Emperyalizm Üzerine Notlar -2
“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”
Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)
Emperyalizm tartışmalarında, Türkiye ve diğer yeni emperyalist ülkelerin emperyalist olduğunu reddeden anlayışların, karşı eleştirlerin en sık getirileni, bu ikinci soru. “Türkiye emperyalist olamaz, çünkü kendi tekniği yok, kendi üretim araçları yoktur.” “Türk tekellerinin ya da şirketlerinin kullandığı makineler ithaldir, dolaysıyla diğer emperyalistlerin makineleridir, emperyalistler makine vermezse Türk devleti üretim yapamaz.” vb. anlayışlar en yagın olanı.
Bunun yanıtı aslında çok basit. Sanayi gelişmemişse, tekelleşeme de olamaz. Bu soru, Türkiye'yi kapitalist olarak kabul edenlerinde sorusu. Örneğin, Marksist Teori, Türkiye burjuvazisini, tekelci burjuvazi olarak değerlendiriyor ve ülkede tekelci kapitalizmin egemen olduğunu savunuyor. Tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede, sanayinin gelişmediğinden söz edilemez. Tekelcilik, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin birleşiminin adıdır. Ve tekelleşme, emperyalizm çağına özgüdür. Yani kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalist ekonominin bir ürünüdür. Tekelciliğin gelişmi, kapitalist ekeonomiyi bir üst aşamaya çıkarır. Bu emperyalizmdir.
Türkiye'de “motor üretilmiyor”, “makine üreten makine üretimi yok” anlayışları, Türkiye kapitalizmini de tanımıyorlar dense yeridir.
Evet, Türkiye, imalat sanayinde büyük oranda ithal girdilere bağımlıdır. Ama bu onun sanayisinin olmadığı anlamına gelmez. 2023 yılında GSYH 1,1 trilyon dolar olan bir ülkenin, bu kadar büyük bir sermaye birikimini tarım ürünlerinin satışından elde ettiği varsayılıyorsa, yanılıyor. Aynı karşıt eleştirciler, “tarımında yok edildiğini” söylemeleri, kendi içinde tutarsızlık olduğunu da göremiyorlar.
“Emperyalist Türkiye” kitabımda, “Türkiye'de İmalat Sanayinin Gelişimi” başlığı altında incelenmişti:
“Kapitalizmi kendinden önceki ekonomilerden ayıran noktalardan birisi, üretici güçlerin ve üretimin merkezileştirilmesidir. Kapitalizmde, sermaye ve üretimin merkezileşmeye doğru bir eğilim gösterir ve kapitalist üretim sürdükçe sermaye birikiminin ve üretimin büyümesinin merkezileşmesinin sınırı da yoktur.” [1]
“Türkiye'de makine üreten mikene üretimi yoktur” iddiası yüzeysel ve ülkedeki kapitalist ekonomiyi yok sayan ya da küçümseyen yaklaşımların bir sonucu olduğu gerçeğinin yanında, bu iddiaları istatistiki veriler doğrulamıyor. Türkiye, 2001'den itibaren makine sanayine daha fazla yatırım yapmıştır. Bu konu bütün istatistiki verilerle adı geçen kitapda yer almaktadır. Örneğin, 2001 yılında imlat sanyine yatırılan sermayenin miktarı 7 milyar 378 milyon TL iken, 2018 yılında 106 milyar 523 milyon TL olmuştur. Kısacası 2001-2018 yılı arası, imalat sanayine yatırılan toplam sermaye yatırımı 430,391 milyar TL olmuştur.[2]
“Aynı kaynağın verilerine göre; Türkiye’de gayri safi sabit sermaye yatırımı, 2018 yılı verilerine göre, Rusya, İspanya, Avustralya, Meksika, isviçre ve Polanya’dan daha fazladır. Bu yıl içinde dünya ortalaması %23,5 iken, Türkiye %29,9 civarında gerçekleşmiştir. Bu alanda en yüksek yatırım %32 ile Endonezya’da gerçekleşmiştir.
Makine ve ekipman yatırımı artış hızında Türkiye, 2010-2017 yılları arasında Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya ve İtalya’dan daha yüksektir.”[3]
İmalat sanayinde, yabancı serme yatırımı, bazı ulusalcı kesimlerin abartısına karşın, 2015-2020 yılları arasında, %23,11 civarındadır. Türk tekellerinin ve şirketlerin yatırımı ise %76,89 civarındadır. İmalat sanayinde yabancı sermaye yatırımı 2021 yılında 1,6 milyar dolar iken, 2022 yılında biraz gerileyerek 1,59 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. [4]
Makine sanayinde yabancı yatırımı da oldukça azdır. Örneğin 2021 yılında 70 milyon dolar olan yabancı sermaye yatırımı 2022 yılında 44 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yani, 2021 yılında, yabancı sermayenin makine sanayindeki payı %4,23 iken, 2022 yılında %2,77'e gerilemiştir.[5]
Burada, yeniden Türkiye'nin sosyo ekonomik yapısına ve ayrıntılarına girmilmeyecek. Bu çok ayrı bir konu. Ancak, “motor yok”, “teknik yok” gibi yüzeysel yaklaşımlar, Türkiye kapitalizminin geldiği noktayı göremek ya da görmek istememekten kaynaklı olduğu çok açık.
Ayrıca, Türkiye'nin emperyalist aşamaya geldiğini kabule yanaşmayanlar, fosil yakıt olmadan sanayisi duracak ülkeleri (örneğin AB'nin ileri gelen emperyalist ülkelerini, Çin'i) aynı kaygıyla sorgulamıyorlar. Enerji açısından esas olarak fosil yakıta (petrol, doğal gaz, kömür vb.) bağlı ülkeler, bu yakıtlar olmadan “motorları”nı çalıştıramazlar, sanayinin tekerleklerini dönderemzler. İstedikleri kadar motor yapsınlar, teknikleri yüksek olsun, ama, bunlar için enerji lazım. Bu enerji de belli sayıda ülkede var.
Örneğin, çip konusunda hemen hemen hepsi Tayvan'a bağımlılar. Tayvan çip tekelleri üretimi durdursa, ya da “satmıyoruz” deseler, çoğu sanayi ülkesi araba üretemeyecek, robot yapamayacak ya da dijital üretimi gerçekleştiremeyecekler.
“Çip üretiminde genel dünya sıralaması; Tayvan: %54 | ABD: %12 | Güney Kore: %10 | Çin: %8 | Japonya: %7 | Avrupa Birliği: %6 | Diğerleri: %3 Tayvan, TSMC adlı şirket sayesinde dünyanın en büyük ve en değerli çip üreticisi konumunda. TSMC, Apple ve Intel gibi devlere çip tedarik ediyor.”[6]
Apple, İntel gibi süper emperyalist tekeller ve daha bir çok teknoloji tekelleri, Tayvan tekellerine bağlı. Çip üreticisi TMSC tekeli, “benden size fayda yok” dese, Apple, İntel ve diğerlerinin “büyüklükleri”, “süper tekel” oluşlarının hiç bir anlamı kalmayacaktır. Emperyalizmi, üretimin temerküzü, sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesi olarak ele almayanların, emperyalizmden anladıkları, “ya satmazsa ne yapacak”la sınırlı kalıyor. Oysa, emperyalist sistem bir bütündür ve hepsinin birbirine gereksinimi var. Birbiriyle ölümüne kapışsalarda, üretim çoktan uluslararasılaşmıştır ve emperyalist sermaye de uluslararsı bir sermeyedir. Dünyadaki uluslararası sermayenin dolaşım hızı, bilgisayar tuşlarına basma anından daha hızlı hale gelmiştir.
Dünya'da çip üretimi çok az sayıda ülkenin elinde. “motor yok” diyenler değil, “çip yok” diyenler daha önceliklidir. Çünkü teknoloji giderek dijitalleşmekte ve yarı iletkenler olmadan artık otomobillerde üretilemiyor.
Örneğin, dünyanın belli başlı buğday üreticisi ülkeler vardır. Bunlar buğdaylarını satmasa, ülkelerin çoğu aç kalacaktır. Rusya-Ukrayna savaşında bu daha net ortaya çıktı. Oysa, Ukrayna'nın buğday üretimi dünya buğday üretiminin %3'üne denk gelmektedir. Türkiye ise, dünya buğday üretiminin %3,4'ünü yapmasına karşılık yine de ithal etmek zorunda kalıyor. Dünya buğday üretiminin büyük bir bölümünü, sırasıyla, Çin (%20), Hindistan (%16) Rusya (%12) ve ABD (%7) üretmektedir.
Almanya ve AB ülkelerinin çoğu, Rusya'ya yatırım uygulamamlarına, doğal gaz ve petrol alımını sınırlamalarına karşın bütünüyle kesemiyorlar. Almanya hala doğal gazının %4'ünü Rusya'dan almaya devam ediyor. Almanya istemediğinden değil, Rusya Almanya'ya fazla gaz vermek istemediği için, açık olan bir boru hattından az miktarda gazı Almanya'ya satıyor. Şu anda Alman sanayicileri BDI (Almanya'nın TÜSİAD'ı sayılır) isyan etmiş durumda ve hükümete doğrudan ültimatov verdiler. “potansiyelimizin altında kaldık”, ömrün azaldı diye. Çünkü, ucuz Rus gazı kesilince, emperyalist Almanya ekonomisi giderek küçülmeye başladı.[7]
Bütün emepryalist ülkelerin birbirlerine gereksinimi var ve birbirleriyle ticari (ithalat ve iharacat) ilişkisini sürdürmek zorundadırlar. Motoru olmayan ya da yeterli motor üretemeyen motor ithal edecek, gazı olmayan gaz, çipi olmayan çip, buğdayı olmayan buğday, çocuk bezi üretemyen ya da yeterli üretemeyen çocuk bezi ithal edecek ya da bunları fazlasıyla üretenler satacak. Kapitalist ekonomide amaç, mal üretim stoklamak değil, fazlasıyla satmak ve kar elde etmektir. Burjuvazi satamadığı malı üretmez. Üretiklerini birbirlerine karş koz olarak kullanırlar mı? Elbette kullanırlar! Eşitsiz gelişen kapitalist-emperyalist ekonomide bu kaçınılmazdır.
Ayrıca, burjuvazi içerde kendine yeterli üretiklerinin bir kısmını dışarıya satar, ama karşılığında aynı maldan başka bir ülkeden satın alır. Örneğin, Türkiye, kendi ürettiği buğdayı hem ihraç eder, ama aynı zamanda başka bir ülkeden aynı kalitede buğdayı ithal eder.
Tekelleşmiş bir dünyada, tek tek tekeller için dünya bir pazar yeridir. O, salt üretim üsünü düşünmekle kalmaz, bir bütün olarak dünyayı düşünür, rakiplerinin kimler olduğunu, pazar paylarının ne olduğunu, hangi bölgelerde (ülke-kıta) yoğunlaştığını, zayıf ve güçlü yanlarını analiz ederek üretimini pazara sunar ve pazardan pay almak için tüm gücüyle (bol reklam, düşük fiyat, kalite, devlet olanaklarını kullanma, pazar alanındaki isiyasal iktidar ile yakın ilişki -komisyon adı altında büyük rüşvetler vererek- ) mücadele der. Sermaye büyüdükçe, pazar payları artıkça kapitalistlerin uykuları da, sermayenin büyüklük oranına göre kaçar. Tekelin esas düşmanı işçi sınıfı olmasına karşın, kendi sınıfından her tekel birbirinin de düşmanıdır. İşçi sınıfına karşı birlik olurlar, ama bu birlik kendi içinde çelişmelidir. Halkımızın deyimiyle, aynı zamanda, birbirinin kuyusunu da kazarlar ve asla birbirlerine sırtlarını dönmezler. Bu durum, sermayenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Her bir kapitalistin gözünde istatistikler, yılıdırm hızıyla gelip geçer. Doğaya, insana ve her şeye zarar verme oranları da sermayenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Sermaye büyüdükçe vahşileşmesi de artar.
Emperyalizm Çağında Milli Üretim
“Üretim araçlarını üreten makine üretemiyor”, “motor yok” diyenlerin, “milli ve yerli mal”dan söz ettikleri ve emperyalizm çağında, burjuvaziden “millicilik” beklediklerinden kuşku yoktur. Emperyalizm, ya da emperyalist tekeller, belli ülkelere bağlıdır, ama, onlarda kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemdeki millicilik yoktur. Üretimleride uluslararasıdır.
Birkaç örnek verelim. Örneğin, Mercedes, sadece tek bir seri araba için, tam 1500 tedarikçi ile çalışıyor.
2014 yılındakki bir haberi buraya alalım:
“Mercedes Satın Alma Direktörü Klaus Zehnder Pazartesi günü Stuttgart'ta yaptığı açıklamada, Pekin ve ABD'deki C-Serisi üretiminde tedarikçiler tarafından yerel olarak üretilen oranın yüzde 60 olduğunu söyledi. Bu sadece geçici bir durumdur. Gelecek nesil için referans noktası yüzde 80'dir. Ve “Zehnder dünya çapında yaklaşık 1.500 tedarikçiyle ilgileniyor.”[8]
Bir başka haber de Volkswagen ve Mercedes'den:
“Mevcut VW Golf'ün tedarikçi listesi, birkaç değişiklikle Mercedes A-Serisi ile aynı tedarikçileri içeriyor: Thyssen Krupp direksiyon kolonundan, Martinrea yan panellerden, ITT Italia fren balatalarından, Hellermanntyton ise direksiyon kolonundan sorumlu. Fren sistemi, kilitleme sistemi için Kiekert, vites kutusu yatakları için Koyo.”[9]
Aynı haberin devamında Çin'in otomobil üretimiyle ilgili bir bilgi var:
“Yakında Avrupa pazarını sarsacak olan ve çok dikkat çeken Çin otomobili Qoros 3 de ünlü tedarikçilerden alınan bileşenlerden oluşuyor. Bunların aynı zamanda VW Golf veya Mercedes'i de donatan aynı şirketler olması alışılmadık bir durum değil. “Automobilwoche” ticari dergisinin verilerine dayanan birkaç örnek:
Motor ve şanzıman: Valeo, Mahle, Bosch, BorgWarner, Continental, PMG, Getrag ve diğerleri
İç Mekan: Johnson Controls, Magna, Bader, Magna, Marquardt, Valeo, IAC ve diğerleri
Navigasyon ve radyo: Microsoft (telematik), Neusoft (bilgi-eğlence)”
Burada bir anımsatma yapıp devam edelim: TOGG “yerli ve milli”diye pazarlama yapan hükümet ve buna karşı “yerli ve milli değil” diyen burjuva muhalefet ve bir kısım solcu kesim. Burjuva muhalefeti anlamak kolay da, kendine ML diyen kesimleri anlamak zor. Bir taraftan emperyalizm ve proleter devrimler çağında olduğumuzdan söz edilecek, öbür yandan burjuvaziden “milli” üretim bekleyecek? Ama Çin'in en meşhur otomobilinde bir tane “milli” parça yok. Ama çin “malı”. VW ve Mercedes'in parçaları binden fazla tedarikçi (ezici çoğunluğu değişik ülkelerden) tarafından üretilip ve beli merkezlerden montajlanarak üretim sonlandırılacak. Bunlarda “milli”lik aranmayacak, ama, TOGG'da “illa da milli ve yerli olması” değer bulacak. Sorun TOGG'un parçalarının nerde üretilmesi değil, böyle bir ototmobilin pazar alanaı bulabilecek mi? Diğer dev otomobill tekelleriyle mücadele edebilcek mi? TOGG'u üretenleri ve buna sermaye yatıranları en çok düşündüren bu sorundur.
Bugün, otomobilden, bilgisayara, cep telefonundan en yüksek teknolojilere kadar, “yerli” üretim yoktur. Büyük markalar, bütün parçaları yüzlerce değişik üretim alanında ürettirip, bir merkezde montajını yapar. Örneğin, otomobil tekeli VW, Almanya'da fabrikaları birer montaj yerleridir. Otomobilin parçaları değişik ülkelerden gelir. Yukarıdaki haberler dikkat çekici olmalıdır. Bu üretimin uluslararasılaşmasının en yüksek seviyesini göstermektedir.
Elimizdeki cep telefonları, bilgisayralar, içini açıp baktığımızda her bir parçanın değişik bir ülkede yapıldığını görebiliriz. Örneğin, Apple'in ürettiği çoğu cep telefonları, biligisayarlar Çin'de üretilir, ama ABD malı olarak piyasaya sürülür. Apple ürünlerinin Çin'deki üretici firmasıysa Tayvan tekeli Foxconn'dur.[10]
Şu söylenebilir, ABD, Çin, Japonya, Almanya, Tayvan vb. gibi bir çok ülke yüksek teknoloji üretimine sahip. Türkiye ise bu üretim alanında geri. Bu doğru. Ancak, bu durum Türkiye'nin üretiminin toplusallaşmadını, tekeleşmenin olmadığı anlamına gelmez.
Örneğin, Türkiye'nin ihracat kalemleri arasında, ilk on kalemde, sırasıyla; 1-otomotiv endüstrisi, 2- kimyevi maddeler ve mamulleri, 3- hazırgiyim ve konfeksiyon, 4- elektrik ve elektronik, 5- çelik, 6- hububat, bakliyat, ayğlı tohum ve mamulleri, 7- makine ve aksamları, 8- demir ve demir dışı metaller, 9- tekstil ve hammaddeleri, 10- savunma ve havacılık sanayi gelmektedir.
Bunların bir kısmı yüksek teknoloji ürünü iken, bir kısmı orta-yüksek teknoloji ürünüdür. Emperyalizmi salt yüksek teknoloji ile tanımlamak, doğru bir yaklaşım değildir. Emperyalizm, tekelleşmedir. Yani üretimin yüksek düzeyde temerküzüdür. Üretimin yüksek düzeyde temerküzü, sermayenin yüksek düzeyde birikimi ve yoğunlaşmasıdır. Yani, her alanda tekelleşmedir. Serbest rekabetçi dönemde üretimin yüksek düzeyde temerküzü yoktu. Küçük işletmelerden büyük sanayi üretimine geçiş, tekelleşmeyi de doğurdu.
Bazı anlayışlar, emperyalizmi, ekonomik yapıdan ayrı ele alarak, salt askeri saldırganlığa bağlıyorlar. Ya da emperlizmi salt sisyal bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Bu eksik bir tanımlamadır. Hiçbir siyasal eğlim ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz. Emperyalizmin siyasal gericiliği, onun sahip olduğu ekonomik yapıyla bütünleşmekte ve onun ürünüdür. Emperyalizm kapitalizmin bir üst aşamasıdır. Bunun anlamı, daha yüksek bir üretim biçimidir.
Lenin bunu şöyle tanımlar:
“Ekonomik özü itibariyle, emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğuğunu gördük. Yalnızca bu, emperyalizmin tarihteki yerini belirlemek için yeterlidir, çünkü serbest rekabet zeminide ve tamı tamına serbest rekabetten doğan tekel, kapitalist düzenden daha yüksek bir sosyo ekonomik düzene geçiştir.”[11]
Demek ki, emperyalizm burjuvazinin salt bir siyasal eğilimi değil, esas olarak ekonomik bir temeli olan ve “kapitalist düzenden doğan sosyo-ekonomik” bir yapıdır. Siyasal eğilimler, ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz.
Lenin, döne dolaşa, emperyalizmi tanımlarken; tekelleşmeden, üretimin temerküzünden, sermayenin aşırı birikiminde, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin bileşmi ve finans sermayesinin egemenliğinden, sermaye ihracından vs. söz eder. Serbest rekabetçi dönem ile emperyalizm dönemini birbirinden ayıran temel ekonomik olguları böyle sıralar.
Tekellerin egemen olduğu tekelci Türk devletini, esas olarak bir kaç on tekelin egemen olduğu Türkiye ekonomisini, emperyalizm olgusunun dışında tutatanların, Lenin'in emperyalizm tanımıyla çeliştikleri bir gerçektir.
Devam edecek...
[1] Yusuf Köse, age, sf. 33
[2] Yusuf Köse, age, sf. 36 (ayrıca bkz. MAKFED, Türkiye'nin Makinecileri, Sermaye Yatırımları Analizi Raporu, Mayıs 2020)
[3] Y. Köse, age, sf. 35
[4] MAKFED, Makine İmalat Sektörü, Türkiye ve Dünya Değerlendirme Raporu, sf. 45, Ekim 2023
[5] MAKFED agR, sf. 45
[6] https://www.dunya.com/kose-yazisi/gelecek-icin-hangisi-cip-mi-bugday-mi/703770
[7] https://www.tagesschau.de/wirtschaft/konjunktur/kritik-bdi-regierung-100.html
[8] https://www.motor-talk.de/news/daimler-will-fuer-auslandsproduktion-mehr-teile-vor-ort-kaufen-t5119837.html
[9] https://m.focus.de/auto/news/autoabsatz/das-steckt-in-neuen-autos-drin-daraus-besteht-der-vw-golf-und-der-qoros-aus-china_id_3713388.html 2014 yılı.
[10] Bkz. Yusuf Köse, Dijitalleşme, İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih, sf. 80
[11] Lenin, Emperyalizm, “emperyalizmin tarihteki yeri”, sf. 147, Sosyalist Yayınlar
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Partizan: “12/15 Mart Şehitleri Ölümsüzdür! Unutmadık, Hesap Soracağız!”
Katliamlar ve kıyımlar insanlık tarihi kadar eskidir. Yaşadığımız coğrafyada da ülkemiz egemenleri onlarca katliamın altına imza atmıştır. Dersim'de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta halkımızın yaşadığı tarifsiz acılara bu sefer de Gazi ve Ümraniye katliamı eklenmiştir.
Demirci Kawa’dan Kobané’ye İsyan, Serhıldan, Zafer !
Baharın coşkusu, Demirci Kawa’nın öfkesi ve cüreti ile harmanlanan bir direnişin, isyanın simgesidir Newroz. Dört bir yanı yangın yeri olan bir halkın tereddütsüz ve korkusuzca yine aynı yangının üzerine zılgıtlarla, sloganlarla yürümesidir. Yok, sayılan kimliğinin, yasaklanan dilinin özgürleştirilmesi uğruna direnenlerin mevzisi, teslimiyete karşı Dörtlerin zindanlarda tutuşturduğu ateşle yanmaktan kendini sakınmayanların adresidir Newroz.
Kobanêʼden, direniş ve umuda dair notlar-1-2-3-4-5
Kobanê: Kobanê’de süren savaşın 134. günü sonunda ezilenlerin tarihine yazılan destana 21. yy. Stalingrad’ı demekte abartmış olmayız herhalde. Çünkü keleşlere karşılık tank ve top ile mücadele edildi. 3710 IŞİD çetesi öldürülürken 426 YPG, MLKP ve diğer örgüt savaşçıları şehit düştü. AKP ve diğer devlerin IŞİD’e destek vermesine rağmen yokluktan var edilen bir zafer de diyebiliriz.
Kadin Sorunu Insan Sorunudur
Kadin Sorunu Uzerine Kisa Bir Giris
Dino Ibrahim....
http://dino-ibrahim.blogspot.nl/2013/11/kadin-sorunu-uzerine-kisa-bir-giris.html
Koçgiri Bir Direniş Başkaldırısıdır
Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye
Çı bejnik le ye / We ki reyhan e
Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e
Li çiya ye / Koçgîriyê zulfîkare(1)
Öncelikle bilinmelidir ki, 1921 de Koçgiri (2), 1925 te Zilan ve 1937-38 de Dersim’de yaşananlar, resmi tarih belgelerinde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır, hatta soykırım girişimleridir.
Gelin bir aile olalım
Öyle lafla değil, gelin ekmeğimizi ve suyumuzu bölüştüğümüz bir aile olalım. Etrafa dağılmış kum tanecikleri olmaktan çıkıp paramızı, mal ve mülklerimizi, sevinç ve kederlerimizi birleştirdiğimiz büyük bir aile kuralım. Dünya zorbalarının kana buladıkları tarihin binlerce yıllık ezberini bozup ekonomilerimizi birleştirelim ve kendi büyük aile ekonomimizi kuralım. Birlikte üreten ve kardeşçe paylaşan öyle mutlu, öyle özgür bir hayat kuralım ki, tüm dünya parmak ısırsın, ezilen insanlık bizi örnek alsın.
AKP’nin Lebensraum İhtiyacı ve Kürdistan-Haluk Gerger
AKP iktidarı, “Yeni Türkiye”yi inşa ediyor. Ama AKP, aynı zamanda, şimdi artık çökmüş bulunan “Eski Türkiye”den kalma devlet ve sistem krizini de yönetiyor. Yani, AKP iktidarı bir “kriz yönetimi” de.
Türkiye krizinin üç boyutu var. Birincisi, “sorunların anası” Kürt Sorunu. İkincisi, sistemik iktisadi kriz. Üçüncüsü de, bu iki yapısal krizin politik, sosyal, kültürel, vb. yansımaları. “Eski Türkiye” bu bunalımların ağırlığına dayanamayarak göçtü. AKP iktidarı dolayısıyla devraldığı yapının krizini de yönetmek durumunda.
Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler
HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.
Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.
Modus vivendi...Riskler ve olanaklar
Uluslararası hukukta anlaşmazlık içindeki iki entitenin anlaşmazlığın çözümünü erteleyerek geçici bir anlaşmaya varmaları durumuna Modus Vivendi deniyor.TC ile PKK arasında süregiden çözüm sürecinin evrildiği durumu bundan daha iyi özetlemek mümkün görünmüyor.
Haziran Hareketi Mahcup Etmedi: Demir Küçükaydın
26 Şubat’ta yazdığımız “Birleşik Haziran Hareketi, Seçimler ve HDP” başlıklı yazıda Marksist ve Sosyalistlerin seçimlere ilişkin tavrının, genel ve önümüzdeki seçimlerin özgül niteliklerinden hareketle, nasıl olması gerektiği sorusunu cevapladıktan sonra, yazının sonunda, şunları yazıyorduk:
“Son olarak tekrar edelim.
CHP’ye oy veren, laik ve Alevi ama pek ulusalcı kaygıları olmayıp da demokrat olan geniş bir kesim vardır. Bunlar HDP’yi dikkatle izlemektedirler. Birleşik Haziran Hareketi, bu geniş kesimin HDP’ye yönelmesini engellemek için kurulmuş bir benttir.