olduğunun bilincinde olarak, buna karşı itiraz sesleri yükseltip, örgütlü bir direniş hattı kurmaya çalışırken; laisizm ve seküler yaşamın, kırmızı çizgileri olduğunu ileri süren ve iktidar taliplisiana muhalefet partisi CHP’nin ve özel olarak da mevcuttaki yönetiminin, bizzat doğrudan kendisinin örgütleyip organize etmesi gereken bu toplumsal itiraz ve direniş karşısında vekeza kayyuma karşı ayakta olan Kürtlerin direnişi karşısında kendi konum ve misyonunu; “yanınızdayız, destekliyoruz” olarak ortaya koyması, daha başka bir çok sebeple birlikte, tabii ki esasen, söylemde üst perdeden ifade ettiği hukuk, demokrasi ve özgürlükler karşısındaki tutarsızlığı, tipik, liberal burjuva iki yüzlülüğü ve de mücadele tarzındaki oportünizmiyle alakalıdır.
Kurum olarak CHP’nin zaten tarihinin hiçbir döneminde bütünlüklü bir laisizm savunucusu olmadığı, bilakis ta Cumhuriyetin kuruluş süreciyle birlikte, bizzat Atatürk’ün öngörmesiyle,bir taraftan burjuva demokrasisi adına hilafet ve şeriat kaldırılırken; ama öte taraftan da bunun yerine tercih edildiği söylenen ve demokrasinin olmazsa olmazlarından olan laisizm, dini kamunun dışına çıkarmayıp, doğrudan bir devlet kurumu olarak yapılandırılan Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla, devletin toplumu yönlendirip yönetmesinin bir diğer önemli aracı olarak kullanımda tutularak iğdişedildiği, tarihi olgusal bir gerçektir.
Dolayısıyla da denilebilir ki CHP’nin laisizmi, zaten oldum olası çarpık ve esasen de kısmi olduğundan, onun kararlı, tutarlı ve de bütünlüklü bir laisizm savunusu içinde olması, doğallığıyla, pek de olası değil aslında.
Keza, dinin kamu alanı dışında tutulması temel ilkesi üzerinden sorgulandığında, T.C. Devlet sisteminin hiçbirdöneminde de laisizm gerçek anlamıyla uygulanmamıştır.
CHP kendisini “ortanın solu” ve daha sonra da sosyal demokrat olarak dönüştürdüğünü iddia ettiği süreçlerin hiçbir kesitinde de gerçek anlamıyla bir laisizm istemcisi olmamış, devam edegelen statükoya uyum sağlamıştır.
CHP ve devlet içindeki Kemalist asker ve sivil bürokrat kesimin laisizm hassasiyetleri ancak ki o çarpık ve kısmi laisizmleri siyasal İslamcılar tarafından ciddi biçimde tehdit edilmeye başlandığı dönemlerde (yani “eldeki topal ve bir gözü kör, bir kulağı sağır katırdan da mahrum kalma” ciddi riskinin baş gösterdiği dönemlerde) kendisini gösteriyor. Bunun dışında onların derdi değildir Anayasalarında; “T.C. Devleti laik bir devlettir” hükmüne rağmen,Sunni-İslami dini değerlerin basbayağısından devlet dini olması. Keza onların derdi değildir bir devlet dini olarak Sünni-İslam’ın farklı inanç sistemleri ve deherhangi bir din mensubiyetibulunmayan milyonlarca insan üzerinde kurmuş olduğu dinci-gerici baskı ve tahakküm. Keza onların derdi değildir demokrasinin en temel ilkelerinden olan “inanç ve düşünce özgürlüğü”nünbununla ayaklar altına alınmış olması. Keza onların derdi değildir ve de laisizmlerine herhangi bir kara leke de düşürmez, Diyanet İşleri Başkanlığı’ bütçesinin ve çatısı altındaki yüzbinlerce “dini misyonerler” ordusu mensubunun maaşlarının halktan toplanan vergilerle karşılanıyor olması. Vs. vs.İşte genel olarak T.C Devleti’nin ve özel olarak da CHP’nin laisizmi bu kadardır ve bundan ibarettir denilirse, bu, asla yanlış olmaz.
CHP’nin, İslamo-faşist Erdoğan iktidarının devlet ve toplum düzeninin önemli oranda dini esaslar temelinde reorganizeetme doğrultusunda, uzunca bir sürece yayılı olarak yaptığı ardışık hamlelerinden belki de en tayin edicisi olan, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” karşısında gösterdiği reaksiyon, elde var olan o çarpık, yarım yamalak laisizminin, bu kez gerçekten de tümden yitiriliyor olma durumunun ortaya çıkmasından ötürüdür.
Ama pratikte de görüldüğü gibi bu tepki ve itiraz kuru sözden öteye geçmiyor. Öyle ki önemli bir çoğunluğu kendi seçmenlerinden oluşan “Müfredatı Geri Çekin Platformu”nun organize ettiği direniş hareketinin doğrudan bir bileşeni dahi olmayıp, sadece “destekleyeni” konumunda kalmayı yeğleyecek kadar, düşük profilli bir itirazla yetiniyor. Muhtemelen bu tavrı domineeden arka plan düşüncesi (tıpkı Taksim’in 1 Mayıs Alanı olarak açılması istemi karşısında söyledikleri gibi), şöylesi bir şeydir: “Nasılsa yakında iktidar olacağız, o zaman bu müfredatı kaldırıp atarız.”
Elbette teorik olarak bu mümkün; ancak sadece bir olasılıktan ibaret olan böylesi bir gerekçeye sığınmak hem anın realitesi içinde ortaya çıkan siyasi sorumluluğundan kaçmaktır ve hem de toplumda oluşan ve mobilize olan kitlesel itiraz ve başkaldırının pasifizeolmasının psikolojik zeminin oluşmasına hizmet etmektir.
Evet, CHP’nin yaptığı tamda budur. Çünkü hem CHP’nin demokrasi ufku zaten normal bir burjuva demokrasisinin çok çok gerisindedir ve hem de CHP’nin temsil iddiasında bulunduğu burjuva demokrasisi,emperyalist aşamayla birlikte, kaçınılmaz bir sonuç olarak; genel, gerici bir karakter edinmiştir. Hele ki 3.Dünya savaşı tamtamlarının kuvvetle çaldığı ve “demokrasinin beşiği” olarak addedilen birçok yerde savaş hazırlıkları kapsamında, hızla “iç faşistleşme” sürecine girildiği böylesi bir konjonktürde CHP, zaten vadettiği ve de edeceklerininsınırında dolaşıyor; ondan bunun ötesi bir şeyler beklemek, aslında bir bakıma onun gerçek karakterini kavramamak demektir de.
Peki böyledir diye CHP, yakıcı bir şekilde güncel olan, örneğin söz konusu müfredat somutunda, dinci-gericilik tehdidi karşısında laikliği sahiplenip, savunmaya; keza Kürtlerin seçim iradelerine atanan ve bir sömürge hukuku olan kayyum somutunda normal burjuva hukukunu savunup, sahiplenmeyezorlanamaz mı?
Olguların diliyle konuşulacaksa; bu pek âlâ da mümkün. Ancak bunu, onun bugün yakıcı bir şekilde laisizm talep eden seçmen tabanının ve de oylarına ihtiyaç duyduğu/duyacağı ve yakıcı bir şekilde demokrasi talep eden Kürtlerin yaratacağı güçlü taban basıncı mümkün kılabilir.
İşte bunun bir olasılıktan çıkarılıp, gerçekliğe dönüştürülebilmesi için, bugünün somutunun en keskin bu iki sorunu zemininde toplumsal bir direnişin örgütlenmesinin başarılması halinde, bu, hem CHP ve diğer ikircikli ara güçler, direniş platformuna katılmaya zorlayabilir ve hem de böylece daha da büyüyüp genişleyen toplumsal bir karşı koyuşla, iktidara geri adım attırmak daha bir olanaklı hale gelebilir.
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz
Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.
Katliamlar Cumhuriyeti
13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.
Çamur at…[ismail cem özkan]
Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…
Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…
BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz
Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.
Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”
Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor.
Kaypakkaya’nın Yoldaşı Olmak! (OKUR POSTASI)
Bazen bulunduğumuz yerlerin, taşıdıkları değeri istemesek de göz ardı edebiliyoruz. Benim Partizan’la tanışmam yılları alıyor ama aktif olmam 3 seneyi buluyor. Birçok insandan şunu duyardım “İbo’nun kültüründen gelenler sağlam olur. O kültürü almışsan uzakta da olsa onu yaşatmaya çalışırsın. O bağlılık hiç bitmez.”
CHP'NİN İHANETLERİ /Mehmet Emin Gündoğdu
Bu yazının amacı kısa bir CHP değerlendirmesi yaparak, bu partinin izlediği politik hattı ortaya çıkarmak ve okuyucuya bir fikir vermek. Çünkü bu parti tarihi boyunca hep mevcut düzenin koruyucusu olmuştur. Düzen ne zaman tıkansa CHP yardıma koşar. En son marifeti unutulmuş bir konuyu yani türbanı gündeme getirerek Erdoğan hükümetine koz vermiştir.
Mersin Eylemi: Savaşın Dayanılmaz Ağırlığı – Emir Arda
26 Eylül günü, Mersin Mezitli’de ki Tece polisevine yapılan eylemin üzerinden ortalama bir hafta geçti. Eylem, yapıldığı günden itibaren, ak koyun ile kara koyunu ayrıştıran bir işleve sahip oldu açıkçası. İki kadın devrimcinin fedai eylemi, siyasal alanın tam ortasına, onu ikiye bölen bir çizgi çekti… Bu yazı eylemin hemen ertesinde kaleme alınabilirdi. Ancak hem HPG’nin açıklamasını beklemek daha doğruydu, hem devletin vereceği refleksi ve eylemin sonuçlarını görmeliydik. O yüzden bu yazının yazılması ve yayınlanması bugüne değin bekletildi… Bu kadar bekleme yeterli.
İtirazın Farkındalığıyla Meydan Okumadır Şiir[*]
“Bilim aklın şiiridir,
şiir de yüreğin bilimidir.”[1]
Andrey Tarkovski’nin ifadesiyle, “Şiir benim açımdan bir dünya görüşü, gerçekle olan ilişkimin özel bir biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, şiir, insanlara hayatı boyunca eşlik eden bir felsefedir.”
Yaşamı savunmak; insan olmak (ve sonuna dek de İNSAN kalmak) hâlidir.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın…
Çünkü “Hakikâte ulaşmanın yolları şunlardır: Felsefe, Sanat, Siyaset ve Aşk,” diye uyarır Alain Badiou!
Siz toplumsal muhalefetin yükselmesini bekleyin / ERGÜN ASLAN
Biz proletaryalar enternasyonalizmimizi vermeyenin varlığını sorgularız varlığını.
Ama gıdık.
Ama yanak.
Ama...
Demek öyle.
Demek böyle.
Demek her şey...
Marks'ın, devrime engel olmaya başlayana kadar dünya proletaryalarının çeşitliliğini enternasyonalizmde bir araya getirmeye çalıştığını görmezlikten gelmemize kadarmış
En büyük ihanetler en güzel proletarya şarkıları arkasına gizlenilerek gerçekleştirilmiş ihanetlerdir.
Kıymetlimizzz...
Yüksek yüksek menfaatlerimizzz....
Diktatörlerin Surlarını Döven Dev Dalgalar!
21.yüzyılın ilk çeyreği bitmeden ve son yirmi yılda yerkürede işçi sınıfı ve ezilenlerin isyan ve devrim türküleri defalarca yankılandı. Nasıl ki yirminci yüzyılın başında insanlık Ekim Devrimi’nin top sesleri ile uyandıysa, içinden geçtiğimiz yüzyılın da daha ilk çeyreği dolmadan yaşanan ayaklanmalar, isyanlar, grevler insanlığın özgürlük umudunun canlı ve bir o kadar da gerçek olduğunu gösterdi.