Dağlar Erirse / Zevebân…(1)

“Ben şiir yazıyorum.Kedi uyukluyor Güneş sıcak.Çok şükür yaşıyoruz.Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...”[2]
Hiç merak ettiniz mi; son zamanlarda neden en “şiir” gibi şiirler Kürt coğrafyasından geliyor? Neden suyun batı yakasının çocukları ya şiir yazmayı – ve de okumayı neredeyse hepten bırakmışken; ya da sponsorlu, bienalli, küratörlü, genellikle büyük şirketlerin adıyla birlikte anılan etkinliklerde vücut bulan “şiirimsi”lere yönelirken (teslim etmek gerekir ki şiir, sanat “alem”ini saran bu yeni kavramlardan en az nasipleneni. Bir başka deyişle, diğer sanatsal ifadelerle karşılaştırıldığında, “piyasası” en düşük olanı. Bu da şiirin şansı, herhalde…), suyun doğu yakasının çocukları, dağlarda, hücrelerde, ya da özgürce, kardeşçe yaşayacakları bir dünyayı inşa ederken şiir gibi şiiri eksik etmiyorlar yaşamlarından.
Çünkü yaşanmışlıkların hülasasıdır şiir. Yaşamak ise, hiç kuşkusuz salt soluk alıp vermek, her saniyesi sizin dışınızda birileri, dinsel, siyasal, ailevi ya da ticari bir yetke tarafından tasarlanmış bir sürece boyun eğmek değil, “başka bir yaşam mümkün”ü düşleyebilmek, kendi yolunu çizebilmek, cüret etmektir.
Acı verir elbette… Fiziksel ve tinsel… Kimi zaman bedeni, kimi zaman yüreği örselenir insanın. Soluğunuz kesilir bazen. Kimi zaman amansız bir düşkırıklığı, bir ye’is kaplar içinizi. Kimi zaman kocaman bir kayayı tepeye doğru sürüklerken, ve tam doruğa ulaşacakken kayanın gerisin geriye yuvarlanması ve her şeye yeni baştan başlayacak olmanın bezginliği…
Kimi zaman en yakınlarınız, en sevdikleriniz, omuzbaşınızda yok edilirken suskun, seyretmek zorunda kalırsınız. Bazen en yakınlarınız terk eder sizi. İhanetin ağulu şarabından tadarsınız…
Hasılı, hüzün verir, acı verir… Ve o hüzün, siz fark etmeden şiir tortuları olarak birikir yüreğinizde. Sonra da apansız, kabuğunu patlatıp ortaya çıkar.
Yani, acı ve hüzün şiirin terkibindendir. Belki de bu nedenle hedonizme yaslanan piyasaya dahil olamamaktadır bir türlü. Ve bu nedenledir ki günümüzde en “şiir gibi” şiirler, en çok suyun doğu yakasından, acılarını onlarca yıldır biriktiren Kürt coğrafyası çocuklarından gelmektedir.
Yakın bir zaman önce de Zevebân çıkageldi. Mazlum Çetinkaya’nın ilk şiir kitabı.[3] Hüzünlerden damıtılmış… Bu sancılı coğrafyanın bütün acılarına duyarlı bir sessiz çığlık olarak.
Çetinkaya’nın bir “ilk kitap” için ustaca dokuduğu metaforların gerisinde yalnız Kürt coğrafyasının değil, tüm Anadolu’nun yakın-uzak acıları yığılıyor. [gökyüzünde unutulan bir şey vardı/ acı…/ çocuklar babalarını bekler/ üzgün akmasın sular diye…/ gömleğimde kurumamış bir leke yiğitlik/ kadavralar giydirilirdi yanı başımızda dostlara…/ türküler uygun adım olmaz/parkamdaki fermuar/ acı…]
Sayfaları karıştırırken kimi zaman Cumartesi analarına bürünüyor dizeler [eller, koynunda kadınlar gibi durur güvercinler/ yağmur altında/ suskun tenha/ içlerindeki bir masalı ayrıştırır gibi/ kayıp çocuklar gibidir/ bütün kayıp heceler/ güvercinler konuyordu/ bir postane ağacının dalına/ elleri koynunda/ bir haber akıyordu/ kayıp bir cumartesi]
Bazen o kocaman gözlerini şaşkınlıkla açmış Ceylan’a, yaşayamadığı kadınlığın çilesini anlatıyor [kendimi öldürtecek katiller doğuruyorum durmadan/ göğsümdeki kırmızıyı çoğaltıyorum/ aşk’ı kilimlerin desenlerinde… ben kadınım/kavimlerin göçüyüm raylara sürülmüş/ sarı gelinin Ermeni kızıyım/ toprağa düşen bir ‘kılam sesiyim’/ doğduktan beri/ kayıp çilli küçük kızıyım Dersim’in...]
Roboskî’nin ölümün bombardıman olarak çullandığı otuzbeş gencecik can’a “ah” ediyor ardından [yine ölüm/ ölüm ölüm ölüm/ ulu(r)derede kuduruyor hayat…]
Sonra dönüp Hrant’a sesleniyor […gül kokladım üzerinde bir agosun/ bilemezsin/ ey toprağın tuzu/ bilemezsin ki/ küçük bir tırtılın kozasında/ zevebân etmek/ bir dağı dikine yürümektir aşk…]
Zevebân “erime, buharlaşma” anlamına gelirmiş. Mazlum, onu “dağın erimesi” anlamında kullanıyor, nice dağın göçtüğü bu sancılar coğrafyasında. Ve soyları kırılan Ermenilerden Dersim tertelesine, asit kuyularında yok edilen, topraklarından sürülen Kürtlerden örselenmiş kadınlara, bir daha hiç dönmeyecek
babalarını bekleyen çocuklardan bir daha hiç görmeyecekleri çocuklarını bekleyen analara… zevebân’a uğramış, göçertilmiş, yüreklerinde bir dağ göçmüş insanları dokuyor şiirinin ilmeklerinde.
En çok, birikmiş acı ve hüzün tortularının patlamasıdır şiir. Bu nedenledir ki bugünlerde en çok, demir parmaklıkların arkasından, faili meçhul ölülerini arayan evlerden, halkı göçertilmiş ıssız kentlerden, topraklarından kemikler fışkıran coğrafyadan yükseliyor…
N O T L A R
[1] Kaldıraç, No:156, Haziran 2014.
[2] Nâzım Hikmet.
[3] Mazlum Çetinkaya, Zevebân, Düşülke Yayıncılık, Şubat 2014, 76 sayfa.

Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’
Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı. Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında, Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK
Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda
Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor.
Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…
Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları
Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise, “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı.

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?
Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır
Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.
Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi
Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği
birer birer, biner biner ölürüz
yana yana, döne döne geliriz
biz dostu da düşmanı da biliriz
vurulup düşenler darda kalmasın…//
çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı
çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1
Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak
Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.