Cuma Ocak 10, 2025

Diktatörün Sarayındaki Paçoz Çariçe-Galip Munzam

Birkaç sene evvel –sanıyorum 2011 yılında– memlekette paçozluk ve onunla alakalı olarak paçozlaşma kavramları tartışılmaya başlandı.

Kavramı ve tartışmayı Alev Alatlı nam kimesne soktu gündeme. O dönem piyasaya sürülecek yeni kitabının (Beyaz Türkler Küstüler) tanıtım çalışmasının ürünüydü böyle spekülatif bir söylemle çıkış yapmak. Beyaz mıydı değil miydi bilmiyorum ancak küskündü, tepkiliydi Alatlı… 2008 yılında Zaman gazetesinde türban konusunda kaleme aldığı yazısı sansürlenince “siz kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum” atarı ile en az 2002’den o güne dek sürdürdüğü Cemaat flörtüne son vermişti. Yazısının sansürlenmesinde Tayyip Erdoğan’ın türban konusundaki sert çıkışlarının da payı yok değildi. Ancak o mürşidinden bildi kendisine dönük bu operasyonu.

Alatlı, bir türlü tasfiyeyi yediremiyordu kendisine. Böyle memleket olmaz olsundu! Kıymetini bilmeyen, artık gustosuna hitap etmeyen memleketin gidişatından hiç mi hiç memnun değildi.

Memleket paçozlaşıyordu.

Sonra kendisi sık sık yandaşlık kantarında kaçıracak topuzu bile olmayan Yeni Şafak sayfalarında arz-ı endam etmeye başladı. Haziran Direnişi mi oldu? “Ezber bozan açıklamalarıyla tanıdığımız yazar Alev Alatlı” hazır ve nazırdı nöbetçi filozof olarak.

Paçozluktan ve paçozlaşmaktan şikayetçi Alatlı’nın analizlerinden hippilerle Haziran direnişçilerini mukayese ettiği derinlikli gözlemleri ayıkladığınızda şu kalıyordu geriye: “Her siyasi liderin bir yoğurt yiyişi vardır. Sayın Erdoğan gibi fevkalâde başarılı bir siyasetçinin bir bildiği olsa gerekir diye düşünürüm.”

Sonra 17 Aralık mı olmuştu? İşte o gün gelmişti! Alatlı’nın nemesisi, “Sayın Erdoğan”a saldırıyordu. O halde Yeni Şafak sayfalarında reisini cansiperane savunmalıydı Alatlı. Cemaat masonik bir örgütlenmeydi, lideri mürşid olma özelliğini kaybetmişti. Ve saireydi. Bunlar doğruydu, değildi tartışması bir tarafa, Alatlı’nın aklına bunların altı yedi sene Cemaat’in gazetesinde bilfiil yazıp, etkinliklerinde kürsü aldıktan sonra gelmesi de neyin nesiydi?

Burada da durmuyordu Alatlı… 17 Aralık karşısında olması gereken aydın tavrını da tarif ediyordu. Aydınlar, sanatçılar bu meşum saldırı karşısında eleştirilerini saklı tutup kayıtsız şartsız Erdoğan’ın yanında hiza almalıydı. Neden? Çünkü Erdoğan, masonik bir örgütlenmeye karşı devleti koruyordu. "En kötü devlet, devletsizlikten iyiydi."

Devlet kapısı mühimdi Alatlı için… En kötü devletin memuru olmaya, amirine selam çakmaya hazır olması bu nedenleydi.

Neyse, ne diyorduk? Ha, evet, paçozlaşma…

Paçozlaşmayı tarif etmek için öncelikle paçozun tarifine ihtiyacımız var. “Paçoz”un ne olduğunu Alatlı’nın kendisinden dinleyelim:

“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş.”

Hırsızlığı tescilli, elinde bu halkın çocuklarının kanı olan bir diktatör bozuntusunun kendi komplekslerini bastırmak için halktan gasp ettiği bir arazide yangından mal kaçırır gibi, hukuku hiçe sayarak, “maçanız sıkıyorsa yıkın” bıçkınlığıyla, hesabı verilemeyen paralar karşılığı lüks ve debdebe içinde yaşamak için inşa ettirdiği kaçak saray bir paçozlaşma göstergesi değil midir?

Rüküşlük, küstahlık, sokak kurnazlığı, terbiyesizlik, ahlaksızlık ve kalleşlikten iz yok mu Ankara’nın göbeğinde yükselen bu beton kütlesinde?

Peki bir kaçak sarayda, on beş yaşında bir çocuğun ölü bedeni üzerinde tepinecek, yetmeyip çocuğun annesini hedef tahtasına yerleştirecek kadar alçalmış birinin elinden ödül almak, o ödülün hakkını vermek için tarihin hırsız ve katil olarak yazacağı birine olmadık övgüler sıralamak pespayelik değil de nedir?

Kuyruk acısını dindirmek, intikam almak için yamanmak bunun için her yolu mubah saymak paçozluk kapsamına girer mi?

Bunların da birer paçozluk ve paçozlaşma göstergesi olduğunda hemfikirsek, dün izlediğimiz o görüntülerde paçoz bir diktatörün sarayında kendi küçük dünyasının kraliçesi olan —hadi Rusya merakından ötürü çariçe diyelim— bir paçozu izlemedik mi?

Paçoz diktatörün kaçak sarayındaki paçoz çariçe…

Başka bir görüntü izleyen var mıydı?

O halde soramaz mıyız şimdi “Yeni Türkiye’nin aydını nedir” diye?

Yeni Türkiye’de Nihat Doğan’ın enstrüman çalanına Yavuz Bingöl, kitap yazanına Alev Alatlı denir. Ve Yeni Türkiye’nin aydını budur. Nihat Doğan’dır, Yavuz Bingöl’dür, Alev Alatlı’dır. Alev biraz Nihat, Nihat biraz Yavuz'dur. Hepsi biraz Tayyip Erdoğan’dır.

Hepsi diktatör muhibidir, hepsi paçozdur. Velhasıl hepsi yaklaşık olarak birbirinin aynıdır. Biri diğerine indirgenebilir.

Marx’ın “İnsan anatomisi maymun anatomisinin anahtarıdır. Maymunun anatomisinden kalkılarak insanın anatomisi açıklanamaz; ama insanın anatomisinden kalkılarak maymunun anatomisi açıklanabilir” dediği gibi Nihat’a bakarak Alev’i açıklayamasanız da Alev’e bakarak Nihat’ı, Yavuz’u pekâlâ açıklayabilirsiniz. Bir soyutlama düzeyinde ise artık birini diğerinden ayırt etmek imkânsızdır. Yeni Türkiye’nin “aydını” matriyoşkalar gibi iç içe geçer. En dıştakinin görkemi sizi yanıltmasın. En dıştaki matriyoşka, diğerlerine gebedir ve işkembesi geniştir. Fark budur.

Yeni Türkiye’nin aydını küçüktür, ufalmıştır, kişiliği ve benliği parçalıdır. Perakendedir.  Parça başıdır. Bu aydınlar birbirine bağıntılı zerrelerdir, zerrattır. Yeni Türkiye’nin aydınları kiloyla satılıp, taneyle alındığı ve diktatörün vitrinine kondukları için aralarında matematiksel bir bağıntı vardır. Bu zevattan kerrat olmasa da bir zerrat cetveli çıkarmak mümkündür.

Örneğin,

Murat Belge - Halil Berktay = Orhan Pamuk
Adalet Ağaoğlu - Orhan Pamuk + Nihal Bengisu Karaca = Elif Şafak
Elif Şafak + Ayşe Böhürler - Esra Elönü = Alev Alatlı
Alev Alatlı - Nagehan Alçı + Yavuz Bingöl = Sezen Aksu
Sezen Aksu x 3 = Nur Yerlitaş
Hayko Bağdat - Nur Yerlitaş + Hülya Avşar = Seda Sayan
Seda Sayan + Nihat Doğan = Markar Esayan
Markar Esayan + Yıldıray Oğur = Etyen Mahçupyan
Etyen Mahçupyan - Roni Margulies = Rasim Ozan Kütahyalı
Rasim Ozan Kütahyalı ≃ Yiğit Bulut

Bu bir tiptir ve üç aşağı beş yukarı böyledir.

Bu tip ile kavgamız yeni değildir.

Alatlı yıllar evvel, Yalçın Küçük’ü hedef alan Aydın Despotizmikitabını yazmıştı. Değiştirmekten, dönüştürmekten korkmayan, yeni, eşit ve özgür bir ülke, bir dünya düşü kuran, bu uğurda mücadele eden aydın tipine duyduğu nefreti kusmuştu Alatlı. Ona göre devrimci aydın tipolojisinin yaptığı düpedüz aydın despotizmi idi.

Gelinen noktada Alatlı, bir despotun aydını, saray soytarısı olmuştur.

Şaşırmıyoruz. Bir kenara not ediyoruz.

76815

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar