Cumartesi Nisan 19, 2025

DERYA’YA… Mesil DEMİRALP

 

Bazı insanlar hayatımızdan öylece çekip giderler, bazılarıysa geçip giderken hayatlarımıza dokunur dokunuşlarıyla iz bırakır, zenginleştirir bizi…. Özgür yarınlara dair umudumuzu büyütür. Derya işte bu iz bırakan, bıraktığı izle zenginleştiren insanlardandı

Onu 2003 yılında tutuklu bulunduğum Bingöl zindanından tedavi için götürüldüğüm Bakırköy zindanında tanıdım onu. Ring aracı ile yaptığım iki günlük bir yolculuğun ardından bileklerimde kelepçe izleri, yüreğimde yeni dostlar, yoldaşlar görecek olmanın heyecanıyla aramalardan, kapılardan yorgunluğumu unutarak geçmiş ve sonunda farklı yapılardan onlarca kadın tutsağın olduğu bölüme varmıştım. Parmaklıklı kapının önünde gardiyanın beceriksizce kapıyı açmasını beklerken, kapının öte yanında önceden tanıdığım ve tanımadığım yüzler birikiyor. Kapının açılmasını beklemeden ellerini uzatıp sabırsızca merhabalaşıyor, yoğunlaşan seslerle beraber koğuşlardan koridorlara çıkanlar artıyor. Kapı nihayet açılıp yanlarına geçtiğimde sarılıyoruz birbirimize. Tanımadıklarım uzanırken kendilerini tanıtıyor, farklı kurumlardan olanlar isimleriyle beraber örgütlerini de ekliyor.

Ağır ağır ilerliyoruz kendi örgütümden arkadaşlar önünden geçtiğimiz koğuşlarda hangi örgütlerin kaldığını söylüyorlar, kendi koğuşumuza yaklaşırken bitişikteki koğuştan gülen yüzü, bukleli saçlarıyla biri çıkıyor; “Hoş geldin, geçmiş olsun, ben Derya” diyor, yanımdaki arkadaşım “Derya heval” diye ekliyor. Memnun olduğumu belirtiyorum. Derya “yorgunsun dinlen, daha buradasın, konuşuruz” diyor. Tedaviye gelenlerin hemen dönemeyeceğini bilenlerin tecrübesiyle. Sesinde, yüzünde samimi, coşkun bir tını var, sımsıcak sarıyor insanı. Hemen yanımdaki arkadaşıma dönüyor bakışları Derya’nın ve “kapıda, aramalarda bir sorun, sıkıntı olmuş mu, yapılacak bir şey ya da bir ihtiyaç var mı?” diye soruyor. Hemen anlıyorum uygulamalara karşı devrimci dayanışma olduğunu. Arkadaşım Derya ile konuşurken diğer arkadaşlarım beni koğuşumuza götürüyor. “Derya Partizan dostların temsilcisi mi?” diye soruyorum arkadaşlara “öyle de denebilir, Derya buradaki tek. Arkadaş yan koğuşta başka örgütten arkadaşlarla birlikte kalıyor” diyorlar. O an bu cevap beni etkiliyor, tek başına olsa da kendi örgütsel temsilini, duyarlılığını böyle belirgin ve güvenle taşıması… Yeni duruma adapte olmaya çalışan zihnim daha sonra ele almak üzere bir tarafa itiyor bu bilgiyi… Önceden tanıdığım arkadaşların özlemi, aradan geçen yıllara dair soruları, yeni tanıştığım arkadaşlarımınsa tanıma merakı ve yolculuğun ardından ihtiyaçları karşılama, dinlendirme telaşı birbirine karışıyor. Bir-iki hafta sürmesi beklenen konukluğum üç aya uzuyor.

Bir–iki günlük dinlenme, tanışma vs derken uzun volta ve eşlik eden uzun sohbetler başlıyor. Voltada ısınan sohbetler koğuşlar da çay eşliğinde demleniyor. Birbirimize alıştıkça ilk karşılaşmada Derya’nın bıraktığı izlenim zihnimin odalarından çıkıyor yeniden ve ben anlamlandırmak için gözlemlemeye, tanımaya çalışıyorum. İşte böyle başlıyor Derya can ile tanışmamız… Sonra başta zindanda yolumuz kesişse de asıl onu tanımam 2003’teki Bakırköy zindan sürecidir.

Derya o zamanlar zindanda eski sayılmazdı. Ama disiplinli yaşamı, iradeli duruşuyla etkilemişti beni. Kendi örgütünden başka yoldaşları yoktu o zindanda ama, Derya dostluklar büyüten biriydi. Ve ayrılıkların ya da birlikteliklerin fiziki bir olgu olmadığının bilinciyle yaşayan biriydi. Durmadan okur ve yazar, araştırırdı. Yoldaşlarından, halkından ayrı düşürülmüştü ama o fiziki ayrılığı aşmış yüreğinde yaşıyordu ayrı düştüklerini. Mektuplarla yoldaşlarına doğru yol almak üzere oturduğunda yüreğindeki coşkun, sevgi sevinç yüzüne yansırdı. Ne zaman yüzünün o ifadesini yakalasam “Derya yine ne oldu?” derdim ve o an sanki yazıştığı yoldaşı yanındaymış da bizi tanıştırıyormuş gibi hissettiren ifadesiyle “genç yoldaşımıza bir anımızı anlatıyordum” ya da “yoldaşım bir şey sormuşta onu cevaplıyordum” derdi. Aynı şekilde üzüntüsü, öfkesi de yansırdı. Yazarken sıkıntılı, öfkeli bir ifade belirirdi yüzünde. Bir sıkıntı olabilir düşüncesiyle, biraz da o sıkıntıyı dağıtmak adına “Derya mektup mu yazıyorsun, yazdığın kişiyi dövmeye mi gidiyorsun?” diye takılırdım. “Yok, heval zindan uygulamaları canımızı sıkıyor, F tiplerde yoldaşlarımı arama adı altında soymak istemişler, yoldaşlar direnmiş ama kötü darp etmişler yoldaşları” derdi.

Ve o an Derya bir yanıyla düşmana kin kusarken, öfke kusarken, öteki yanıyla yoldaşlarının yarasına dokunuyor, sağaltıyormuş gibi hissettirirdi. Gözünüzde bir çatışma anı canlandırın; bir yandan savaşan, bir yandan yaralılara koşan, çatışma ortasındaki bir insan nasılsa Derya öyleydi. Zindan onun için yeni bir mücadele cephesiydi. Ve o bulduğu her yolla mücadele ediyor, kendini mektupları ziyaretlerle dostlarına, yoldaşlarına halkına ulaştırıyor. Yüreğinin devrim ateşini, mücadele ateşini paylaşıyor. Sadece öğreten, anlatan değil, açlıkla öğrenme isteği çabası olan, dinleyen biriydi. Sabırla dinginlikle okur ve sohbet ederdi.

Ayaklarında şişmelere neden olan rahatsızlıklar vardı ve bu onun uzun süre ayakta kalmasını engellerdi. Derya kendini her durumda üretmeyi bilirdi. Ne zaman ayaklarındaki şişmeler artsa da bu durumla dalga geçer, Kızılderelilerden ödünç adlarla “bugün oturan boğa modundayım” ya da “düşünen kartal” der gülerdi. Ama rahatsızlık asla moral bozukluğuna yol açmazdı. Gerillaya gittiğini duyduğumda şaşırmamıştım ama ayaklarındaki sorun aklıma gelmiş, ardından da hemen Derya’nın “doktorlar çözemedi bu mereti ama ben biliyorum dağlar her derde deva” deyişi aklıma gelmişti.

Derya’ya dair çok şey söylendi, kuşkusuz daha çok şey söylenebilir. Zira Derya öylece geçip gidenlerden değildi. Ama Derya’da beni asıl etkileyen şey o ilk günkü karşılaşmadan itibaren gözlemlediğim örgütlülük düzeyi oldu. Çoğu zaman bir örgüte üye olmakla, örgütlü olmak eş anlamlı ele alınır. Ama bir bireyi asıl örgütlü diye tanımlamamızı sağlayacak şey, o bireyin kendi iç örgütlülüğünü sağlama düzeyidir. Birey olarak kendi duygu ve düşüncelerini örgütleyememiş, bu temelde zamanını, yaşamının disipline edememiş, birey örgütlü bir yapının içinde yer alsa dahi güçlü, fark yaratan bir varlık gösteremez.

Aksi durumda ise, örgütlü bireyin iradeli katılımı söz konusu olur ki, bu da dahil olduğu devrimci yapıda gerçekten fark yaratan, rastgelelikten uzak, devrimci sorumlulukları taşıyabilen bir duruşu açığa çıkarır, tek başınayken de inandığı tüm değerleri şahsında temsil edebilir. İşte Derya, o zindanda tek başınayken bile gerek farklı yapılar içinde, kendi örgütünün temsilini yapabilme düzeyiyle gerek, zamanı, yaşamını planlama, disipline etme düzeyiyle, gerek halka yoldaşlarına, ulaşma düzeyi ve çabasıyla olsun, gerekse de bulunduğu yerde insanlarla ilişki düzeyi olsun… Her anlamda örgütlü bir duruşun sahibi oluşuyla etkilemişti beni.

Bir kadın olarak örgütlü olmanın farkındalığını yaşıyordu. O zamanlar “hata yapma korkusu” ya da “arayış, gelişme sancısı” diye düşündüğüm ama tam adını koyamadığım gözlemlerim vardı Derya’ya dair. Konuşamadık öyle kaldı. Beşler’e dair yazılan kitapta Derya’ya dair bölümü okurken Bakırköy’deki gözlemlerim anlam buldu. Zira anladım ki Derya canda her devrimci gibi kendiyle verdiği savaşlardan çıkmıştır. Bir devrimciyi güçlü kılan kendiyle, kendindeki sistem etkileriyle savaşma cesareti gösterebilmesidir. Derya cesur bir savaşçıydı, cesur bir kadındı. Ona anlattığım gerilla anılarımı merakla, can kulağıyla dinlerdi. Onunla Kürdistan dağlarında bir gün yeniden buluşmayı düşlerdik, ama olmadı.

Yine de Beşler’e dair kitaptan Derya’nın o dağları yaşamış olmasına, orada Hevallerimle geliştirdikleri dostluklara satırlar boyu tanıklık ettim. Gerek Derya’nın gerek, onunla birlikte ölümsüzleşen canların birer devrimci kadın olarak yakaladıkları örgütlülük düzeyi, özgürlük düzeyiyle bir kadın olarak gurur duydum. Bugün toplumda kadının karşı karşıya kaldıklarını, emekçilerin, ezilenlerin maruz kaldıklarını düşündüğümüzde, buna sessiz kalmayıp, özgürlüklerden yana tavır alan, bu temelde gerçekleşen her yolculuk çok değerlidir, anlamlıdır. Ama bu tavra sahip olan kadın ise bu çok daha anlamlıdır. Beşler de tavırsız kalmayan, kendilerine dayatılanı kader olarak kabul etmeyip, yola düşenlerdendiler. Kendi yaşam deneyimlerinden, topluma dayatılan her türlü ölümden dirim yaratan, diriliş yaratan kadınlardı.

Erkek egemen dünyada kadına alan açan her adım, kadın mücadele tarihinin mirasıdır, deneyim ve birikimidir. Dünden bugüne birikimlerin zenginleştiriciliyle yürüdük, yürüyoruz. Rosalardan Saralara, Beşlere… Bu miras hep büyüdü ve bütün bu kadınlar şahsında devrimciliğin, halkların kardeşliğinin, erkekle yoldaş olmanın, yan yana yürümenin anlamına varmak mümkün. Kendilerinden öncekilerin yolunda yürümeyi, İboların, Denizlerin, Mazlum-Kemallerin mirasını da devralarak yürümeyi bildiler. Mücadelede öncülük ederken kimsenin arkasında, önünde yürümeyi değil, yan yana, omuz omuza mücadele etmenin yüceliğine inandılar, inandıkları gibi tevazuuyla yaşadılar.

Zamansız erken gidişleriyle hem büyük acı, hem de büyük sorumluluk yüklediler hepimize. Ama o sorumluluklarda, acıyla da baş etmenin yolunu gösteren duruşlarını kılavuz bırakarak gittiler. Anılarını, deneyimlerini kılavuz edineceğimizi belirtiyor Beşler şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla, minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Devrimci selam ve saygılarımla… (Mesil DEMİRALP

 

71428

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar