Cuma Nisan 18, 2025

İNTİHAR… (Nubar OZANYAN )

Saray yönetimi döneminde 4 bin 801 kişi intihar etti. Son günlerde artan intihar vakalarını sistemin iflas ve çürümesi olarak da okumak gerekir. Ekonomide işler iyi gitmiyor. Son üç yılda gıda ve yaşamsal ürünlere yapılan orantısız zam ve artan vergilerle emekçiler açlık yemeye başladı. Ekmeği olmayanların özgürlüğü olabilir mi? Halka yoksulluk ve sefaletten başka bir şey sunmayan Saray efendileri, emekçilere intihar ve ölümü reva görmektedir. İşsizlik ve açlık sorunu karşısında halkı borçlandırarak iyice nefessiz bırakan Saray patronları, yalan ve zulümden başka hiçbir şey vermemektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte intiharlarda büyük bir artış yaşanmaya başlandı. Saray sultanı R.T.Erdoğan’ın iş başına gelmesinden bu yana 53 bin 425 kişi intihar etmiştir. 3 yüz bin esnaf, kepenk kapatmıştır. Bir yandan zamlar diğer yandan hemen her şeyde vergilerin yükseltilmesiyle birlikte yaşanan kitlesel işsizlik toplumda derin bir bunalım ve bir çıldırma hali yaratmıştır.  

Kapitalizm, kaos ve krizdir. Bolluk içinde yokluk, devasa zenginlik içinde dibe vuran sefalettir. Geleceksizliktir, mutsuzluktur. Kimsenin yaşamından memnun, geleceğinden güvence içinde olamama halidir. AKP-MHP faşist yönetimi sadece ekonomik bunalım değil aynı zamanda toplumsal, ruhsal ve duygusal bunalım ve de çöküş yaratmıştır.         

Anne ve babalar neden ve nasıl çocuklarının gözü önünde intihar edebiliyorlar? Evine ekmek götüremeyen işsiz bir baba neden ve nasıl herkesin gözü önünde kendini yakabiliyor? Tüm bunların nedenleri basit ve yüzeysel olamaz.

Saray yönetimi, ekonomiyi siyaseti yargı ve adaleti eline alarak her şeyi tek merkezden yönetip diktatörlüğünü pekiştirmiştir. Herkese savaş açan, kendinden olmayan herkesi düşman ve imha edilmesi gerekenler olarak gören Saray rejiminin demokrasiden ya da özgürlüklerden bahsetmesi utanç dolu bir yalandan başka bir değildir.

Açlığın, yokluğun, işsizliğin olduğu topraklarda insanlar mutlu ve huzurlu olabilir mi? Yaşamlarından memnun olabilir mi? Geleceklerine ait bir beklentileri, yaşama dair umutları kalabilir mi? Tükenmiş, yorulmuş, bıkmışlığın sonucu olarak yaşama uzak bir fikrin zamanla en yakına gelişi sürecidir intihar. İnsan gözünde kendi yaşamının dahi silikleştiği, anlamsızlaştığı ve değersizleştiği andır. Bir tür çözümsüzlük, tükenmişlik ve kaçıştır. İçte büyüyen öfkenin, çıkarsızlığın, yoksunluğun doğru yerde, doğru zamanda kullanılamaması sonucu içe dönme; kendine verilen geri dönülemeyecek ve telafi edilemeyecek zararın ve yıkımın adıdır.

Sorunlarla tek başına baş edemeyen, acılara tek başına dayanamayan yoksulların çözüm yolunu intiharda görmesi olayını tekil psikolojik birer vaka olarak değerlendirmemek gerekir. Bu vakaların toplumsal-siyasal-ekonomik-kültürel temeli ve yanı daha ağırlıklıdır. İntiharların artması tamamen emperyalist kapitalist dünya sistemin gerçekliğidir. Eğer intiharlar artık tekil vakalar olmaktan çıkıp ciddi bir soruna bürünüyorsa orada sorunların çekilmezliği, acıların dayanılmazlığını yaratan kapsamlı ve bütünlüklü bir ekonomik-siyasal sorunlar yumağı olduğu bilinmelidir.

Bugün, binlere varan ve toplumsal bir sorun haline gelen intihar vakalarının yegane sorumlusu AKP-MHP faşist yönetimidir. İşsizlik, yokluk, yoksulluk ve acı içinde yaşayan emekçilerin yaşamlarına son verme pratikleri psikolojik birer vaka olarak değerlendirilebilir mi? Sorun bireysel ve tekil sınırlar içinde ele alınamaz/alınmamalıdır.

İnsan; kapitalizm aşırı kâr hırsı, çıldırmış sermaye biriktirme politikası karşısında yenilmiş, çaresiz ve aciz haldedir. Halka asla iyi yaşam kalitesi sunmayan sömürü ve zulüm sistemi; emekçilere yaşadıkları zorluklar ve başarısızlıklar karşısında kendilerini suçlama, çıkış bulamama, geleceklerine ilişkin umut görememe halini dayatmaktadır.

Sistem toplumu ve insanları boğuyor, bunaltıyor ve intihara sürüklüyor. Halka ölümü bir çıkış yolu gibi sunmaktan başka bir şey vermeyenler mutlaka kendi mezar kazıcılarını yaratarak boğulacaklardır. Zihni ölmüş, iradesi çökmüş bu sistem, elbette bizlere başka bir şey sunamaz.

Ama tam da bu yoksunluk ve zorluklar içinde yeni çıkış yolları yaratmanın, varolanları geliştirmenin dayanışmanın gücünü yeniden ve yeniden deneyimlemenin, omuz omuza vererek bireysel zorluk ve güçsüzlerimizle savaşmanın, yeni bir dünya yaratmanın, özgürlüğü bir bütün yaşam ve emek dolu güzelliklerin ortasında keşfetmenin zamanıdır. 

8063

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar