Hangi Atılım ?

Atılım Gazetesi’nin 29 Ağustos 2014 tarihli 136. sayısında yayımlanan “Ortadoğu’da devrimci durum” başlıklı gündem yazısında; “Fas’tan Bahreyn’e, Yemen’den Türkiye’ye, geniş anlamda Ortadoğu bölgesinde bir devrimci durum yaşanmaktadır. Bölgede hüküm süren gerici, faşist, monarşik vd. devlet rejimleri, kapitalizmin genel bunalımına bağlı olarak iflas etmiş durumdadır. Egemenler eskisi gibi yönetemiyorlar” denilmektedir. Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerini boykot çağrısı yaparken, tam da Atılım'ın işaret ettiği bu gerçekten hareket ettik. Türk hakim sınıflarının kriz içinde oldukları, genel olarak ülkemizde devrimci durum yaşandığını özel olarak da Gezi'yle birlikte sokağa çıkan halk kitlelerine CB seçimlerine katılım çağrısı yaparak düzenin kendisini meşrulaştırmasına ve soluklanmasına ortak olunmaması gerektiğini söyledik.
Nitekim önemli sayıda bir kitle sandığa gitmedi. Biz bunun boykot çağrı(mız) nedeniyle gerçekleştiği yönlü ayakları havada bir politik değerlendirme içinde değiliz. Ama CB seçimlerine katılımın düşük olması, tam da Atılımcı dostlarımızın haklı olarak işaret ettikleri duruma işaret etmektedir. Türkiye'de halk kitlelerinin dikkate değer bir kısmı isyanın izlerini üzerinde taşımaktadır. CB seçim sonuçları ve seçimlere katılım oranının oldukça düşük olması bunun somut kanıtıdır.
Hakim sınıfların eskisi gibi yönetememesi yönlü bir değerlendirme yapan devrimci bir hareketin görevi, sanırız bu yönetememe halini devam ettirmek, yapabiliyorsa daha da derinleştirmek olmalıdır. Ama Atılım hakim sınıfların yönetememe halini gördüğü(müz) halde, CB seçimlerine katılarak, düzenin kendini devam ettirmesine, yönetmeme halinden kurtulmasına ya da daha doğru ifadeyle hakim sınıfların bir nebze olsun soluklanmasına hizmet etmiştir. Bu tavrını da “…seçimler politik şartlara göre, reformcu taktiğinde devrimci taktiğinde sahnesi olabilir pekala…” diyerek meşrulaştırmıştır. (Atılım, 18 Temmuz tarihi 130. sayısındaki “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun açmazları”) Ama aynı Atılım CB seçimleri üzerinden daha bir ay bile geçmeden, Türkiye'de “devrimci durum” tespiti yapmakta, hakim sınıfların yönetememe krizinden bahsetmekte bir sakınca görmemektedir.
Eğer bir devrimci hareket devrimci durum tespiti yapıp, hakim sınıfların yönetememe krizinden bahsediyorsa orada yapılması gereken çok açıktır ki bu krizin derinleştirilmesidir. Ama Atılım öyle yapmamış, CB seçimlerini boykot ederek düzenin meşruluğunun sorgulanır durumunu devam ettirmemiş, krizin derinleştirilmesine değil tam aksine, kendini yeniden üretmesine hizmet etmiştir. Şimdi hakim sınıflar bir restorasyondan bahsederken bunu ilk defa halkın katılımıyla gerçekleştirilen CB'nına dayandırmaktadırlar.
Atılım ve onun siyasi çizgisi sistemin politik krizine sadece bu açıdan değil Kürt meselesi bağlamındaki “barışın” ateşli “devrimci” taraftarı olarak da ihtiyacı olan reformcu kanı taşımaktadır. Kuşkusuz “barış” politikası Atılım'ın belirlediği, çerçevesini çizdiği ve sahibi olduğu bir politika değildir. Bu Kürt Ulusal Hareketi'nin sahibi olduğu çizginin yaklaşımdır. Ama Atılım Kürt Hareketinin bu sürecinin kayıtsız şartsız destekçisi konumuyla, sürecin devrimci olanaklarının reformizm nehrine akmasından hiçbir rahatsızlık duymamaktadır. Ya da kör göze parmak misali reformizm olan durumu ustaca kendine ve herkese “devrimci süreç” diyerek yutturmaktadır. Haliyle böyle oluyor Atılım'ın Kürt sorununa “emekçi çözüm”ü!
Atılım neden devrimci durum tespiti yaptığı halde, kitlelere CB seçimlerine katılım, düzen için mücadele yolu önermiş, boykot taktiğini önerenlere karşı eleştiri getirmiş ve hatta onları apolitik olmak gibi, hiçte kendi değerlendirme kapasitesine uygun olamayan bir şekilde tanımlama ihtiyacı duymuştur? Bunu Atılım'ın aynı makalesinde Lenin'e atıfla gönderme yaparak “devrimci durum, devriminnesnelkoşullarını ifade eder. Bu nesnel koşulların var olmadığı bir durumda hiçbir öznel girişim, hiçbir iradi zorlama devrime yol açmaz. Ancak bu nesnel koşulların varlığında bir devrim mümkün hale gelir. Ne var ki, bu nesnel koşulların varlığı da kendiliğinden bir zaferi getirmez. Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı mevcut değilse, devrimci durumdan hiç de devrimci olmayan sonuçlar da çıkabilir” diye yazdıklarından, -bir nebze olsun- anlayabiliyoruz.
Atılım devrimci durumun olduğunu yani devrimin objektif şartlarının var olduğunu ama devrimci öncü olmadan yani devrimin objektif koşulları oluşmadan bir devrimin olamayacağından ya da bu nesnel durumdan hiç de devrimci olmayan sonuçlar çıkabileceğinden bahsetmektedir.
Bu ifadelerden ne anlamamız gerekir? Atılım devrimci durumun var olduğunu, son derece uygun olduğunu ama subjektif koşulun olmadığından mı bahsetmektedir? Daha açık bir anlatımla “Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı mevcut” olmadığı için mi CB seçimlerine katılım sağlanmıştır?
Öyleyse sormamız gerekmez mi tıpkı Atılım'ın yazdığı gibi “Sosyalist devrimin koşulları Yunanistan tarihinde hiç olmadığı kadar olgunlaşmış durumda ama “kimse” sosyalizmden, devrimden, silahlı halk ayaklanmasından bahsetmiyor!” derken aynı durum (devrimci durum) madem Türkiye'de de geçerli, ama Türkiye'de “biri”leri örneğin CB seçimleri gerçekleşirken, seçimleri boykot etmekten, devrimden, silahlı mücadeleden bahsetmiştir… Ama bu birilerinin arasında Atılım'ı görmediğimizi, aksine onun, CB seçimlerine katılmayı boykot çağrısı yapanları eleştirdiğine tanık olduğumuzu hatırlıyoruz!
Dolayısıyla bizim hangi Atılım'ı muhatap almamız gerekiyor. Dünyada ve Ortadoğu’daki devrimci duruma dair doğru tutum belirleyeni mi yoksa aynı durumda olan Türkiye'de ise farklı bir tutum takınan Atılımı mı?
Bu tutarsızlığın nedeni nedir?
Açıktır ki Atılım revizyonizmin durumdan duruma tutum belirleyen, kendini günlük olaylara uyarlayan ve daha da önemlisi kapitalizmin içinde bulunduğu durumu bilinçli olarak yok sayarak, (Yoksa 18 Temmuz'da kapitalizmin bunalımda olduğunu görmeyip, 29 Ağustos’ta kapitalizmin bunalımından bahsetmek ve devlet rejimlerinin iflas ettiğinden dem vurmak nasıl açıklanabilir?) pragmatist davranıp, devrimci durumun güçlendirilmesi, kitlelerin düzen dışı eğilimlerinin çoğaltılması yerine, CB seçimlerine katılım çağrısı yaparak, düzene hayat öpücüğü vermeyi tercih etmiştir.
Bu da bizim açımızdan anlaşılabilir bir politikadır. Çünkü ne diyordu Lenin? “…durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, onun gerçek ya da varsayılan avantajları yanına feda etmek” (Marksizm ve Revizyonizm-Nisan 1908)
Atılım'ın İstisnası Kafa Karışıklığının Aynası!
Aynı makalede Atılım, Rojava'da yaşanan durumu ise bir istisna olarak değerlendirmekte ve nesnel durumun (objektif koşulun) uygun olmasının yanında subjektif koşulunda var olması, (makalede kullanılan ifadeyle “Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı”nın) nedeniyle başarılı olunduğundan bahsetmektedir. Bu tespitini de şu ifadelerle vurgulamaktadır: “İstisnai bir durum olarak, Rojava’da halk hareketi devrimci bilinç ve örgütlülükle buluştu. Bu birleşme Rojava devrimini doğurdu. PKK’nin devrimci birikimiyle, Batı Kürdistan’ın ulusal boyunduruğa öfkesi devrimci bir halk ordusunu, YPG’yi doğurdu.”
Rojava devriminin öyle Atılım'ın görmek istediği gibi “demokratik halk devrimi” olmadığını, yaşananın “ulusal demokratik devrimci” bir süreç olduğunu ifade etmekle birlikte, (Rojava Devrimi'nin niteliğinin ne olduğu ayrı bir yazının konusudur.) asıl sorun, Atılım'ın devrimci durumu istisnai olarak da olsa olumlu olarak kullanan “devrimci bilinç ve örgütlülükle buluşması” olarak tanımlamasıdır. Atılım devrimci bilinç ve örgütlülükten bahsederken Rojava Devrimi'ni “kendi devrimleri” olarak ilan eden ve enternasyonalist dayanışmanın güzel örneklerini sergileyen MLKP'den, onun teorik ve pratik duruşundan ve devrime önderlik etmesinden bahsetmiyor herhalde! Bahsini ettiği PKK'dir.
Rojava Devrimi'ne önderlik eden anlayışın, İmralı'da geliştirilen tezlerle hareket ettiği ve bu tezlerinde öyle devrimci tezler olmadığını Atılım'da kabul ediyor bildiğimiz kadarıyla. Nitekim aynı makalede Atılım “yurtsever demokratik öncü, doğru bir öngörü ve konumlanma ile Rojava’ya yönelmese...” ifadelerini kullanmaktadır. Atılım bildiğimiz kadarıyla T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketinin çizgisini ve yönelimini “devrimci-demokratik” olarak değerlendirmektedir. Yani İmralı'dan ileriye sürülen tezleri reformist olarak görmemektedir. Bu anlamda Atılım'ın Rojava ile ilgili tezleri kendi içinde tutarlı değildir. Bunun nedeni Atılım'ın devrimci ve reformist kriterlerindeki hatalı yaklaşımında aranmalıdır.
Atılım karar vermelidir. Rojava Devrimi'ne önderlik eden “devrimci bilinç ve örgütlülük... PKK’nin devrimci birikim”imi dir yoksa “yurtsever demokratik öncü” müdür? Bu kafa karışıklığı neden? Neden Rojava Devrimi'nden bahsederken o devrime önderlik eden çizginin bir yanda devrimci diğer yanda demokratik olduğu ileriye sürülmektedir? Rojava Devrimi'ne önderlik eden anlayışın ne olduğu, neden daha açık ve net olarak ortaya konulmamaktadır?
Rojava Devrimi, evet bir devrimdir. Hatta daha doğru ifade ile devrimci bir süreçtir. Bu sürece önderlik eden çizgi, “ulusal reformist” bir anlayıştır. Rojava Devrimi'ni, “Demokratik Halk Devrimi”, “Yeni Demokratik Devrim” olarak tanımlamak doğru değildir. Bu devrim “eski tipte bir devrim”, proletaryanın değil burjuvazinin önderlik ettiği bir devrimdir. Rojava Devrimi'ni “Ulusal Demokratik Devrim”, bir devrimci süreç olarak tanımlamak gerekir.
Bu “ulusal demokratik devrim süreciyle dayanışmanın ötesinde, bizzat aktif katılımcısı olmak son derece değerli ve önemli bir pratiktir. Bu nedenle Atılım'ı temsilcisi olduğu anlayışın, Rojava Devrimi'ne katılımı ve mücadelesi örnek alınması gereken devrimci enternasyonalist bir tutumdur. Tıpkı geçmişte Türkiyeli devrimcilerin Filistin'de mücadele etmesi örneğinde olduğu gibi, şu anda Rojava'da mücadele etmek önemlidir. Bu pratikten öğrenmek gerekir. Ama bu örnek pratikten öğrenip hayata geçirirken, tanımlamaları yerli yerinde yapmak gerekir. Bu tavır bizi olası sapmalara karşı uyanık olmamızın yanında kendi misyonumuzun ne olduğu hususunu da hatırlatacaktır.
Bizce Atılım'ın hem dünyada hem de Ortadoğu ve Türkiye'de devrimci durum koşullarında, hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğu durumda; modern revizyonist çizgisi nedeniyle yalpalamakta, reformizmle tam olarak hesaplaşmadığı için bocalamaktadır.
Bir yanda Türkiye'de devrimci durum tespiti ve hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğunu ileriye sürüp, diğer yanda bu krizi derinleştirmek, halk kitlelerinin düzen dışı eğilimlerinin güçlendirmek için mücadele etmek yerine örneğin CB seçimlerine katılım çağrısı yapmakta, üstelik de devrimci durumun son derece uygun olduğu, hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğu ve bu anlamıyla düzene kan taşımamak gerektiğini açıklayıp boykot yapanları “politikasızlıkla” eleştirmektedir. Bir yanda devrimci durum tespiti yapıp, diğer yanda ise bu nesnel koşulları devrim lehine çevirecek devimci partinin güçlendirilmesi yerine legal parti çalışmalarına ağırlık vermektedir.
Diğer yanda ise Rojava'da devrimci bir durumdan bahsederken, bu sürece önderlik eden çizgiyi kâh devrimci, kah yurtsever demokratik öncü ilan edip; bizce de Ortadoğu bölgesinde önemli bir gelişmeye karşılık gelen Rojava Devrimi'ne, -gereğinden fazla-, olmadık anlamlar yüklemekte; bizzat Kürt hareketi bile, Rojava'daki Devrim'den “radikal demokratik devrim” ve “radikal demokrasi” olarak bahsederken Atılım devrimin niteliğini farklı göstermektedir.
Atılım, modern revizyonist çizgisi uyarınca reformizmle olan imtihanını vermemiştir. Hem Türkiye'de hem de Rojava'daki tutarsızlığının ana nedeni budur.
Son Haberler
Sayfalar

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]
“Acı veriyorsa geçmiş;
geçmemiş demektir.”[2]
“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.
Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]
“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,
acıma çılgınlığı vermiş,
İnsan artık dayanamaz gibiyse,
üstelik
Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı
Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;
Ve acıdan dili tutulunca insanın,
bir Tanrı
Çektiğimi anlatayım diye
bana dil vermiş.”[2]

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER
Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]
“Biri kurbağa öper,
biri yüzyıllarca uyur,
biri 7 cüceyle yaşar,
biri kuleye kapatılır.
Bir masal prensesi olsan bile
kadınlık zor.”[1]
1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]
“Tarih, gelecek için
kavga verip, yitirmiş bile olsa,
insanlık için vuruşanları
hiç unutmaz.”[2]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...
12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları
Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ
Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez
Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,
PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,
Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?
11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.