Salı Mart 4, 2025

Halklar Masum Mu?

 

Yayınladığım son yazılar konusunda, arkadaşlardan açık sayfalara ve emailime gelen eleştirilere tek tek cevap yerine, buradan toplu cevap vermeyi daha uygun buldum.

Arkadaşlar, Ermeni jenositi konusunda halkların bir bölümünü suçlu ilan etmenin, yanlış olduğunu; ezilen, katliama uğrayan bir halkın, bir başka halkı katletemeyeceğini, dolayısıyla halkların masum olduğunu söylüyorlar.

Yeryüzünde, belli bir yaştan sonra suç işlemeyen tek bir insanın dahi olmadığı kanısındayım. Bu ayrı ve alengirli bir konu. Geçelim. Halkların, kitle katliamlarına ilişkin suçları konusunda bir noktaya özellikle dikkat ederim. Katliamı planlayıp örgütleyen esas güçleri, kışkırtılıp harekete geçirilen ikincil güçlerden ayırırım. Yağmalar, katliamlar tarihinde, yağma ve katliam kampanyalarına katılan yığınları masum göstermenin ağır sonuçları vardır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. İsterseniz, uzağa gitmeyelim. Seçim meydanlarında insanlığa meydan okuyan Hitler’i, oylarıyla iktidara taşıyan Alman halkının bir bölümü, masum mudur? Cezayir savaşını sessizce seyreden Fransız halkı masum mudur? Jean Paul Sartre’ın gözünde bu hak katildir. Ben, suçludur demeyi tercih ederim. Kürtlerin ulusal varlığını, bağımsız yaşama hakkını inkar eden, onlara yönelik askeri seferleri canla başla destekleyen, askerleri davul zurna ile gönderen Türk halkının bir bölümü masum mudur? Örnekler saymakla bitmez. Yeryüzünde hiçbir sınıf, kategori ve zümre, gerekçesi ne olursa olsun, eleştiri üstü değildir, pir ü pak değildir. İnsan suç işler. Halklar, insanlardan oluşur, halklar da suç işler.

Kırılan mazlum bir halkın, bir diğer mazlum halkın kırılmasına bulaşıp suç işlemeyeceği, tarihte buna örnek gösterilemeyeceği, halkların masum olduğu görüşüne gelince, bunun da tarihteki örnekleri çoktur. Yine isterseniz, uzağa gitmeyelim. Batılı emperyalistler ve onların yardakçıları tarafından köleleştirilen Türk halkının bir bölümünün, İttihat Terakki’nin teşvikiyle, Rum, Ermeni, Kürt, Süryani yağma ve katliamlarına bulaştığını, suça iştirak ettiğini biliyoruz. Osmanlı tarihinin son dört yüz yılı içinde, Osmanlı egemenlerinin teşvik ve desteği ile, Kürdistan’da, Şafi Kürtlerin bir bölümünün, ezilen alevi yığınlara yönelik tenkil hareketleri düzenlediklerini biliyoruz. Ondokuzuncu yüz yılın ortalarında, Bedirhan Beyin önderliğindeki Kürtlerin, Osmanlı egemenlerinin sinsi teşvikiyle ezilen Nasturileri ezdiğini, sonra da Osmanlı tarafından Bedirhan ve Kürtlerin ezildiğini biliyoruz. Aynı planın, 1915 ile 1925 arasında uygulandığını, Ermeni tehcir ve kırımına karar veren devletin, Kürtlerin bir bölümünü bu suça bulaştırdığını, 1920 ve 1925’de de Kürtleri ezdiğini biliyoruz.

Bazı arkadaşlar, İbo’nun, Ermeni Jenositinden söz etmediğini, böyle bir görüşü, İbo’ya benim mal ettiğimi söylüyorlar. Bu soru, öyle zannediyorum ki İbo’yu okumamaktan ya da dikkatlice okumamaktan kaynaklanıyor. İbo’yu okursak, orada “Ermeni Jenositi” ibaresiyle karşılaşırız. Sadece bununla değil, “Türk tarihinde birden çok jenositlerin mevcut olduğu” ibaresiyle de karşılaşırız. Bu ibarelerin dışında onun bu konuda ne dediğini de aktarmak istiyorum: “Türkiye sınırları içindeki diğer milliyetler meta üretiminin ve kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde Türkiye’den koparak ayrı milli devletler içinde (veya çok milletli devletler içinde) örgütlenmişlerdir. 1915’de ve 1919-20’de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin hareketi müstesna.” (Seçme Yazılar, sf. 215, Ocak Yayınları) “İttihat ve Terakki döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de, Kurtuluş Savaşına katılan orta burjuvazinin bir kesimi, ele geçirdiği devlet gücünü, zenginleşmek için bir kaldıraç gibi kullanarak, … Türkiye’yi terkeden ve katledilen Ermeni ve Rum kapitalistlerinin mallarına, mülklerine el koyarak iyice zenginleştiler..).(age, sf. 127)

Arkadaşlar, Ermenilerin de kırım yaptıklarını, bu sorunun, tek yönlü bir soy kırım olarak değil, iki halkın karşılıklı birbirlerini kırdığı bir sorun olarak göründüğünü söylüyorlar. Ermenilerin de kırım yaptıları doğrudur ama sorun, genel hatlarıyla karşılıklı bir kırım gibi görünmüyor. Tarihi hesaba katarak baktığımızda sorun şöyle görünüyor: sen, Orta Asya’dan kalkıp İran üzerinden, Ermenistan, Kürdistan ve Bizans coğrafyasına giriyorsun. İşgal ettiğin Batı Ermenistan’ı bin yıl içinde eritmeye, müslümanlaştırmaya çalışıyorsun. Yirminci yüz yılın başlarına geldiğinde ise, Ermenilerin, Batı Ermenistan için verdikleri bağımsızlık mücadelesini tehcir kararıyla, yani Ermeni nüfusunu, onların ana yurdu olan Batı Ermenistan’dan ve tüm Anadolu’dan sürme ve yer yer de kırıp çıkarma kararıyla cezalandırıyorsun. Sürgün yolları cesetlerle aşılmaz hale geliyor ve Batı Ermenistan’daki Ermenilerin varlığı, bir varmış, bir yokmuş masalına dönüşüyor. Sonra kalkıp şöyle diyorsun: ortada tek yönlü bir soykırım yok, onlar da bizi kırdı. Bu, bana, jenosit’i hasır altı etme eğilimi olarak görünüyor. Türk milliyetçileri sadece bunu değil, Ermeni milliyetçilerinin Hocaali’deki katliamlarını da jenositi hasır altı etmenin bir gerekçesi olarak kullanıyorlar.

Lenin, Stalin ve Mao’nun, Kurtuluş Savaşı ve Kemalist hareket konusunda, İbo’dan farklı düşündüklerini söylüyor ve sorular yöneltiyorlar bazı arkadaşlar. Olabilir. Bu, İbo’nun, yanlış tesbitler yaptığının bir kanıtı olamaz. Lenin’in, Kemalist harekatın ya da Kurtuluş Savaşı önderliğinin sınıf karekterine dair nerede ne dediğine rastlamış değilim. Lenin’in ne dediğini Lenin’den değil, bir Sovyet elçisinden, Aralof’tan öğreniyoruz. Stalin’i daha iyi biliyoruz; Mustafa Kemal’i, Türkiye’nin Sun Yat Sen’i olarak gösterenlere karşı çıkıyor ve onu Türkiye’nin Çan Kay Şek’i olarak niteliyor. Çan Kay Şek kim? Çin Komprador burjuva ve büyük toprak ağalarının temsilcisi.

 Mao ise, “Yeni Demokrasi Üzerine” adlı yazısında, “Burjuvazinin küçük kemalist diktatörlüğü,” diye bir niteleme yapıyor. Ona göre bu diktatörlük, “…sonunda kendisini İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kaldı ve giderek daha fazla bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın parçası haline geldi.” (Selected Works, vol.2, PRC, 1965, sf.355)

Şimdilik bu kadar. Yanılabilirim. Yerelliğin, milliyetçiliğin ötesinde, doğru bildiğim şeyleri söylemeye çalışıyorum. Sonsuz uzay karanlığında, varlığı, varlık alemi tarafından pek ciddiye alınmayan bir toz zerreciğinin üzerinde yaşadığımı hissediyorum. Bu bakımdan, hiçbir değer yargısına, felsefi mülahazaya kalıcılık atfetmiyorum.

Nisan 2020

6255

Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu, 20 şubat 1948’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu. Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra, Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi. 67’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, mayıs 1986’da firar edip Yunanistan’a geçti. Fransa’da iltica etti. Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Siyaset ve edebiyat dergilerinde makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı. Şimdiye kadar toplam 6 ülkede altmışa yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 7’si şiir, 2’si masal olmak üzere 30 kitabı yayınlandı. 2011’de Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü ,Grizu romanına verildi. Halen Avusturalya'da yaşamaktadır.

Son Haberler

18:45 Sil Baştan

Sayfalar

Muzaffer Oruçoğlu

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (6.Bölüm)

5-) “KUZEY KÜRDİSTAN’IN DEVRİM STRATEJİSİ” SORUNU:

Axparig Hrant /Nubar OZANYAN

Ocak, özgürlüğümüz ve kurtuluşumuz için umut ve gelecek vaadeden sevdiklerimizi kaybettiğimiz aydır. Ocak, buz içinde açan ve açmaya devam edecek olan kırmızı güllerimizi andığımız aydır. Devrimci hayaller yaşatılmadan idealler büyütülemez. Devrimci ideallerimizi süsleyen hayallerimizin orta yerinde çocukluk anılarımız gelir. Ocak’ta ölümsüzleşen her yoldaşla birlikte çocukluğumun koridorlarında dolaşırım.  

M.Oruçoğlu’nda boy veren anarşizan ve revizyonist karekterli kimi görüşler üzerine bir değerlendirme

Bilenler bilir Sayın Oruçoğlu Halkın Günlüğü gazetesinde “Antagonizma” ismiyle tanımlamayı tercih ettiği köşesinde çeşitli konular/meselelere dair görüş ve düşünsel eğilimlerini paylaşır okuruyla.

Mecbur insanlar vardır... (1)

Yaşar Kemal bir röportajında şu cümleyi kuruyordu; “Mecbur insanlar vardır!” Hikaye şöyle; Osmanlı’nın son dönemlerinde, hikayenin geçtiği yöredeki köylülerin umudu, ağaların da korkulu rüyası olmuş bir eşkıya vardır.

Bu eşkıyaya, bölgeden ayrılması karşılığında para ve hayatının bağışlanması teklifinde bulunulur, fakat o, bölgeye yığılan güçle öldüreceğini anlamasına rağmen, Osmanlı’nın teklifini köylüleri düşünerek reddeder. Ve teklifi neden reddettiğini soranlara “mecburum” diye cevap verir.

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (5.Bölüm)

4-4) “SHSS’NİN TAS’I TA EN BAŞINDAN DEVRE DIŞINDA BIRACAK OLMASI” SORUNU:

Kıvılcımları Çoğaltmalıyız!

Özellikle, 2013 yılından bu yana baskıları artırarak iktidarını sürdüren Erdoğan hükmetinin, hükmetme sınırları giderek daralıyor. Ekonomik-politik olarak sıkıştıkça, içerdeki baskıları artırarak, kendini ayakta tutmaya çalışan bir iktidarın, dayanma gücü; kitlelerin ekonomik ve özgürlük taleplerinin şiddetiyle sınırlıdır.

Kitlelerin ekonomik ve özgürlük talepleri arasına sıkışan faşist bir iktidarın ömrü de sonsuz değildir.

Bizim Sara…Nubar OZANYAN

Soğuk bir kış gecesi kırık bir radyo yayınında duydum. Sara ve iki kadın arkadaşın şehit düşüş haberini. Dışarıda bir metreyi geçkin kar altında aylarca toprak altında üşümeden direndim. Ta ki Sara’nın ölüm haberini duyuncaya kadar. Dersim/Aliboğazı’nın buz kesen havası ve sert esen rüzgarı hiç bu kadar işlemedi içime. Keskin bir bıçak gibi kesti boğazımı. Yutkundum. Sanki içime kan damladı. Kalleş pusular neden buz kesmiş Ocak’ı seçer? Neden Ocak’ta daha çok katledilir kadın devrimciler? Rosa, Sara ve Meral yoldaşlar... 

Değiştirirsek yeni olur yıl…(Nubar OZANYAN)

Herkese yetecek kadar nimeti bol, toprağı zengin olan dünya; mazlumlar açısından neredeyse çekilmez hale geldi. Her geçen gün zenginle fakir, efendi ve yeryüzünün “lanetlileri” arasındaki çelişki, derinleşerek büyüyüp daha “ürkütücü” duruma geliyor. Daha fazla sermaye ve zenginlik, bir avuç tekelin ve kapitalistin ellerinde toplanırken, yoksulluk ve yokluk büyük kalabalıkların çekilmez kaderi haline getirildi. Dünyanın tüm mazlum halkları, büyük eziyet çekmeye devam ediyor.

Robotların Yeri Bizim Yanımız

Metofor... motofor...

-   Öpüyorlar üretemiyorlar...  öpüyorlar   üretemiyorlar... Öpemiyoruz üretiyoruz...   öpemiyoruz üretiyoruz.. Biz örgütlü olma kültüründe nasibini almamış proletaryaların kaderide ne kadar bozuk abi.

- Karşıdaki tiplere bak.

- Bizim musallat olacağımız kızlara musallat olmasınlar abi.

- Bizim musallat olacağımız kızlara niye musallat olsunlar. Onlar üreteni dudakta öperiz diyiyorlar. Bizim musallat olacağımız kızlar üretiyorlar mı? 40 yıldır aynılar. Ne söylesek başımız ağrıyor, başımız ağrıyor diyor duruyorlar.

Dünya Sınıf Mücadelesinin Üzerinde Dönüyor

Dünya güneş etrafında dönsede, bütün toplumsal gelişmelerin;  “öküzün boynuzunun üzerinde” değil, sınıf mücadeleleri üzerinde döndüğünü, bütün sınıflar açısından çok çetin geçen 2020 yılı bir kere daha gösterdi.

Kapitalizmin kriz olduğunu, krizden başka bir şey üretmediğini ve bu krizinde  esas olarak işçi sınıfı ve emekçileri vurduğunu; sermayenin bitmek, durmak bilmez her şeye egemen olma vahşetiyle kitlelerin üzerine yıkıldığını, bir kere daha, korona pandemisi adı altında ölerek gördük.

Interview with member of TKP-ML Polit Bureau “We have no other option but to Struggle and Fight for Liberation”

“We have no other option but to Struggle and Fight for Liberation”

-Hello, can you introduce yourself?

– How are you, my name is Ozgur Aren, I am a member of the Central Committee Polit Bureau of TKP-ML.

-You have announced that you held your 1st Congress last year. In what environment did you prepare for your Congress? both in terms of your Party agendas and the situation in your country?

Sayfalar