Cumartesi Eylül 21, 2024

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Çeşitli haber kaynaklarının aktardığına göre; şimdiye kadar 87 bin konut tamamen yıkılmışken, toplamda 297 bin konut ise kullanılamaz durumdaymış. Keza 189 hükümet binası ile 108 okul ve üniversite yerle bir edilmişken; 313 okul ve üniversite ise kullanılamaz duruma sokulmuş. Keza 160 sağlık kuruluşu, 55 sağlık merkezi, 33 hastane, 130 ambulans ve 206 tarihi ve kültürel varlıkları imha edilmiş. Yani özetle, insanların yaşam alanları, hastane, okul ve adeta tüm üretim tesisleri ve kültürel varlıkları yerle bir edilmiş durumda.

 

Takriben 2 milyon civarında Filistinli de yerinden edilmiş. İnsanlar yiyecek, içecek, ilaç ve diğer temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakılarak, alenen ölüme terk edilmiş durumda. (Aktarılan rakamlara göre 1 milyon 95 bin bulaşıcı hastalık, 30 binden fazla ‘Hepatit A’ vakası tespit edilmiş ve 350 bin kronik hasta ölüme terk edilmiş.) 

Ve de bütün bu insanlık dışı şeyler yeterli görülmüyor olmalı ki katliam, yıkım ve geleceksizliğe mahkûm etme esası üzerinden kurgulandığı aşikâr olan soykırım fiili, olanca hızıyla devam ediyor. Nereye ve daha ne kadar devam ettirileceği ve bilançonun nasıl sonuçlanacağını ise; şimdiden kestirmek pek te mümkün gözükmüyor.

Fakat şu kesin ki Gazze’nin Filistin yurdu olmaktan çıkarılarak, bir nevi ilhak edilmesi ve de mümkün olabildiğince kadın ve çocukların imha edilerek; Filistinlilerin soyunun kurutulması hedeflenmektedir.

Tarihsel tecrübelerle sabittir ki Siyonistler, “vadedilmiş topraklar” mitolojisiyle ‘tarihsel arka planını’ oluşturdukları Filistin’de ki varlıklarını, Filistinlerin yok edilip, topraklarının işgal edilmesi üzerine kurgulamışlardır. Bir devlet olarak kuruluşları da sonraki süreçlerde ‘yeni yerleşim yerleri açma’ vesilesiyle ülke sınırlarını her seferinde daha da büyütmeleri de bu strateji gereğincedir.

Hal böyle olunca da yani bu Siyonist barbarlık ve işgalci tutuma karşı; Filistinlilerin (ve elbette ki benzer durumda ki tüm diğer ulusların da) kendi yurtlarını, toprak bütünlüklerini ve her türlü ulusal haklarını talep etme, geliştirme ve koruma meşru hakları vardır ve de saklıdır da. Gayet tabii ki bu amaç doğrultusunda her çap ve boyutta yürütüle gelen ulusal kurtuluş savaşımları ve ‘evrensel savaş hukukuna uygun’ her türlü direnişleri; haklı ve meşrudur da.

Bu çerçevede olmak üzere; ideolojik kimliğinden bağımsız olarak, elbette ki HAMAS gibi yapılanmaların da görev ve sorumluluğudur kendi yurdunu, halkını ve tüm diğer ulusal haklarını koruma ve talep etme amacıyla bir ulusal kurtuluş davası güdüp, savaşımını sürdürmesi. Bunun için kimsenin icazeti ve onayı da gerekmiyor zaten.

Dolayısıyla da burada sorgulama, HAMAS ve bileşeni olduğu “Al Aksa Tufanı” oluşumunun, bu yönü üzerinden olmayacaktır elbette ki. Ama gerek bileşimin belirleyici aktörü olması sebebiyle özel olarak HAMAS’ın ve gerekse gerçekleştirilen harekatın altında imzası olması dolayısıyla genel olarak Al Aksa Tufanı oluşumunun, 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen askeri operasyonunun kesinlikle sorgulanması gerekiyor. 

Bilinir ki savaşın en temel ve de en öncelikli kuralı; kendi güçlerini korumayı esas almaktır. Bir harekat veya muharebe başlatılacağında, ilk sorgulanacak ve de gözetilecek husus; bu harekat, muharebe veya top yekûn savaşta kendi ana gücünü (bu özgülde kendi halkını) koruyup koruyamayacağının belirlenmesidir. Eğer korunamayacaksa veya güçler dengesi ve coğrafi konumdan da ötürü bu zaten mümkün olamayacaksa ve de karşı taraf seni tümden silip süpürmek için zaten ‘tanrının bir lütfu’ babında, ‘olsun ya da olmasın bahanesi’ arıyorsa kana susamış aç bir kurt misali; bu durumda yapılması gereken şey, düşmana bunun imkânını vermemektir.

İşte tam da bu yönüyle sorgulanması gerekiyor 7.Ekim.2023 askeri operasyonunun. HAMAS’ın ta kuruluş yıllarına kadar geriye dönük değerlendirmelerle, İsrail Devleti ve istihbaratının bilgisi dahilinde ve tamamen İsrail Devletinin emellerine hizmet amacıyla HAMAS’ın böylesi bir eylemi gerçekleştirdiği/gerçekleştirebildiği, yani bir nevi sipariş bir operasyon olduğu ileri sürülse de spekülasyona dayalı bu türden yorum ve nitelemeler, hem çok da fazla bir anlam ifade etmiyor olacak ve hem de bugün yaşananları böylesi bir sorgulama ile izah etmek de pek kolay olmayacaktır.

Kabul görmüş isimlendirmesiyle, gerek bizzat Al Aksa Tufanı operasyonu ve gerekse tüneller sahasında devam eden boyutlarıyla, yani salt ‘askeri bir eylem’ olarak ele alınıp değerlendirilecek olursa; denilebilir ki İsrail Devletinin karizmasını fena halde çizmiş, son derece sofistike ve başarılı bir askeri harekattır.

Fakat operasyon esnasında sivillere yönelik yapılanlar ise zaten ta en baştan bu operasyonun ‘terörist bir saldırı’ olarak damgalanmasına ve Filistin halkının genel olarak kabul görmüş o “meşru müdafaa hakkı”nın o an itibariyle yerle bir olmasına ve dünya kamuoyu nezdinde nefret objesi haline dönüşmesine yol açtı. Ve ama daha da önemlisi; başta tüm devletler olmak üzere, geniş kamuoyu nezdinde İsrail devletinin karşı operasyonunun haklı ve meşru bir savunma hakkı olduğu algısının oluşması sonucunu doğurdu. Ve bu, uzunca bir süre Filistin halkını dünya halklarının o hayati derecedeki önemli sahiplenilmesinden mahrum bırakırken; İsrail Devletinin ise tüm vahşiliği ve gaddarlığıyla saldırılarda bulunmasın bir nevi psikolojik destekleyeni rolü oynadı.

Elbette ki Al Aksa Tufanı operasyonuna ilişkin yukarıdaki bu değerlendirme, esasen tek yanlı ve tek boyutlu olup; öze ilişkin, bütünlüklü bir değerlendirme sayılamaz. Bu operasyonun bütünlüklü değerlendirilmesi ancak ki savaşın öncelikli temel kuralı olan kendi güçlerini koruma kriteri üzerinden sorgulanması suretiyle yapılabilir ancak ki.

Bu yönüyle sorgulandığında ise rahatlıkla görülecektir ki bu temel savaş ilkesi, HAMAS ve diğer müttefiki güçler tarafından, tamamen, evet tamamen es geçilmiştir. Çünkü saldırıdan sonra, alınan rehinelerle birlikte çekilen alan sadece Al Aksa Tufanı bileşeni güçlerin bir askeri üssü veya savunma hattı değildir. Keza üstelik burası, düşman güçleri açısından aşılamaz, ulaşılamaz o eski çağların kaleleri misali korunaklı bir alan da değildir. Burası, milyonlarca Filistinlinin kıstırıldığı ve ‘balık istifi’ misali tıkış tıkış yaşadığı bir sivil yerleşim yeridir. 

Dolayısıyla da böylesi bir yerin çok aleni bir şekilde saldırı ve savunma üssü olarak kullanılması, zaten en baştan, savaşın doğrudan öznesi olamayacak durumda olan o çoluk- çocuğun, kadın, yaşlı ve hastaların da içinde bulunduğu ve milyonlarla ifade edilen o sivil halkın doğrudan düşmanın önüne yem olarak atılmasıyla eş anlamlıdır.

Bunun literatürdeki yalın karşılığı şudur: Savaşın en temel kuralı gereğince davranmayarak kendi güçlerini düşmanın karşı saldırısına maruz bırakan; pratiğinin kendiliğinden sonucu olarak böylesi bir ortam yaratıp sunan bir savaş kurmayı, hem ağır bir savaş suçu işlemiş olur ve hem de doğan sonucun suç ortağı.

Yani ‘eğri oturup doğru konuşmak gerekirse’; Gazze’de yaşanan bu korkunç soykırımın suç ortağı konumundadır HAMAS ve Al Aksa Tufanı’nın bileşeni diğer oluşumlar. Yani burada karşılaşılan durum, “sebep-sonuç denklemi” sarmalının çok tipik bir örneği olduğu, rahatlıkla söylenebilir.  

[1] Al Aksa Tufanı 23 Temmuz 2018’de İsrail işgaline karşı birleşik bir mücadele cephesi olarak oluşturulmuş bir direniş cephesidir. Amacı, eylemleri tek merkezden kontrol etmektir. Zaten kendilerini ifade edişleri de “Filistin Direniş Örgütleri Ortak Operasyon Odası” şeklindedir. Bileşiminde 12 örgüt yer almaktadır. Bunların biri Hamas’a, biri İslami Cihad’a, dört tanesi El-Fetih’e, diğerleri de daha farklı f Filistin örgütlerine bağlı örgütlerdir.

 

3083

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA -4-

Ortak düşmana karşı ortak mücadele verebilmek olarak politika

Bu son bölümünde ortak düşmana karşı birlikte hareket edebilme, ittifaklar oluşturma olarak politika ve doğru, etkili politika üretiminin örgüt üzerindeki etkisi üzerinde kısa bir şekilde duracağız. Bu iki başlık özellikle kolektifimizde son yaşanan kriz dolayısıyla ayrı bir yazı dizisinin konusu olarak ele alınmalıdır. Bu bölüm, buna giriş olarak değerlendirilebilir.

Kim getirdiyse O Götürecek

ABD emperyalistlerinin BOP çerçevesinde ılımlı islam projesiyle bölgede koçbaşı olarak kullanılmak için iktidara getirilen RTE ve AKP si zor günler yaşıyor.2000 li yılların başlarında ABD emperyalistleriyle karşılıklı çıkar ilişkilerinde bahar havası yaşayan RTE ve AKP si orta doğu  politikasında tam hizmetten/işbirliğinden kaytarınca ,başka bir deyişle de bazı politikalarda/uygulamalarda ABD emperyalistlerine ters düşünce efendilerinin gözlerinden de düştüler.

Herşeyi Anlamlaştırdığımızda Daha Hoş Görülü Oluruz

Bir hırsıza dahil acaba ne zorluklar yaşıyordu da bu yola başvurdu diyen bir toplumda:

Tam bir hayal kırıklıkları.

Ne diyorlardı ne diyorlardı.

"Sosyalizm .... ihanet eden bürokrat burjuva önderlik altında yenilmiştir."

Koca bir ekim devriminin 100 yılını anmalarının ardında geriye kalan tek şey bu.

Ne tek bir satır komünist toplumun örgutlüğünün nasıl olacağını tartışan bir devrimcinin, zoru anlamsızlaşan, sosyalizmin örgütlüğünün  komünizm olduğunu kabul edip etmeyeceğine dahil yazı.

Ne de:

TKP/ML ÖRGÜTLENME KOMİTESİ:Kuruluşunun 40. Yılında PKK'yı ve Kürt Özgürlük Mücadelesini Selamlıyoruz!

27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis köyünde kurulan Kürt Özgürlük Mücadelesinin öncü gücü Kürdistan İşçi Partisi'nin 40. mücadele yılını kutluyor, özgür bir Kürdistan kurma mücadelesinde toprağa düşen tüm PKK şehitlerinin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Hat Değişikliği-Ragıp Zarakolu

Osmanlı Türkiye’si 1914 yılında geleneksel Batı raylarından, geleneksel Batının yeni hırslı çocuğu Almanya’nın hattına kaydı. Bedel çok ağır oldu.

Bu nedenle genç cumhuriyetin temel politikası, bir yandan yeni dünya gücü Sovyetleri kollarken, ülkeyi yeniden geleneksel Batı ittifakı raylarına çekmek oldu. Ki bunun sonucu ise, Sovyetlerle Ankara Antlaşmasının yenilenmesi sağlanamazken, Büyük Britanya ve Fransa ile tam 2. Dünya Savaşı öncesi imzalanan (elbette “Hatay” rüşvetinden sonra) ittifak antlaşması oldu.

ÖSO'nu Al da git!

Astana'da yapılan görüşmelerde ''Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması'' kararının alınmasının ardından Rusya öncülüğünde İran ve Türkiye'nin katılımıyla Soçi'de üçlü bir zirve gerçekleştirildi.

Bu zirvede alınan en önemli karar önümüzdeki günlerde ''Suriye'deki tüm kesimlerle bir araya gelinecek olan bir ulusal kongre gerçekleştirilecek'' olması. Yapılacak bu kongreye PYD'nin katılması da gündemde.

Tecrit etme ve teslim almanın bir öğesi olarak TTE -2-

 “Hedef TTE’nin bertaraf edilmesiydi”

Cezaevi mücadelesi sert, hareket alanı olabildiğince sınırlı ve silahlar oldukça eşitsizdir. Ancak bu alanlarda irade ve bilinç geçişkenliğinde, burjuva-feodal argümanlara göğüs germekte mümkündür, öyle de olmuştur.

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA -3-

“... Devrimci taktikle çoğunluk olunur!”

“Bana önderlik edecek olan Nubar gibi önümden yürümeli”

“Ermenilere burada yer yok”

DERİN’e inen, ZİRVE’ye çıkan KOMUTAN! Tarihsel akıcılığın soluksuz komutanı Nubar Ozanyan!

Komutan Nubar yoldaş, yaşamının bütününde ve her bir anında demokratik halk devrimini gerçekleştirecek Kaypakkayacı kadro-militan kişiliğin sahici ismi olmuş tur.

Bir komutan, bir savaşçı nasıl bu kadar samimiyet ve içtenlikle sonsuza kadar davasına bağlı kalabilir?

Kaypakkayanın savaş stratejisine ve ilkelerine nasıl bu kadar güçlü sarılarak bir duruş, konumlanış ve yürüyüş gerçekleştirebilir? Tüm bu soruların yanıtını komutan Nubar yoldaşın şehit düştüğü ana dek devrimci yaşamının her anında ve ortaya koyduğu her pratiğinde görmek mümkündür.

Ekim Devrimi ve STALİN

Ekim Devrimi’nden söz ederken Stalin’den söz etmemek; Stalin’i yok saymak, Ekim Devrimi’nin kazanımlarını ve öğretilerini yok saymaktır. Bunu başaranlar (!) var ve de Stalin’siz bir Ekim düşleyenlerin olduğu da bir o kadar gerçek. Özellikle de burjuvazi ve onun beşinci kolu gibi çalışan troçkistler.

Burjuvazi’nin komünistlerin ve komünist önderlerin neden düşmanı olduğunu burada anlatmak, okuyucuyu aptal yerine koymak olur. Burjuvazi her zaman komünizmin ve komünizmin teorik ve pratik önederlerinin bir numaralı düşmanı olmuştur. 

Sayfalar