Cumartesi Mart 1, 2025

Hastalıklı toplumun hasta insanları…/ Fikret Başkaya

Artık Türkiye tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş durumda: Polis şiddeti, subay şiddeti, öğretmen şiddeti, müdür şiddeti, erkek şiddeti, koca şiddeti, baba şiddeti, siyasetçi şiddeti, esnaf şiddeti (AKP esnafı tarafından hunharca katledilenleri hatırlayın) dinci yobaz şiddeti, işveren şiddeti, ekonomik şiddet, trafik şiddeti, mahalle şiddeti, medya şiddeti, rektör şiddeti, dekan şiddeti, “özel güvenlikçi” şiddeti, insanların doğal çevreye uyguladığı şiddet… Bu kadar şiddete maruz bir toplumda ve ortamda hala sağlıklı insana rastlamak ne kadar mümkün? Gün geçmiyor ki, bir vahşet yaşanmasın, bir katliam yapılmasın, bir kadın öldürülmesin, bir cinayet işlenmesin… Bu şiddetin “olağanlaşması”, sıradanlaşması değil mi?

Bu sürekli şiddet hâli, bu cinayetler, bu insanı utandıran manzaralar hasta insanların eseri, o hasta insanlar da bu toplumun eseri. Gökten zembille inmiş değiller. Hastalıklı toplumun karnından çıkıyorlar. Şiddetin kökü derinlerde ama sorunun kökenini dert edinen, kaynağına inmeyi akıl eden pek yok… Yüzeysel söylemler ortalığı kaplamaya devam ediyor. Yeni kanunlar çıkararak, cezaları daha da artırarak sorunun çözüleceğini sananlar çoğunlukta… ” Birkaçını sallandırarak” işin içinden çıkılabileceği sanılıyor ve hâlâ idam cezasını bir çare olarak görenler az değil… Eğer idam bir çare olsaydı işler ne kadar da kolay olurdu. Bu, katledeni katlederek üstesinden gelinebilir bir şey midir? Eğer öldürmek kötüyse (ve kötüdür şüphesiz), aynı şeyi devlet yapınca iyi olur mu?  Bu bir şeyi olmadığı yerde aramak değil midir? Eğer bu durum, bu genelleşmiş şiddet hali, hastalıklı toplumun ortaya çıkardığı bir şeyse, o zaman işe, “bu toplum neden böyle oldu”, “neden hastalandı”, “neden bu hale geldik” sorusunu sormak gerekmiyor mu?

Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu anlamayı, bilince çıkarmayı gerektirir. Şeyleri adıyla çağırmayı gerektirir, etrafında dolanmamayı gerektirir. Aslında şiddet toplumun derinliklerinde mündemiç olan bir şey ve asıl şiddeti yaratan da bizzat bu sistemin kendisi… Bu toplumun insanları  boşuna burnundan solur hale gelmedi ve artık burnundan soluyanlar çoğunluğu oluşturuyor? Şu ve bu aktörün işlediği cinayetler, katliamlar, aşırılıklar genel şiddet halinin emareleri, yüzeye çıkanı, görünen yüzü sadece. Asıl sorunu yaratan herkesi herkesin rakibi, dolayısıyla düşmanı haline getiren kapitalizm, onun neoliberal versiyonu. Yegane değerin para olduğu, mal-mülk olduğu, başkaca hiçbir değerin esamesinin okunmadığı bir toplumda, barıştan, huzurdan söz etmek mümkün müdür? Geçerli ekonomik- sosyal- politik sistem, yıkıcı “çılgın rekabete” dayanıyor. Zira, birinin başarısı başkasının başarısızlığı üzerine inşa ediliyor. Sizin başarılı olmanız, başkasının başarılı olmasını engellemeye endeksli. Merak edip sözlüğe bakanlar, rekabet kelimesinin bir anlamının da “birbirini çekememe, kıskanma” olduğunu görür. Sistemin normal işleyişi, insanların önemlice bir kısmını bir işten, bir gelirden mahrum ediyor, gelir dağılımı adaletsizliği insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkıyor, insan özel çıkar peşinde koşan “homo economicus” bir canlı olarak görülüyor ve bencillik insanlığın “normal hâli” sayılıyor… Her şey özelleştiriliyor, bir kâr aracına dönüştürülüyor, ortak yaşam alanları birer birer yok ediliyor, doğa tahribatıyla da ortak yaşamın da temeli aşındırılıyor.

Neoliberal küreselleşme çağında devlet de artık sadece sermaye sınıfının, (oligarşinin) veya aynı anlama gelmek üzere büyük hırsızların tek yanlı çıkarını gerçekleştirmeye koşulmuş bir aygıta dönüştü. Tabii bunu söylemek, devlet eskiden toplum yararının hizmetindeydi anlamına gelmez… Devlet oldum olası özel çıkarların hizmetinde olmuştur. Misyonu ve varlık nedeni mülk sahibi sınıfların servetini çoğaltmak, bir de onları “zararlı sınıflardan” korumaktır…. Velhasıl devletin varlıklı sınıfların ve yeni yetme mülk sahiplerinin tek yanlı çıkarına hizmet etmekten başka bir kaygı taşımadığı koşullarda, toplumun bir şiddet toplumu haline gelmesine şaşmanın bir âlemi yok! Böyle bir sonuç neden şaşırtıcı olsun. Tuhaf gelebilir ama kapitalizm her bir bireyi bir kapitalist gibi davranmaya zorluyor ve onu doğa düşmanı haline getiriyor. Para ve maddi zenginlik yegane değer mertebesine yükseltiliyor, bir tapınma aracına dönüştürülüyor, başkaca hiçbir insanî değerin esamesi okunmuyor. Velhasıl insanın özünü aşındıran kör bir süreç söz konusu. İnsana ve yaşama dair ne var ne yoksa metalaştırılıyor, şeyleştiriliyor, paralılaştırıyor,  özelleştiriliyor, dejenere ediliyor. Ülke zenginliği dar bir oligarşi ve çevresi tarafından yağmalanırken, işsizlerin, yoksulların, yaşamak için gerekli asgari gelirden yoksun olanların sayısı çığ gibi büyüyor. Çalışanların da büyük çoğunluğu elde ettiği gelirle geçinmekte zorlanıyor. Zira geçerli sistem her geçen gün karşılanması gereken yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor ve ihtiyaçlar hiyerarşisini dejenere ediyor… Her geçen gün hayat daha da pahalandırılıyor. Gelirler (ücretler) her seferinde erozyona uğrarken, bir yanda da reklamlar devreye sokularak, tüketim özendiriliyor, satın alma isteği kamçılanıyor. Sonuçta insanlarda “tatminsizlik duygusu”, “eksiklik duygusu”, “yoksunluk duygusu”, “yeteneksiz” oldukları, çaresizlik  “bilinci (bilinçsizliği)” kökleşiyor. Velhasıl insanların psikolojisi tromatize oluyor, sarsılıyor, yara alıyor, geleceğe umutla bakma duygusu köreliyor. Çocuklarının geleceğine dair haklı bir kaygı duyuyorlar…

Şimdilerde rejim artık toplumun gerçek sorunlarına külliyen yabancılaşmış durumda. Bu rejim, bu AKP iktidarı artık meşruluğunu kaybetmiş durumda ve yönetemiyorlar. Daha çok baskıyı ve şiddeti devreye sokarak işin üstesinden gelebileceklerini sanıyorlar. İktidarlarını sürdürmek için toplumu kutuplaştırıp, toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman ederek, iktidarlarını koruyabileceklerini sanıyorlar… Ateşle oynuyorlar… Toplumu biz ve onlar, AKP’ye oy verenler ve vermeyenler,  Müslüman- laik diye ayrıştırıyorlar. Aslında toplumun ezici çoğunluğu Müslüman ama kendileri gibi veya kendi istedikleri gibi Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırmak istiyorlar. Ve “bizim gibi Müslüman olmayanlar bizden değildir, dolayısıyla, kötüdür, düşmandır” anlayışı geçerli… Bu, sanki İslâmda geçerli “dar-ül İslam, dar-ül harp” ayrımının ve karşıtlığının bu güne tercümesi gibi bir şey… Siz onların gerçekten dinle ilgili olduklarını sanmayın. Dini araçlaştırıp, iktidar olmak ve ülkenin zenginliğine el koymak dışında dinle uzaktan-yakından bir ilgileri yok. Onlar için din, çalıp-çırpmanın, insanları köleleştirmenin bir aracı sadece…  Dinci baskıyı artırıp, toplumu köleleştirerek iktidarlarını kalıcılaştırabileceklerini düşünüyorlar… Sonra da büyümeden, kalkınmadan, büyük devlet olmaktan, aslında birer yıkım projesi demek olan “çılgın projelerden” söz ediyorlar, Osmanlı İmparatorluğunu ihya etme hayalleri, hezeyanları içindeler… Bütün bu saçmalıklar “olmayacak duaya amin demekten” öte bir şey değildir. Polis insanları öldürüyor ve cezalandırılmıyor. Ve bu hep böyleydi… Neden? Çünkü burada hâlâ “kutsal devlet” anlayışı geçerli olmaya devam ediyor. Şimdi o kutsallık, dinci kutsallıkla da tahkim edilmekte… Bundan sonra öldürmek daha kolay olacak. Onun için adı İç Güvenlik Yasası olan bir polis kanunu çıkararak, işi sağlama alma peşindeler. İyi de bu kimin “güvenliği” olacak? Bu memleketin varını yoğunu, bu ülkenin bütçesini, hazinesini yağmalayan, talan eden soyguncu çetesinin güvenliği değil mi?

Bu iktidar tam bir sekülarizm düşmanıdır, laiklik düşmanıdır. Sekülarizmin ve laikliğin olmadığı yerde kimse demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramları ağzına almasın, zira orada bir karşılığı yoktur. Bu iktidar varlığını sınırlı özgürlükleri de yok etmekte görüyor. Onun için yeni baskı yasalarını dayatmak için aceleci davranıyor. Cunta anayasasında “tanınmış”, tarif edilmiş güdük hakları bile insanlara çok görüyor. Gerçi bu rejim oldum olası ” muhalifi düşman, farklı düşüneni hain” sayan bir rejimdir ama AKP iktidarı artık kendine muhalif olan herkesi düşman sayıyor. Artık muhalif düşmanla özdeş… Muhalif olmak, “darbeci” olmakla da bir ve aynı şey sayılıyor. Ortalık “iç düşmandan” ve “darbeciden” geçilmez halde… Meğer memlekette ne kadar da çok iç düşman ve darbeci varmış… Çok şükür dış düşman ebed-müddet mevcut. Orada bir sıkıntı yok…  Hızlı bir tempoyla bir parti-devlet iktidarını yerleştirmeye çalışıyorlar. Yapmak istediklerine faşizmin bir versiyonu da diyebilirsiniz… Parti devlet demek, her türlü asgari hakka, hukuka, özgürlüğe  elveda demektir. Devletin tüm kurumlarının ve işlevlerinin siyasi partinin hizmetine sunulması, burjuva devletin “olmazsa olmazı” sayılan kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve pratiğinin yok edilmesi demektir. Kadını köleleştirmek istemeleri boşuna değil ve dini o amaçla sonuna kadar kullanmaya da  kararlı görünüyorlar. Kadının ortalıkta dolaşmasından, görünürlüğünden, eşit bireyler olması ihtimalinden çok rahatsızlar. Kadınının eve hapsedilmesi için bir dizi manipülasyon peşindeler…

Kapitalizmin krizi derinleşiyor, onunla birlikte şiddeti de derinleştirmeye, tırmandırmaya devam edeceklerdir. Zira ellerinde başka seçenek yok. Başka türlü yapmaları mümkün değil. Kimse kendini aldatmasın. Unutmamak gerekir ki, “kapitalist ekonomik sistem, kaybedeni tüm insanlık olan bir savaş halidir” denmiştir. Zira mülksüzleşmeyi, sömürü ve yağmayı derinleştirmeden, yoksulluğu ve sefaleti  azdırmadan, doğa tahribatını büyütmeden yol alması mümkün değil. Eğer sistemin normal hali öyleyse -ki öyledir-, ellerinde baskı ve şiddete baş vurmaktan, iç çatışmaları körüklemekten, savaşlar peydahlamaktan başka çare yok!

Şiddeti tartışabilmek, rejimi, sistemi, kapitalizmi, onun şimdilerde geçerli versiyonu olan neoliberalizmi tartışabilmekle mümkün. Artık yönetenlere değil yönetimlere odaklanma zamanı… Yönetenleri değil, yönetimleri, yani sistemi değiştirmek gerekiyor. Daha da ötede uygarlığı değiştirme zamanı gelip çattı. Zira, yaşanan sadece ekonomik-sosyal-politik  krizden ibaret bir şey değil, bir uygarlık krizi… Artık bu rotada yol almak mümkün değil. O zaman sürece vakitlice müdahale etmenin gerekli olduğu bir zamandayız demektir…

 

63013

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Çürüme ve Çökme… Çözüm birleşik devrimci mücadelede

Virüs salgınının etkisiyle daha da derinleşen ekonomik kriz, TC faşizmini zorlarken, kontr-gerilla unsuru bir çete başının videolar yoluyla açıklamalarda bulunması, burjuva feodal siyaseti daha da hareketlendirmiş durumda. Yayınlanan videolarda üstü kapalı olarak ifşa edilen kimi gelişmeler ve bunlara dönük yanıtlar, TC’nin niteliği hakkında geniş kamuoyunun bilgilenmesine hizmet etmekle birlikte devrimci, komünist ve yurtseverler açısından ortaya saçılanların bir sürpriz olmadığını kaydetmek gerekir.

Üç gerilla önderinin yanındayız! (Nubar OZANYAN)

TC devletinin soykırım aklı ve imha kılıcı yine devrede. Kürdistan’ın parça parça ilhak ve işgal hareketi sürerken gerilla direnişi de görkeminden bir şey kaybetmeden devam ediyor. Kağıttan kaplan olan ABD emperyalistlerinin PKK’nin üç öncü komutanı ve önderine karşı aldığı imha kararı asla kabul edilemez. Bu köhne kararın halklar nezdinde, özgürlük ve adalet karşısında hiçbir meşruluğu ve hükmü yoktur.

Sedat Peker‘in Ablaları, Abileri (Baran Cem)

Susurluk ta, Kamyonun altında kalan mercedes arabanın bagajından çıkanları, zamanın iktidarları hasıraltı etmeyi başardılar. Ortaya saçılanlar, sadece devlet‘in çekirdeğinin izin verdiği kadarıydı ve Süleyman Demirel‘in deyimiyle, „fırat‘ın öte yakası“ndaki suçlar, karanlıkta kalmıştı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller ve muktedirlerinden Mehmet Ağar,“Bir tuğla çekersek duvar yıkılır, Bin operasyon yaptık, vatan için ölende kurşun atanda makbuldür“ sözleri ile, devletin bizzat bu şahısları görevlendirdiği ve bunun dar bir çıkar grubunun işi olmadığı, net olarak ortaya çıkmış oluyordu.

Harekete Geçiren Umut…

Her örgütlenme açısından olduğu gibi kolektifimiz açısından da “sorun”ların ilki görevlerimizin doğru saptanıp saptanmadığı, ikincisi buna uygun yol ve yöntemin doğru belirlenip belirlenmediği, üçüncüsü bu yönde ne kadar arzu ve gayret içinde olduğumuzdur.

Kaypakkaya’da Rejimin/Kemalizm’in Teşhiri (Sait Çetinoğlu)

Kaypakkaya,  sol yada sosyalist gelenek içinde Kemalizm ile arasında mesafe koyarak cepheden eleştirip  bir ilki gerçekleştirmiştir. Olağan üstü sınırlı koşullarda olmasına karşın eleştirilerinde son derece radikaldir. Bu güne göre oldukça sınırlı bir bilgi[1] dağarcığı ile yapıldığını söyleyebileceğimiz rejimin niteliğine dair bu eleştirileriyle Kemalizme büyük gedik açmıştır.

19 Mayıs’tan bir gün önce 18 Mayıs (Rakıp Zarakolu)

İbrahim Kaypakkaya 19 Mayıs’tan bir gün önce öldürüldü. 19 Mayıs bizim gençlik bayramımızdır. 24 Nisan’dan bir gün öncesi  23 Nisan bizim çocuk bayramımızdır.

11 Eylül Şili’de Allende’nin sosyalist hükümetinin Pinochet’nin faşizan darbesi ile devrildiği tarihtir. İnsanların stadyumlarda oluşturulan toplama kamplarına konulduğu, kitapların Nazi Almanya’sındaki gibi ateşe verildiği tarihtir.

İbrahim Kaypakkaya…(Nubar Ozanyan)

Ser verirken bile gösterişten uzak olan öndere…

Tarihsel-toplumsal gerçekliğin en ağır ve en ciddi sorunlarına düşünsel-pratik-önderlik düzeyinde çözüm bulmak için yaşamını feda eden İbrahim Kaypakkaya yoldaş, 23 yaşın bilimsel olgunluğunda işkenceciler tarafından katledilerek aramızdan ayrıldı. 18 Mayıs’ta devrimin kocaman yüreği katledilerek susturulmak istendi. Ne susturulmak istenen o yüreği ne de onu susturmak isteyenleri asla unutmayacağız.

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, direnmek ve özgürleşmek isteyenler için bir devrim feneridir! (Cemile Meryem)

İbrahim Kaypakkaya’nın Amed Zindanları’nda işkenceyle katledilmesinin 48. yıldönümündeyiz. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçmiş ve bugün hala Kaypakkaya’nın ardılları tüm dışsal ve içsel zorluklara (ki sınıf mücadelesinin doğası da budur) rağmen mücadelede, komünizm davasında ısrar ediyorsa, bunun elbette Kaypakkaya’nın görüşleriyle doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Ama sadece bu değil.

Cemil Amed: Kaypakkaya’nın bilinci ve yüreği Kürt halkının özgürlüğü için çarpmıştır

Rojava’nın her konuda gerçek bir “devrim laboratuvarı” olduğunu vurgulayan Cemil Amed, Kaypakkaya’nın; Türk hakim sınıflarının Kürt milletine ve ezilen milliyetlere uyguladığı baskıya yönelik belirlemelerini alıntılayarak, “Yoldaşlarımız ve dostlarımızla omuz omuza, Rojava Devrimi’ni halkımızı ve özgürlüğümüzü korumak ve savunmak için bu topraklardayız.” diyor. 

 Vedat Yeler:

Nerede Mücadele Varsa Kaypakkaya Oradadır!

 

Bugün coğrafyamızda devrim ve demokrasiye dair bir söz söylemenin Ortadoğu topraklarının bütününden bağımsız olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bu topraklar propaganda edildiğinin aksine Ortadoğu’ya aittir. Diğer bir ifadeyle Türkiye toplumu, bütün başlıca çelişmeleriyle bir Ortadoğu toplumudur. Kemalist faşizmin “Batılılaşma” hedefiyle yarattığı sanal gerçeklik beraberinde kendisine ilericiyim diyenlerde bile topluma yabancı bir şekilleniş yaratmış durumdadır.

Kapitalist Devlet: Burjuvazinin Tüm Pisliklerinin Biriktiği Lağım Çukurudur!

Kapitalist devlet, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde egemenliğni kurduğu bir iktidar aracıdır. Toplum içinde azınlıkta olan burjuva sınıfı, bu devlet sayesinde, çoğunluk üzerinde kurduğu diktatörlüğüne bir yasal ve meşruti bir zemin hazırlar. Bir avuç haydutun çoğunluk üzerine kurduğu baskı ve sömürü sisteminin temiz olması bekelenebilir mi? Elbette ki hayır!

Sayfalar