Cumartesi Mart 1, 2025

Devrilen “Çözüm” Masası Ve Topallayan Barış Süreci Üzerine…

7 Haziran seçimlerinin yaklaşması ile birlikte, seçimler ve ardından gelişecek süreç de şimdiden görünür hale gelmeye başlamıştır. Anketlere yansıyan rakamlar AKP’nin, son süreçte daha da ivmelenen gerilemesinin resmiyken, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ardından yaşanan AKP içerisindeki çatırdamalar ve güvensizlik iklimi bu gerilemeyi büyütmektedir.

Tüm bu tablo içerisinde ise, Kürt Hareketinin on yıllara yayılan mücadelesinin sonucu olan ve AKP’nin de büyük beklentilerle yaklaştığı “barış ve müzakere” süreci, AKP’nin kaderi açısından belirleyen pozisyondadır. Erdoğan’ın başkanlık hayalleri kurduğu bir süreçte, alanlarda “400” milletvekili istediği bir dönemde, bu belirleyici pozisyondan ötürüdür ki, AKP en çok da bu alanda kart oynamakta, kaderi ile imtihanı olacak olan seçimlerde, kendi saflarını sıklaştırmak adına bu alandan gerilimi yükselterek girmektedir.

Tüm bunların son görüngülerinden olan “barış ve müzakere” süreci açısından ciddi kırılmalar yaratan bir dizi gelişme de, son günlerde yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kuveyt dönüşü yaptığı “çözüm masası da yok, Kürt sorunu da yok” ve ardından İmralı Müzakere Heyeti’nin yaptığı “masa devrildi, süreç hükmünü yitirdi” içerikli açıklamalar, bu gelişmelerin topluma yansıyan ve seçimler sürecinde de belirleyici etkide bulunacak olan gelişmelerdir.

AKP’nin son sığınağı: Kaos

Seçimlere bir ay kala gerçekleşen bu açıklamaların, kuşkusuzdur ki ne Erdoğan’ın iktidar merakı ile açıklanacak hali vardır, ne de egemenlik sevdası ile. Olayın kodları, AKP’nin seçim sürecine yaklaşımı ve toplumsal dinamiklerin bu seçimlerde nasıl konumlandığı ile ilintilidir.

Şöyle ki, AKP’nin 12 yıllık iktidarı boyunca Kürt sorununu temel bir politik argüman olarak işlediği bilinmektedir. Özellikle 2007’den beri süren çatışmasızlık iklimi AKP’nin iktidarının sürdürülebilirliği açısından işlevsel bir alan olagelmiştir. Tüm bu süreç içerisinde ise AKP bu sorunu, kendi hareket salahiyeti açısından işlevsel olarak kullanırken Kürt hareketini ise özellikle KCK operasyonlarından da görüleceği gibi sürekli bir markajlama çabasında olmuş ve özü imha ve asimilasyona dayanan faşist saldırganlığı çeşitli biçimlerde (Roboski katliamı vb) sürdürmüştür.

Temel eksen böyle olması ise süreci ve sürece AKP’nin mecbur kılındığını gölgelememektedir. Şöyle ki, temeli açıktan Kürt ulusunun reddine dayanan TC klasiği çizgide yaşanan değişim ve bunun egemenleri müzakere çabasına zorlaması, Kürt Ulussal Mücadelesi’nin ürünüdür. Ancak gelinen aşamada bu tablo varlığını korurken, AKP’nin sürece yaklaşımı ise üstte bahsettiğimiz temelden ayrılmamıştır.

Bu ahval içerisinde ise, AKP kendi gerilemesinin kaynağında, özellikle de HDP’nin son süreçte yakaladığı gelişimle de birlikte bu konuyu görmektedir. Zira bilinmektedir ki, Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi ile birlikte, AKP’nin devreye soktuğu hiçbir araç bu gelişimi engellememiş; AKP eliyle üretilen yolsuzluk ve faşist saldırganlığın artması HDP’nin çekim merkezi olmasını sağlamıştır.

Tam da bu temelde, Ortadoğu yöneliminin çökmesi, parti içi bunalımların da artmasına paralel AKP, durduramadığı bir gerileme evresine girmişken HDP’nin barajı aşma sinyalleri vermesi, hükümeti de toplumsal gerilimi arttıracak bir dizi adıma itmiş bulunmaktadır. Bunun en çarpıcı görüngüsü ise, Ağrı’daki askeri operasyon ve sonrasında yaşananlardır. 15 askerin açıkça ölüme terk edilmesi toplumu yeniden bir provokasyon ortamına itme çabasının ürünü iken, buradan umduğunu çıkartamayan hükümet şimdi de “masadan onlar kalktı” yaklaşımı ile kendi tabanında safları tahkim etmeye girişmiştir.

AKP’nin yeniden çatışmalı bir süreci göze alabilmesi, kendi ipini çekmesiyle eşdeğerdir ancak hükümetin iç dinamiklerinde yaşadığı sarsıntı, gerilimden beslenen bir ortamı ihtiyaç haline getirmektedir. Tıpkı Kobanê serhıldanı sonrasında olduğu gibi, AKP her gerileme yaşadığı dönemde saldırganlık düzeyini arttırmayı borç bilmektedir.

Zira bilinmektedir ki,  parti içerisindeki güvensizlik hali ve bunun AKP tabanında bulduğu yansıma, AKP açısından gerileme ve güç kaybı demek olup; bu da, buradan HDP’nin kazanımla çıkması ise “hedef 2023 konseptine” darbe anlamı taşımaktadır.

“HDP’nin barajı aşması tehlikelidir”

Bu nedenledir ki, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan seçimlere dair yaptığı bir açıklamada “HDP’nin barajı aşması tehlikelidir” demektedir. Yani temel kaygı, hükümetin yaşadığı gerilimden, parti içi çatışmalardan sıyrılmak adına, ülkeyi kaosa sürükleme girişimidir. Yani AKP’de görmektedir ki, güncelde AKP sultasını yıkacak tek güç HDP’dir ve bu nedenledir ki böylesi bir süreç ihtiyaç haline gelmiştir.

Ve HDP…

HDP ve müzakere heyeti açısından ise açıklama isabetli ve seçim sürecinin temel kaygılarına uygun bir niteliktedir. Kastımız, HDP güçleri açısından uzlaşı yolundan radikal bir kopuşun gerçekleştiği şeklinde gerçek dışı bir yorumda bulunmak değildir. Ancak görünen odur ki, AKP’nin krizini derinleştiren bu adım, iktidar sultasına ve onun oyalayıcı hamlelerine güçlü bir darbe niteliği taşımaktadır.

Ek olarak, seçimlere ramak kala atılan bu adımla, HDP güçleri sadece hükümetin maskesini düşürmemiş, aynı zamanda seçimler ve sonrası süreç için safları sıklaştırarak, daha güçlü mücadelelere hazırlanarak (kendi niteliğine uygun şekilde) “AKP’ye ve Başkanlık sistemine geçit vermeme” mücadelesine daha fazla kenetlenme mesajı da vermiştir.

 

52711

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar