CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE DELİ SAÇMASI
Cumhurbaşkanlığı seçimleri taktik bir muhteva içermiyor. Bilakis stratejik muhteva içermektedir. Taktik her zaman stratejiye uygun, ona bağlı ele alınmak zorundadır. Eğer ki başvurulan taktik eylem -örgütlenme ve politika stratejimize hizmet etmiyorsa uygulanan taktik politika yanlıştır. Bundan vazgeçilmelidir. Taktikle strateji iyi kavranıp doğru ayrıştırılmıyor. Birinin uzun vadeli bir programı içerdiği, diğerinin ise kısa vadeli politik atılım veya geri çekilmeleri içerdiği doğru kavranamamaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılan arkadaşlarca taktik politikayla, stratejik siyaset birbirine karıştırılmaktadır. Niyetle gerçek tersyüz edilerek kendini bize gösteriyor. Burada niyetten çok objektif gerçekler bizi ilgilendiriyor. Eğer sistemin çizdiği yasalar dâhilinde, ona riayet edilecekse ona bir sözümüz olmaz. Demek oluyor ki var olan devletin tüm normlarını kabul ediyor onunla düzen çizdiği kanun ve kuralların dışına çıkılmayacaktır. Çizilen çerçeve ekseninde bir anlaşmaya mutabık olunmuş oluyor. Bizde buna karşı çıkıyoruz ya, durum bu kadar net ve açık değil mi?
Tamda bu noktada başlıyor deli saçmalığı... Çıkıyor bizim gibi ipini devletle, sistemle koparmış bir avuç deli bu seçimler bizim seçimlerimiz olamaz diyor. Biz devlete ve onun omurgasını oluşturan yasamaya, yargıya ve de yürütmeye kökten karşı olduğumuz için bize dayatılmak istenen tercihlerden birine evet diyemeyiz. Biz sistem dışıyız, devletin ve sistemin meşrulaştırılmasına hizmeti ret ettik, ret ediyoruz. Eğer ki devletin ve sistemin çizdiği rotada hareket edilecekse ve sistemin çizdiği kulvarlarda " kurtlarla dans edeceksek " neden hala bu devletin faşistliğinden dem vuruyoruz!
Biz ezilenler eşitlik istiyoruz, özgürlük istiyoruz, halkların tam bağımsızlığını istiyoruz. “Yarın yanağından gayrı her şeyi kardeşçe bölüşmek" istediğimiz için devlet tarafından terörist, anarşist vb. ilan edilerek öldürülüyoruz. En küçük demokratik hak talebinde bulunmak için sokağa çıktığımızda kahpece kurşunlanıyoruz, topluca katlediliyoruz, işkencelere maruz kalıyoruz. Devlet sömürü çarkını devam ettirmek için bizlere savaş ilanını varlığından günümüze devam ettiriyor. Bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm gerçekleşmeden sömürücü devlet ve işbirlikçileriyle "barış" asla ve asla mümkün değildir. Ezenle ezileni, sermayeyle emeği kuzu kuzu bir arada yaşatma gayretkeşlikleri devletin zaten istediği bir şey değil mi?
Acaba düzen ölçüleri dışına çıkma cüret ve cesaretini göstermeyenler bazı demokratik kırıntı ve haklardan başka ne kazanabildiler, ne kazançları oldu ya da olacak. Kürt ulusunun Kürdistan hayalleri yıkıma mı uğrayacak? Ödenen bunca bedelin sonucu sömürü ve-sömürgeci-"faşist devletle el ele kol kola " bazı menfi çıkarlar için "kardeş -kardeş bir arada mı yaşanacak”. Yoksa Türkiye ve Kürdistan’ın bağımsızlığı, özgürlüğü için sonuna kadar devrim şiarıyla sosyalizm yolumu devam ettirilecek. Mesele burada odaklaşıyor Ya ezilen sınıfın ve emekçilerin yanındasın ya da emperyalist sömürgecilerin ve onların işbirlikçi yöneticilerinin yanında olacağız. Başka yol, ara yol yoktur. Seçim tabi ki her sınıfın dünya görüşüne uygun belirlemelere denk düşmektedir.
Burada şunu hemen söylemeliyim ki; Devlete ve onun idari şekline bakış siyaset te stratejiktir, taktik politikalarla faşizmin idari şekillerinden "ehvenle -şerden “birini tercih edemeyiz. Ona hizmet etme, onun istediği minderde güreşmek yanlışına düşemeyiz. Bir kere devlettin başını seçiyorsun, sömürü çarkının kim tarafından idare edilmesine onay vermiş oluyorsun. Deyim yerindeyse faşist devletin komple icraatlarına suç ortaklığına onay veriyorsun ve buna da "seçim taktiği "diyorsun. Devlet sorunu ile kısmi demokratik hak ve talep sorunu birbirine karıştırılamaz. Böyle bir yanlışa düşüldü mü devletin yedek sibobu olur, onun işlediği suçlara ortaklık etmiş olursun.
Birileri çıkıp bize; "eski kafalar, bizi anlamıyorlar “diyebilir. Ve "vay efendim kırk yıl önceki hastalık hala devam ediyor", "Barış süreci bu anlayışla baltalanmak isteniyor, biz barış istiyoruz, barış ve demokrasi mücadelesi yürütenlere seçimleri boykot kararı alarak zarar veriyorsunuz. "seslerini duyuyoruz. Dahası hiddetlenip siyasi eleştiri yerine, saygılı eleştiri yerine küfüre varan hakaretler ortalıkta dolaşıyor. Bilinmeli ki çeşitli sınıflara mensup örgütler ve onlarla aynı siyasi görüşlere sahip olan bireyler kendi sınıf tavrına uygun hareket eder ve etmeli de. Her konuda devrimci demokrat dostlarımızla aynı görüşleri savunacağız diye bir mantık ve zorlama olamaz. Bugün taktik anlamda doğru gördüğümüz yarın şartlar değiştiğinden dolayı yanlış görülebilir. Ancak bizim yanlış gördüğümüz bir siyasi karar ve tavrı kimse bize dayatma yapamaz. Bu tür yanlışlar geçmişte çokça yaşandı devrimci güçlere büyük zararlar vererek telafisi mümkün olmayan yaralara sebep oldu. Artık bu kaba sekterizmi aşmak gerekiyor. Devrimin dostları ve düşmanları stratejik ve taktik olarak doğru tespit edilirse kimlerle nereye kadar gidilebilineceği de ortaya çıkmış olacaktır. Bu anlamıyla biz devrimciler ve devrimci dost güçler birbirimizi siyasi eleştirebiliriz, etkileyebiliriz ama asla dayatmacı baskıcı olamayız. Bu mantık devrimci bir yaklaşım olamaz.
Bırakalım çeşitli fikirler kendilerini ifade etsin, siyasal, politik konularda tavırlarını belirlesinler, kıyasıya fikirlerimiz çatışsın doğru ile yanlış ortaya çıksın. Yani "Yüz çiçek açsın bin fikir akımı yarışsın " mantığı en doğru olanıdır diyorum. Aksi halde doğru ile yanlış ayrıştırılamaz ve ayrık otları temizlenemez. Düşman sınıfa ve sınıflara gelince, onlar bizim için bilinen aşikâr olanlardır. Onlarla aramızdaki çelişki antagonist çelişkidir. Var olan bu uzlaşmaz çelişki Devrimle şiddetle çözülecek bir çelişkidir. Bu emperyalist işbirlikçi yönetimlerle uzlaşabilir birleşilebilinir bir taktik önermemiz genel anlamda yoktur olamazda. Bazı olağan üstü şartlar istisnayı görülürse ne söylediğim anlaşılıyor olacak sanırım.
Sürgünlere gelince, her sürgün birey kendi dünya görüşüne uygun tavır takınmalı ve takınabilmelidir. Kendine yakın bulduğu devrimci örgütlerin takındığı tavrı desteklemeli onun çalışmasını yürütmelidir. Kaldı ki sürgünlük benim için sistem dışılıktır, faşist diktatörlük karşıtlığıdır. Bugüne kadar ödediğimiz bedeller karşıt duruşumuzun sonucudur. Faşizmin tüm yasamasına, yargısına ve yürütmesine karşı çıktığımız için tutarlılıktır. Faşizmle masa altı, gizli odalarda halklar adına görüşmeler yapıp karar almamaktır. Tam bağımsızlık, halkların kurtuluşu ve sosyalizm mücadelesinde kararlılıkla savunduklarımızın arkasında durmaktır. En basitten ifade edecek olursam, vicdanı retçi olmak, faşizme askerlik yapmayarak "bedel parası " ödememektir, askere gitmemektir. Hem bunları savunmak hem de askere gitmek, bedel ödemek birbiriyle çeliştiği gibi, devletin yönetim şeklinin faşizm olduğunu söyleyeceksin, faşizmin sürekli olduğuna parmak basacaksın hem de o devletin başına geçmek için devletin tanıdığı kulvarda aday göstereceksin bu adayı tüm devrimcileri desteklemeye çağıracaksın. Bu açıkça kendiyle çelişmek devrim sorununu gündeminden çıkarmaktır. Sömürgeci devletin egemenliği altında" halkların demokratik federasyonunu" kuracaksın bu ne yaman çelişki ve tutarsızlıktır . Anlamak biraz zor... HASAN AKSU 9-7-2014
Son Haberler
Sayfalar
Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.
Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:
Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:
Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.
TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.
Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki