Pazartesi Mart 31, 2025

Hangi Atılım ?

Atılım Gazetesi’nin 29 Ağustos 2014 tarihli 136. sayısında yayımlanan “Ortadoğu’da devrimci durum” başlıklı gündem yazısında; “Fas’tan Bahreyn’e, Yemen’den Türkiye’ye, geniş anlamda Ortadoğu bölgesinde bir devrimci durum yaşanmaktadır. Bölgede hüküm süren gerici, faşist, monarşik vd. devlet rejimleri, kapitalizmin genel bunalımına bağlı olarak iflas etmiş durumdadır. Egemenler eskisi gibi yönetemiyorlar” denilmektedir. Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerini boykot çağrısı yaparken, tam da Atılım'ın işaret ettiği bu gerçekten hareket ettik. Türk hakim sınıflarının kriz içinde oldukları, genel olarak ülkemizde devrimci durum yaşandığını özel olarak da Gezi'yle birlikte sokağa çıkan halk kitlelerine CB seçimlerine katılım çağrısı yaparak düzenin kendisini meşrulaştırmasına ve soluklanmasına ortak olunmaması gerektiğini söyledik.

Nitekim önemli sayıda bir kitle sandığa gitmedi. Biz bunun boykot çağrı(mız) nedeniyle gerçekleştiği yönlü ayakları havada bir politik değerlendirme içinde değiliz. Ama CB seçimlerine katılımın düşük olması, tam da Atılımcı dostlarımızın haklı olarak işaret ettikleri duruma işaret etmektedir. Türkiye'de halk kitlelerinin dikkate değer bir kısmı isyanın izlerini üzerinde taşımaktadır. CB seçim sonuçları ve seçimlere katılım oranının oldukça düşük olması bunun somut kanıtıdır.

Hakim sınıfların eskisi gibi yönetememesi yönlü bir değerlendirme yapan devrimci bir hareketin görevi, sanırız bu yönetememe halini devam ettirmek, yapabiliyorsa daha da derinleştirmek olmalıdır. Ama Atılım hakim sınıfların yönetememe halini gördüğü(müz) halde, CB seçimlerine katılarak, düzenin kendini devam ettirmesine, yönetmeme halinden kurtulmasına ya da daha doğru ifadeyle hakim sınıfların bir nebze olsun soluklanmasına hizmet etmiştir. Bu tavrını da “…seçimler politik şartlara göre, reformcu taktiğinde devrimci taktiğinde sahnesi olabilir pekala…” diyerek meşrulaştırmıştır. (Atılım, 18 Temmuz tarihi 130. sayısındaki “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun açmazları”) Ama aynı Atılım CB seçimleri üzerinden daha bir ay bile geçmeden, Türkiye'de “devrimci durum” tespiti yapmakta, hakim sınıfların yönetememe krizinden bahsetmekte bir sakınca görmemektedir.

Eğer bir devrimci hareket devrimci durum tespiti yapıp, hakim sınıfların yönetememe krizinden bahsediyorsa orada yapılması gereken çok açıktır ki bu krizin derinleştirilmesidir. Ama Atılım öyle yapmamış, CB seçimlerini boykot ederek düzenin meşruluğunun sorgulanır durumunu devam ettirmemiş, krizin derinleştirilmesine değil tam aksine, kendini yeniden üretmesine hizmet etmiştir. Şimdi hakim sınıflar bir restorasyondan bahsederken bunu ilk defa halkın katılımıyla gerçekleştirilen CB'nına dayandırmaktadırlar.

Atılım ve onun siyasi çizgisi sistemin politik krizine sadece bu açıdan değil Kürt meselesi bağlamındaki “barışın” ateşli “devrimci” taraftarı olarak da ihtiyacı olan reformcu kanı taşımaktadır. Kuşkusuz “barış” politikası Atılım'ın belirlediği, çerçevesini çizdiği ve sahibi olduğu bir politika değildir. Bu Kürt Ulusal Hareketi'nin sahibi olduğu çizginin yaklaşımdır. Ama Atılım Kürt Hareketinin bu sürecinin kayıtsız şartsız destekçisi konumuyla, sürecin devrimci olanaklarının reformizm nehrine akmasından hiçbir rahatsızlık duymamaktadır. Ya da kör göze parmak misali reformizm olan durumu ustaca kendine ve herkese “devrimci süreç” diyerek yutturmaktadır. Haliyle böyle oluyor Atılım'ın Kürt sorununa “emekçi çözüm”ü!

Atılım neden devrimci durum tespiti yaptığı halde,  kitlelere CB seçimlerine katılım, düzen için mücadele yolu önermiş, boykot taktiğini önerenlere karşı eleştiri getirmiş ve hatta onları apolitik olmak gibi, hiçte kendi değerlendirme kapasitesine uygun olamayan bir şekilde tanımlama ihtiyacı duymuştur? Bunu Atılım'ın aynı makalesinde Lenin'e atıfla gönderme yaparak “devrimci durum, devriminnesnelkoşullarını ifade eder. Bu nesnel koşulların var olmadığı bir durumda hiçbir öznel girişim, hiçbir iradi zorlama devrime yol açmaz. Ancak bu nesnel koşulların varlığında bir devrim mümkün hale gelir. Ne var ki, bu nesnel koşulların varlığı da kendiliğinden bir zaferi getirmez. Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı mevcut değilse, devrimci durumdan hiç de devrimci olmayan sonuçlar da çıkabilir” diye yazdıklarından, -bir nebze olsun- anlayabiliyoruz.

Atılım devrimci durumun olduğunu yani devrimin objektif şartlarının var olduğunu ama devrimci öncü olmadan yani devrimin objektif koşulları oluşmadan bir devrimin olamayacağından ya da bu nesnel durumdan hiç de devrimci olmayan sonuçlar çıkabileceğinden bahsetmektedir.

Bu ifadelerden ne anlamamız gerekir? Atılım devrimci durumun var olduğunu, son derece uygun olduğunu ama subjektif koşulun olmadığından mı bahsetmektedir? Daha açık bir anlatımla “Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı mevcut” olmadığı için mi CB seçimlerine katılım sağlanmıştır?

Öyleyse sormamız gerekmez mi tıpkı Atılım'ın yazdığı gibi “Sosyalist devrimin koşulları Yunanistan tarihinde hiç olmadığı kadar olgunlaşmış durumda ama “kimse” sosyalizmden, devrimden, silahlı halk ayaklanmasından bahsetmiyor!” derken aynı durum (devrimci durum) madem Türkiye'de de geçerli, ama Türkiye'de “biri”leri örneğin CB seçimleri gerçekleşirken, seçimleri boykot etmekten, devrimden, silahlı mücadeleden bahsetmiştir… Ama bu birilerinin arasında Atılım'ı görmediğimizi, aksine onun, CB seçimlerine katılmayı boykot çağrısı yapanları eleştirdiğine tanık olduğumuzu hatırlıyoruz!

Dolayısıyla bizim hangi Atılım'ı muhatap almamız gerekiyor. Dünyada ve Ortadoğu’daki devrimci duruma dair doğru tutum belirleyeni mi yoksa aynı durumda olan Türkiye'de ise farklı bir tutum takınan Atılımı mı?

Bu tutarsızlığın nedeni nedir?

Açıktır ki Atılım revizyonizmin durumdan duruma tutum belirleyen, kendini günlük olaylara uyarlayan ve daha da önemlisi kapitalizmin içinde bulunduğu durumu bilinçli olarak yok sayarak, (Yoksa 18 Temmuz'da kapitalizmin bunalımda olduğunu görmeyip, 29 Ağustos’ta kapitalizmin bunalımından bahsetmek ve devlet rejimlerinin iflas ettiğinden dem vurmak nasıl açıklanabilir?) pragmatist davranıp, devrimci durumun güçlendirilmesi, kitlelerin düzen dışı eğilimlerinin çoğaltılması yerine, CB seçimlerine katılım çağrısı yaparak, düzene hayat öpücüğü vermeyi tercih etmiştir.

Bu da bizim açımızdan anlaşılabilir bir politikadır. Çünkü ne diyordu Lenin? “…durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, onun gerçek ya da varsayılan avantajları yanına feda etmek” (Marksizm ve Revizyonizm-Nisan 1908)

Atılım'ın İstisnası Kafa Karışıklığının Aynası!

Aynı makalede Atılım, Rojava'da yaşanan durumu ise bir istisna olarak değerlendirmekte ve nesnel durumun (objektif koşulun) uygun olmasının yanında subjektif koşulunda var olması, (makalede kullanılan ifadeyle “Komünist ve devrimci partilerin bir devrime önderlik edebilecek irade ve hazırlığı”nın) nedeniyle başarılı olunduğundan bahsetmektedir. Bu tespitini de şu ifadelerle vurgulamaktadır: “İstisnai bir durum olarak, Rojava’da halk hareketi devrimci bilinç ve örgütlülükle buluştu. Bu birleşme Rojava devrimini doğurdu. PKK’nin devrimci birikimiyle, Batı Kürdistan’ın ulusal boyunduruğa öfkesi devrimci bir halk ordusunu, YPG’yi doğurdu.”

Rojava devriminin öyle Atılım'ın görmek istediği gibi “demokratik halk devrimi” olmadığını, yaşananın “ulusal demokratik devrimci” bir süreç olduğunu ifade etmekle birlikte, (Rojava Devrimi'nin niteliğinin ne olduğu ayrı bir yazının konusudur.) asıl sorun, Atılım'ın devrimci durumu istisnai olarak da olsa olumlu olarak kullanan “devrimci bilinç ve örgütlülükle buluşması” olarak tanımlamasıdır. Atılım devrimci bilinç ve örgütlülükten bahsederken Rojava Devrimi'ni “kendi devrimleri” olarak ilan eden ve enternasyonalist dayanışmanın güzel örneklerini sergileyen MLKP'den, onun teorik ve pratik duruşundan ve devrime önderlik etmesinden bahsetmiyor herhalde! Bahsini ettiği PKK'dir.

Rojava Devrimi'ne önderlik eden anlayışın, İmralı'da geliştirilen tezlerle hareket ettiği ve bu tezlerinde öyle devrimci tezler olmadığını Atılım'da kabul ediyor bildiğimiz kadarıyla. Nitekim aynı makalede Atılım “yurtsever demokratik öncü, doğru bir öngörü ve konumlanma ile Rojava’ya yönelmese...” ifadelerini kullanmaktadır. Atılım bildiğimiz kadarıyla T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketinin çizgisini ve yönelimini “devrimci-demokratik” olarak değerlendirmektedir. Yani İmralı'dan ileriye sürülen tezleri reformist olarak görmemektedir. Bu anlamda Atılım'ın Rojava ile ilgili tezleri kendi içinde tutarlı değildir. Bunun nedeni Atılım'ın devrimci ve reformist kriterlerindeki hatalı yaklaşımında aranmalıdır.

Atılım karar vermelidir. Rojava Devrimi'ne önderlik eden “devrimci bilinç ve örgütlülük... PKK’nin devrimci birikim”imi dir yoksa “yurtsever demokratik öncü” müdür? Bu kafa karışıklığı neden? Neden Rojava Devrimi'nden bahsederken o devrime önderlik eden çizginin bir yanda devrimci diğer yanda demokratik olduğu ileriye sürülmektedir? Rojava Devrimi'ne önderlik eden anlayışın ne olduğu, neden daha açık ve net olarak ortaya konulmamaktadır?

Rojava Devrimi, evet bir devrimdir. Hatta daha doğru ifade ile devrimci bir süreçtir. Bu sürece önderlik eden çizgi, “ulusal reformist” bir anlayıştır. Rojava Devrimi'ni, “Demokratik Halk Devrimi”, “Yeni Demokratik Devrim” olarak tanımlamak doğru değildir. Bu devrim “eski tipte bir devrim”, proletaryanın değil burjuvazinin önderlik ettiği bir devrimdir. Rojava Devrimi'ni “Ulusal Demokratik Devrim”, bir devrimci süreç olarak tanımlamak gerekir. 

Bu “ulusal demokratik devrim süreciyle dayanışmanın ötesinde, bizzat aktif katılımcısı olmak son derece değerli ve önemli bir pratiktir. Bu nedenle Atılım'ı temsilcisi olduğu anlayışın, Rojava Devrimi'ne katılımı ve mücadelesi örnek alınması gereken devrimci enternasyonalist bir tutumdur. Tıpkı geçmişte Türkiyeli devrimcilerin Filistin'de mücadele etmesi örneğinde olduğu gibi, şu anda Rojava'da mücadele etmek önemlidir. Bu pratikten öğrenmek gerekir. Ama bu örnek pratikten öğrenip hayata geçirirken, tanımlamaları yerli yerinde yapmak gerekir. Bu tavır bizi olası sapmalara karşı uyanık olmamızın yanında kendi misyonumuzun ne olduğu hususunu da hatırlatacaktır.

Bizce Atılım'ın hem dünyada hem de Ortadoğu ve Türkiye'de devrimci durum koşullarında, hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğu durumda; modern revizyonist çizgisi nedeniyle yalpalamakta, reformizmle tam olarak hesaplaşmadığı için bocalamaktadır.

Bir yanda Türkiye'de devrimci durum tespiti ve hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğunu ileriye sürüp, diğer yanda bu krizi derinleştirmek, halk kitlelerinin düzen dışı eğilimlerinin güçlendirmek için mücadele etmek yerine örneğin CB seçimlerine katılım çağrısı yapmakta, üstelik de devrimci durumun son derece uygun olduğu, hakim sınıfların yönetememe krizi içinde bulunduğu ve bu anlamıyla düzene kan taşımamak gerektiğini açıklayıp boykot yapanları “politikasızlıkla” eleştirmektedir. Bir yanda devrimci durum tespiti yapıp, diğer yanda ise bu nesnel koşulları devrim lehine çevirecek devimci partinin güçlendirilmesi yerine legal parti çalışmalarına ağırlık vermektedir.

Diğer yanda ise Rojava'da devrimci bir durumdan bahsederken, bu sürece önderlik eden çizgiyi kâh devrimci, kah yurtsever demokratik öncü ilan edip; bizce de Ortadoğu bölgesinde önemli bir gelişmeye karşılık gelen Rojava Devrimi'ne, -gereğinden fazla-, olmadık anlamlar yüklemekte; bizzat Kürt hareketi bile, Rojava'daki Devrim'den “radikal demokratik devrim” ve “radikal demokrasi” olarak bahsederken Atılım devrimin niteliğini farklı göstermektedir.

Atılım, modern revizyonist çizgisi uyarınca reformizmle olan imtihanını vermemiştir. Hem Türkiye'de hem de Rojava'daki tutarsızlığının ana nedeni budur.

89438

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar