Çarşamba Nisan 23, 2025

Ciddiyet!!!

Devrimimizin her alandaki görevleri, amaçladığımız hedefe uygun olarak layıkıyla yerine getirildiği oranda başarı ve ilerleme kaydedilir. Ertelenen-“unutulan”-geçiştirilen-ihmal edilen, üzerinde yeterince ciddiyetle durulmadan baştan savma yapılan her görev, demokratik halk devrimine giden yolu uzatır. Varılması gereken hedefi uzaklaştırır. Unutmamak gerekir ki başarı ve kazanım sadece sağlam bir ideolojiye sahip olunarak elde edilemez. Bunun kadar önemli olan bir diğer yan, faaliyetçilerin devrimci nitelikleri ve sahip oldukları düzeydir. Pratiğe müdahale güçleridir. Faaliyetçilerde ileri bir bilinç, yüksek bir sorumluluk ve tutarlılık varsa devrimin görevleri layıkınca yerine getirilebilir. Bu niteliklerin olmadığı faaliyet alanlarında ve ortamlarında ciddi bir güvensizlik, örgütsel zayıflama yaşanır ve bozulma başlar.

Devrimci niteliklerin elde edilip kazanılmasında devrimci eğitim kadar ideolojik sorgulama ve gerçeklikle yüzleşme önemli bir yerde durmaktadır. Sorgulanması gereken konuların başında üstlenilen görev ve sorumlulukların nasıl ve hangi nitelikte yerine getirilmesidir. Görevler büyük bir ciddiyet ve yüksek bir sorumlulukla mı yerine getiriliyor? Yoksa yüzeysel-üstün körü- baştan savma-gayri ciddi bir tarzda mı ele alınıyor? Yerine getirilmesi gereken görevler tümüyle“unutularak” bir kenara bırakılarak belirsiz bir tarihe ve ana mı erteleniyor? Böylesi bir anlayış ve pratikle gerilla savaşı geliştirilip ilerletilemez, kitleler örgütlenip düşman imha edilemez.

Devrimcilik yapış tarzımızı, devrimin görevleri ve sorumlulukları karşısındaki ilişki ve duruşumuzu sorgulamamız gerekmektedir. Neleri, ne kadar, nasıl başarıyor, neleri-neden başaramıyoruz? Günlük devrimci göreve bakış-yaklaşım-yapış tarzımızdan ve yürüttüğümüz çalışmalardan ideolojik sorgulamamızı başlatalım. Randevularımıza ne kadar sadık kalıyoruz? Bu konuda ilkeli miyiz, yoksa çeşitli bahanelerle randevularımızı aksatmayı göze alıyor muyuz? Hatta bu geç kalma ya da gitmeme durumunu sistemleştiriyor muyuz? Randevularımıza önem verip zamanında hazırlıklı bir şekilde mi gidiyoruz? Verdiğimiz sözleri ne kadar tutuyoruz? Yapmamız, yerine getirmemiz gereken görevleri ne kadar sürede ve daha önemlisi nasıl yerine getiriyoruz? Görevlere-halka ve yoldaşlarımıza nasıl bakıyor ve nasıl yaklaşıyoruz? Onlarla nasıl ilişkileniyoruz? Genç bir kadın ya da erkek yoldaşı, bir işçiyi, yoksul bir çobanı, yaşlı bir köylüyü, yoksul bir Kürt emekçisini ne kadar dinliyor, söylediklerini ne kadar önemsiyor, sorunlarını ne kadar anlamaya çalışıyor, üzerimize düşen sorumlulukları ne kadar yerine getiriyoruz? Keza elimizdeki değerleri ne kadar ciddiyetle koruyor, onlara ne ölçüde değer verip sahip çıkıyoruz? Kitap ve gazeteleri, bilgisayar ve fotoğraf makinelerini, bize emanet edilen bu değerleri ne kadar koruyup sahip çıkıyoruz? Görevlerimize özenle yaklaşıp dikkatle çalışıyor muyuz?

Görevlere yaklaşım…

Komite toplantılarını iyi düşünülmüş, önceden hazırlığı iyi yapılmış, büyük bir sorumluluk bilinci ve ciddiyetiyle mi örgütlüyoruz? Yoksa “bir şeyler yaparız?” deyip gayri ciddi bir şekilde yaklaşıp son anda üstünkörü bir hazırlıkla mı toplantıları yapıyoruz?

Yoldaşların düşünce-değerlendirme-öneri ve eleştirilerine ne kadar önem verip onları ne kadar ciddiye alıyoruz? Yoksa bildiğini okumaya devam eden, değişmemekte büyük bir inatla ısrar eden başka yoldaşların elde ettiği deneyim ve tecrübelere sırtını dönen bir tutum içinde mi hareket ediyoruz?

Elimizde bir günlük-bir haftalık-bir aylık-bir mevsimlik-bir yıllık çalışma programı var mı? Yoksa bunun için ne kadar kafa yorup elde edilmesi için ne kadar yoğunlaşıyor bunun bir ihtiyaç olduğunu, ne düzeyde bir ciddiyetiyle kavrayıp hareket ediyoruz. Görevlerimizi başarıya ve hedefe kilitlenmiş bir şekilde disiplin ve sorumlulukla mı yerine getiriyoruz? Alınan kararlara öncelikle kendimiz uyup, yerine getirilmesi için işin takipçisi ve denetleyicisi oluyor muyuz?

Devrimci mücadelede ciddiye aldığımız ve almadıklarımız, önemsediklerimiz ve önemsemediklerimiz nelerdir? Bunları ayırt eden temel kıstaslar nedir? Günlük devrimci yaşamımızda neler bizler için daha fazla önemlidir? Önemli olarak belirlediğimiz olaylara ne kadar ciddi yaklaşıyor, dikkate değer görüyor ve yapılması için çalışıyoruz? Önemsiz dediğimiz şeyleri sınıflandıran gerçekliğin sınıf savaşımıyla kurduğu ilişkinin niteliği nedir? Bütün bu sorulara sınıflar ve sınıf mücadelesinin gerçekliği, demokratik halk devriminin ihtiyaçları ve yapılması gereken görevler içinden bakarak yanıt verilmelidir. Bakış açımız gerçekliğin ve devrimimizin örgütleme ihtiyacı içinden olursa ortaya çıkan yeterlilik ve yetersizlikler, başarı ve hatalar rahatlıkla görülecektir. Eğer başarılar varsa bunlar daha fazla çoğaltılmalı; hata ve yetersizlikler varsa derhal düzeltilme yoluna gidilmelidir.

Devrim ciddi bir iştir. Devrimcilik ciddiyet isteyen bir iştir. Günlük-saatlik-anlık çalışmalardan başlayarak günün, sürecin bir bütün olarak büyük bir ciddiyetle planlanıp-örgütlenmesi ve alınan kararların büyük bir sorumlulukla uygulanmasıdır. Komiteler, faaliyetçiler devrimci çalışmalarını sınıf savaşımının devrimci ihtiyaçlarına göre planlayıp örgütlemelidir. Düşünme-bilgilenme-düzenleme-planlama ve eyleme-hareket geçirme büyük bir sorumlulukla ele alınmalı, her görev önemsenerek ciddiyetle yerine getirilmelidir. Halka-devrime-gerçekliğe ait her şeye karşı dikkatli, duyarlı ve her şeyi önemseyen ciddiye alan bir tutum ve pratik içine girilmelidir.

Devrim, silahlı savaşı-özgürlüğü-yaşamı-halkı ciddiye almaktır. Sınıf bilinçli proleterler bugün dünden daha fazla ciddiyetle görev ve sorumluluklarına yaklaşarak adımlarını büyütmelidir.

 

(Rojava’dan bir Partizan)

 

47096

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar