Çarşamba Ekim 16, 2024

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

“Emperyalizm Üzerine Notalar-4”de “yarı-sömürgecilik”, “bağımlı ülke” ve “yeni sömürgecilik” kavramları ile ilgili kısa açıklamalar yapılmıştı. Şimdi bu bölümde, Türkiye'yi “yarı-sömürge” olarak değerlendiren  ve işçi sınıfının önüne, sosyalizm yerine “bağımsız demokratik Türkiye” koyan bazı anlayışları ele alıp değerlendireceğim.

Önce, “Emek Partisi -EMEP-” çevresinin çıkardığı “Teori ve Eylem” dergisinde çıkan “Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve anti emperyalist mücadele” ve “Kuruluşunun İkinci Yüzyılında Türkiye’nin Bağımlı Kapitalizmi“ başlıklı, bir yıl arayla birbirinin devamı olan iki ayrı yazıdaki anlayış değerlendirmek istiyorum. Yusuf Akdağ imzalı bu iki yazıdaki anlayış, Türkiye'yi “bağımlı- yarı sömürge” ülke olarak değerlendiren diğer siyasetlerin ya da siyasi görüşlerinde yaklaşımlarıyla örtüşmektedir. Argümanlar genelde aynı: “Emperyalizme bağımlı”, “ekonomiye ve siyasete emperyalistler yön veriyor” vb. vb.

Ve bu iki yazıdaki anlayış, içinde sosyalizm kelimesi geçmeyen, Türkiyeli komünist ve devrimcilerin önüne  “anti-emperyalist mücadeleyi” birincil görev olarak ortaya konuyor ve şöyle formüle ediliyor:  “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele[1]

 Akdağ'dan bir alıntı:

Türkiye, İsrail, Brezilya gibi devletlerin kendi hesaplarına da politikalar izlemeleri ya da izlemeye çalışmaları, bu ülkelerin emperyalist konumuna delalet etmez.

ve bir cümle hemen arkasından:

 “Emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasında ekonomik, mali, askeri gelişmişlik açısından büyük fark vardır.” [2]

Hemen buraya bir not düşelim. Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında, „askeri, ekonomik, mali“ gelişmişlik açısından büyük bir fark varsa, İsveç ile ABD arasındaki farklara ne diyeceğiz? İkisi de emperyalist. Biri dünyanın bir süper emperyalist gücü. Ve diğeri ise küçük bir emperyalist ülke. Ya da Lüxemburg ile Almanya arasındaki farklara ne diyeceğiz?

Yazarın anlayışına göre, emperyalistler arasında öyle büyük bir „fark“ yok. Hepsi üç aşağı beş yukarı „aynı“ demek istiyor. Elbette yanılıyor. Emperyalizm eşitsizlik demektir. Aynı emperyalist Lüxemburg ile emperyalist İngiltere arasındaki eşitsizliğin büyük olması gibi. Ya da emperyalist Danimarka ile emperyalist Japonya arasında varolan büyük farklar gibi.

Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler  arasında fark olduğu gibi aynı şekilde emperyalist ülkeler arasında da büyük farklılıklar vardır. Emperyalizm, ülkeler arasındaki farkılılıkların büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre ortaya çıkmaz, kapitalizmin bir üst aşaması olan tekelleşmeyle ortaya çıkar. Bu tür anlayışlar, emperyalizmin tekelcilik olduğu ekonomik özünü görümezden gelmektedir. Emperyalist ülkelerin ortak yanı tekelleşme ve sermaye ihracıdır. Emperyalist ülkeler arasında, matematikteki ikinin ikiye (2=2) eşit olması gibi aralarında bir eşitlik olası değildir. Emperyalizm eşitsizlik demektir.

Uluslararası ve yerli büyük sermaye ekonomide köşe başlarını tutmakta; artı değerin büyük bir kesimini kâr-faiz ve rant getirisi şeklinde ele geçirmektedir.”

Kapitalist bir ülkede köşe başlarını elbette (ulusal-uluslararası) tekeller tutacaktır. Sorun bunlara karşı mücadele ve kapitalist sistemin sosyalist devrimle ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, Türkiye’de uluslararası emperyalist tekellerin işçi sınıfının artı-değerini gasp ettiği bir çok köşe başını tuttuğu doğru, ne var ki, ülke içinde esas köşe başlarını tutanlar yerli tekellerdir. Bugün ülke ekonomisine hakim olan, devlete egemen olan Türk tekelleridir. Yabancı tekeller bunlardan sonra gelir. „Ülkemiz yabancı emperyalist tekellere peşkeş çekiliyor“ tek yanlı küçük burjuva ulusalcı çığırtkanlığı, tam gerçeği açıklamadığı gibi, gerçeğin esas yanını gizlemektedir. Çünkü ülke esas olarak yerli tekellerin eğemenliği altında ve artı-değerin çok büyük bölümünü bunlar gasp etmektedir. Basit bir toplma çıkarma matematik hesabıyla da bu rahatlıkla görülebilir.[3]

Ülke içinde, sadece “beşli çete” denen uluslar arası Türk tekellerine verilen krediler, alınmayan vergiler, yaptırılan köprü ve hava alanlarında belli bir “yolcu-araba geçiş kotaları”nın karşılığında ödenen avantalar dikkate alındığında bile sorun rahatlıkla görülebilir. Ülke “yerli” büyük Türk tekellerine öyle bir peşkeş çekliyor ki, Evrensel gazetesi şöyle bir başlık atarak aradaki çelişkinin büyüklüğünü okurlarına duyurmuştur: “İhalede bol sıfır, vergide tek sıfır: Saray'ın müteahhitleri vergi vermedi[4] ve Evrensel'den de bir başlık daha: “Maskesiz beşler: İşçiler, Antep'in en büyük 5 tekstil şirketinden %824 fazla vergi ödedi.”[5]

Bianetten bir başka haber:

“Türkiye'nin vergi vermeyen şirketleri

Türkiye'nin en büyükleri arasında yer alan Yapı Merkezi, Taşyapı, Limak, IC IÇTAŞ, TürkTelekom, Turkcell, Ülker, Getir, Zorlu Enerji, THY, Rönesans İnşaat, GDZ elektrik, EnerjiSA, Cargill, Anadolu Efes Biracılık, Hürriyet ve CNN TÜRK 2023'te kurumlar vergisi ödemeyenler arasında.[6]

Kısacası, bütün büyük tekeller işin içinde. İşçi sınıfı ve emekçilerin derin bir yoksulluğa mahkum edenlerin kimlikleri de, sınıfları da net.

AKP 22 yıllık iktidarı döneminde kendi burjuvazisini de yatarmıştır. Erdoğan'ın burjuvazisini salt küçük KOBİ'ler olarak görmek yanlıştır. Arkasında uluslararsı emperyalist niteliğe sahip bir burjuvazi vardır. Sadece bu olgu bile, özellikle son 22 yıldır, işçi sınıfı ve emekçilerin daha çok hangi tekellere peşkeş çekildiğini açıklamaya yeter. Ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) içindeki tekellerin kimlere peşkeş çekildiğini görmekte yeterli olabilir. Bu da yeterli gelmezse, özellikle son 15 yıl içinde Türk silah tekellerinin en az dört tanesinin uluslararsı en büyük 100 silah tekeli içinde yer aldığı görülebilir. Bir başka örnek, Türkiye'deki özelleştirmelerin %78'i Türk tekellerine peşkeş çekilmiştir.[7] TÜBRAŞ gibi en karlı büyük bir tekel, Koç Holding'e adeta hediye (4 milyar dolar) edilmiştir.

İsviçre bankası UBS'nin "2024 Küresel Servet Raporu"na göre Türkiye, kişisel servet artışında TL cinsinden görülen yüzde 157,78'lik büyümenin yanı sıra ABD doları cinsinden yüzde 63,2'lik büyüme oranlarıyla birinci sırada yer aldı.”[8] Her halde bu %157,78'in içinde, her geçen gün alım gücü düşen işçi, emekçi, emekli, küçük üretici köylü ve hatta küçük esnaf yoktur. Belli bir kesim muazzam ölçüde palazlanmıştır. Ülkenin esas olarak kimlere peşkeş çekildiği, bu verilerden de anlaşılabilir.

Yazar Akdağ, Evrensel'deki bu haberleri okuyor elbette, ama, o dogmatik düşünme tarzını ilke edindiği için olsa gerek, varolan gerçekleri analiz etme yerine sübjektif dünyasını gerçek gibi kağıda dökmeyi teorik eylem bellemiş gibi “analizler” yapıyor.

Demek ki, ülke, daha çok yerli tekellere peşkeş çekiliyormuş. Kendi burjuvazisinin küçümseme sosyalşovenist bu anlayış nedeniyle de „anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi esas“ gibi,  işçi sınıfı ve emekçilerin önüne yanlış hedef konmaktadır ve sosyalist devrim reddedilmektedir.

....ve yukarıdaki alıntının devamında;

işbirlikçi tekelci devlet yönetimi, ülkeyi emperyalist devletlerle uluslararası tekellerin üretim üssü haline getirmeyi, kalkınmanın ve rekabetin koşulu olarak göstermektedir.”[9]

Emperyalist Türkiye adlı kitabımda, “sermaye sermayeyi çeker” ara başlıklı bölümde, uluslararası emperyalist sermayenin en büyük yatırım alanları yine emperyalist ülkelerin kendileri olduğu, istatistiki verilerle doğrulanmaktadır.  ABD, Çin, Hindistan, Almanya, Japonya ve diğer  emperyalist ülkeler, en fazla dış yatırımı çeken ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle ABD ve Çin, uluslararası sermayenin en fazla yatırım yaptığı ülkelerdir. Her iki ekonomi de büyük olduğu için, uluslararsı sermayeyi kendilerine çekiyorlar. ABD emperyalist devletinin “kızmasına” karşın, ABD'li büyük tekellerin Çin'e yatırm yapmasının önüne geçemiyor.

ABD'ye gelen dış  sermaye toplamı 2000 yılında 2,8 trilyon ABD doları iken, 2021 yılında 13 trilyon kadar oluyor. ABD'nin dış ülkelerdeki sermaye yatırım toplamı ise, 2000 yılında 2,6 trilyon dolar kadar iken, 2022 yılında 8 trilyon dolara çıkıyor. Yani, ABD'e dışardan gelen sermaye daha fazla. ABD net sermaye ithalatçısı bir ülkedir.

Çin'de de durum aynı. 2000 yılında dışardan gelen sermaye stoku 193,4 milyar ABD doları iken, 2022'de 3,8 trilyon dolara yükseliyor. Çin'den dış ülkelere yatırım amaçlı giden sermayenin toplamı ise, 2000 yılında 27,7 milyar ABD doları iken, 2022'de 3 trilyon dolar civarında oluyor. Çin'e ait rakamların içinde Hong Kong'daki sermaye giriş çıkışları yoktur.[10]

Bütün emperyalist ülkeler dış sermayeyi çekmek için birbiriyle yarışıyorlar. ABD ve AB emperyalist bloğu Çin'in büyümesinin önüne geçmeye çalışmalarına karşın, kendi ülkelerindeki tekellerin Çin'e sermaye yatırımının önüne geçemiyorlar. Örneğin, ABD ve AB'nin baskılarına rağmen, dünyanın en büyük Alman kimya tekeli BASF, 2019 yılında Çin'de 10 milyar Avro'luk büyük bir sermaye yatırım yapmayı daha karlı buldu.[11] Çin tekelci burjuvazisi, yabancı tekelleri çekmek için, ülkeyi uluslararsı tekeller için ucuz işgücü cennetine çevirmiştir. Bu nedenle Türk tekelci devletinin ülkeyi uluslararsı sermayeye peşkeş çekmesi ya da çekmek istemesi, salt Türk burjuvazisine özgü bir olgu olmadığı, kapitalist devletlerin (elbette kapitalizmin) genel eğilimi olduğu görülmelidir.

Türk tekelleri de son üç yıldır Mısır'da daha fazla yatırım yapmayı tercih ettiler. Mısır, özellikle, Türk tekstil tekelleri için adeta bir yatırım cenneti oldu. Bu nedenle de Evrensel gazetesi; “Tekstil patronu Mısır'a, işçi kapıya“ başlığını atmıştır.[12] Tekstil tekellerin bir çoğu Mısır'da fabrika açmışlardır. Çünkü Türk tekelleri için Mısır'ın avantajları daha fazla. Her şeyden önce işçi ücretleri Türkiye'den daha düşük. ABD'e Mısır'dan kotasız ve vergisiz ihracat olanakları var. Bu durum da, Mısır burjuvazisi de Türk tekellerine ülkeyi peşkeş çekmektedir. Türkiye'de yatırım yapan diğer Uluslararası emperyalist tekeller gibi, Türk tekelleri de emperyalist amaçlarla Mısır'da yatırım yapıyorlar. Türkiye'de sömürü amaçlı yatırım yapan uluslararası emepryalist tekellere karşı çıkarken ve bunların emperyalist yüzleri net olarak görülürken, Türk tekellerinin de başka ülkelerde sermaye yatırımlarının emperyalist niteliği aynı netlikle görülmelidir. Birincisine karşı çıkıp, ikincisini görmezden gelmek  sosyal şovenizmdir! 01.10.2024

Devam edecek....

[1]          https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

[2]    https://teoriveeylem.net/tr/2024/03/04/kurulusunun-ikinci-yuzyilinda-turkiyenin-bagimli-kapitalizmi/

[3]    Evrensel: “Vergi cenneti Türkiye: Sanayi odaları başkanları vergi ödemiyor“ 18 Temmuz 2024  https://www.evrensel.net/haber/523482/vergi-cenneti-turkiye-sanayi-odalari-baskanlari-vergi-odemiyor

[4]    https://www.evrensel.net/haber/524222/ihalede-bol-sifir-vergide-tek-sifir-sarayin-muteahhitleri-vergi-vermedi 27 Temmuz 2024

[5]    https://www.evrensel.net/haber/525519/maskesiz-besler-isciler-antepin-en-buyuk-5-tekstil-sirketinden-824-fazla-vergi-odedi 14 Ağustos 2024

[6]    https://bianet.org/haber/turkiye-nin-vergi-vermeyen-sirketleri-298117#lg=1&slide=0 9 Ağustos 2024

[7]    Bkz. Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 108-113, El Yayınları 2022

[8]    https://tr.euronews.com/2024/07/11/ubs-raporu-turkiye-tl-cinsinden-kisisel-servet-artisinda-yuzde-157lik-buyume-ile-ilk-sirad

[9]          https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

[10]  ABD ve Çin ile ilgili sermaye giriş çıkışlarına ait kaynak :UNCTAD 2023 Raporu

[11]  https://www.tagesschau.de/wirtschaft/unternehmen/basf-stellenabbau-chemieindustrie-investitionen-101.htm 24.02.2023

[12]  https://www.evrensel.net/haber/528001/tekstil-patronu-misira-isci-kapiya 12 Eylül 2024

 

556

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

Sayfalar