Cuma Eylül 20, 2024

Kapitalizm: Kriz, Faiz, Enflasyon Ve “Karanlık Ormanda Islık Çalmak”

Başlığa bakılırsa, kapitalizm kriz ve enflasyondan ibaret olduğu sonucuna varılabilir. Elbette bu eksik ve tam olarak kapitalizmi anlatmaz. Kapitalizm toplumlar tarihinin belli bir sürecinde ortaya çıkan ve kendisinden önceki toplumlar gibi belli bir yaşam süreci olan geçici toplumsal bir sistemdir. Gelinen aşamada, işçi sınıfı ve doğanın üstüne bir kabus gibi çöken bu sistemin ömrünü, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi belirler. Bu anlamda da, kapitalist sistem sonsuz değildir ve bütün koşullar bu yüzyıl içinde işçi sınıfı tarafından yıkılacağını göstermektedir.

Kapitalizm ve ekonomik krizi içiçedir. Ve kriz, kapitalist sistemin olmazsa olmazıdır. Özel mülkiyetli bu ekonomik sistem, kaçınılmaz olarak devrevi bir şekilde ekonomik krizin içine girecektir. Krizden çıkışı ise, yeni bir krizin gelişinin hazırlanması olarak ifade edilebilir. Enflasyon ise kapitalist sistemin ekonomik krizinin doğal bir parçasıdır. Bu süreçte en büyük yıkımı işçiler ve diğer emekçiler yaşar.  Üretim bolluğu içinde, işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet işçi sınıfının bu sistem içindeki kaçınılmaz yazgısı haline getirilir.

Bugün ülkemizde, işçi sınıfı ve emekçiler için öne çıkan temel sorun hayat pahalılığıdır. Yani, enflasyonun her saniye yükselmesi ve bunun karşısında kitlelerin alım gücünün düşmesi, geniş tabanlı aşırı bir yoksullaşmanın yaşanmasıdır.

Enflasyonist politika, yani, paranın değerinin düşürülmesi, bütün malların değerinin yükseltilmesi ve işgücünün değerinin alabildiğine düşürülmesi ve genel anlamada, “hayat pahalılığı” olarak adlandırılan çalışanların alım gücünün düşürülmesi,  burjuvazinin sermaye birikim modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Burjuvazi, krizden çıkmak için enflasyonist bir ekonomi politika izlemektedir. Ayrıca, bu politika, devlet baskının ve terörünün işçi ve emekçiler üzerinde daha fazla artırılmasını koşullar. Tekelci burjuvazinin temsilcisi faşist Erdoğan’ın “acı reçete”, “sabır istiyorum” “ekonomik kurtuluş savaşı” gibi demogojileri ise, “karanlıkta ıslık çalmak”tan başka bir şey değildir. Acı reçete ise; daha fazla yoksullaşma ve daha fazla devlet teörörü altında yaşamaya razı etmek demektir.

“Erdoğan’ın yanlış ekonomi politika izlediğini” söyleyen burjuva liberal ekonomistler, gerçeğin temel yüzünü gizliyorlar. Birincisi, bu kişilerin iradesiyle oluşan bir olgu olmayıp, kapitalizmin kendi ekonomik sisteminin doğal bir sonucudur. Ve para arzının yüksek oluşu bankalardan ayrı ele alınamaz.

 Oysa bu politika, belli bir kesimi palazlandırıyor. Yani, tekelci burjuvazi bu kriz içinde bu politika ile sermaye birikimini yoğunlaştırıyor. Küçük kapitalist işletmelerin batması, sorunun küçük bir yanını oluşturuyor. Kriz dönemlerinde, büyükler daha fazla büyür, küçükler ise bir kısmı büyükler yutulur ya da daha fazla küçülür. Bu, süreç, sermayenin daha fazla yoğunlaşması ve merkezileşmesi olarak tamamlanır. Ama, daha önemlisi; işgücünün değerinin alabildiğine düşürülmesi ve artı-değer oranın artırılması olarak bu politika işçilerin sırtına yüklenir. Çünkü sermaye birikiminin esas kaynağı işçinin işgücüdür.

Şu anda Erdoğan iktidarının politik faizleri düşük tutması ve TL’nin değerinin düşürülmesine yönelik izlediği politika, işgücünün ucuza mal edilerek üretimin artırlmasına yönelik krizden çıkma politikasıdır. Ayrıca, burada söylemek gerekiyor, Türkiye’de TCMB’nın faizleri düşürdüğü gerçek, ama faiz oranlarının (%15) düşük olduğu doğru değildir. Sermayenin belli kanatları, bu fazin daha da yükseltilmesini istiyor. Yani, Arjantin modeli uygulanması isteniyor. Ancak, Arjantin -IMF’nin açtığı kredilere rağmen- hala krizden çıkabilmiş değildir.

 

“Faiz-Enflasyon/ Neden Sonuç”

İktidar ve muhalif burjuva kesimler, kitleleri aldatmanın yolunu bulmuşlar. İktidar “yüksek faiz neden, enflasyon sonuç”, muhalif burjuvalar ise, “düşük faiz neden, enflasyon sonuç”  tahterevallisini oynamaya devam ediyorlar. Bütün bunlara, sömürü üzerine kurulu kapitalist sistemin neden olduğunu özenle gizlemeye çalışıyorlar.

Faizlerin düşük tutulması paranın değerinin düşmesinin nedeni değildir. Bu bağlamda da enflasyonun ana nedeni olamaz. ABD ve Almanya’da faizler düşük olmasına karşın enflasyon ABD son 40 yılın, Almanya’da ise son 30 yılın en yüksek seviyesini gördü. Arjantin’de politik faiz oranı %38 iken, enflasyon oranı %52’nin üzerinde. Brezilya ise politik fazi artışını son 20 yılın en yüksek seviyesine çıkararak %6,25 seviyesinden %7,75 seviyesine yükseltti. Buna karşın, Aralık 2020’de %4,52 olan enflasyon, bir yıl sonra Aralık 2021’de tüketici enflasyonu %10,75’e yükseldi.

Demek ki, enflasyonun yüksek ya da düşük olmasının esas nedeni, fazilerin düşük ya da yüksek olması, enflasyonu aşağı ya da yukarı doğru etkileyebilir, ama esas nedeni olamaz.  Türkiye’de olan kriz, kapitalist üretimin anarşik yapısından kaynaklanmaktadır. Sorun, yüksek faiz ya da ucuz kredi sorunu olmayıp, kapitalist ekonomik sistemin yapısından kayanklı ve yüksek enflasyon şeklinde yansayan ekonomik bir krizdir. Faizlerin yüksek tutulması ile ekonomi dönseydi, kapitalist üretim yapmayıp sadece yüksek faizle yetinir di ki, bu da kapitalist üretim olmazdı. Ve salt spekülatif sermaye ile yürüyen bir toplumsal sistem hiç olmadı ve olamaz. Spekülatif sermayenin de kaynağı işçiden gasp edilen artı-değerdir.

Burjuva liberallerinin ileri sürdüğü gibi para arzının yüksekliği, enflasyonun esas nedeni değildir.

Bankalarda ki mevduatın yükselmesi ve örneğin,  hane halkı (bankaların şirketlerden alacakları da dahil) mevdutalarının 2021 Ağustos’unda %18,74 iken Ekim 2021’de %23,96 yükselmesi, vadeli mevduatlarda ise bu üç ay içinde %11,54’den % 14,63’e yükselmesi, para arzındaki artışı yüksekliğini gösteriyor.[1] Ancak, bu para işçilerin ve emekçilerin elinde değil bankaların elindedir. Yani, kitlelere para verilmiş değildir. Finans tekelleri bu paraları, tahvil, hisse senedi vb. kağıtlara yatırarak ve bol krediler vererek daha büyük karlar elde ediyorlar.

Burjuva liberal ekonomistler, genellikle enflasyonun yükselmesinin bir nedeni olarak da, işçi ücretlerin yükselmesini gösterirler. Bunların başında Keynes geliyordu. Keynes, işçi ücretlerinin yüksek olduğu 2. Dünya savaşı bitimi ile 1974 krizine kadar olan sürecin ekonomistiydi. Ancak, burjuvazi, yeni bir sürece, neo liberal sürece girerek, daha da gericileşti ve saldırganlaştı. Ayrı bir konu olmakla birlikte, tek cümleyle şu söyelenebilir; bu yönelim, kapitalist dünya ekonomisinin üretimin uluslararasılaştırılmasından ayrı ele alınamaz.

Ücretlerin artışını enflasyonu yükseltiğini idda eden liberal ekonomistler, Tekellerin sendikası TİSK ile aynı görüşü paylaşıyorlar.

 Bakalım ücretler ülkemizde yüksek mi?

Asgari ücret 2018 yılı Ocak ayında 426 ABD doları, 2019 yılında 369 dolar ve şimdi 2020’de 389 dolar, 2021 Ocak ayında 383 dolar ve şimdi (10 Aralık 2021) 215 dolar’a düşmüş durumda.  Asgari ücretle çalışan 10 milyonu aşkın işçinin olduğu dikkate alınırsa, TL’nin değer kaybetmesi karşısında işçinin ne oranda yoksullaştırıldığı da kendiliğinden anlaşılır.[2] Bunun tersi, işçi ücretleri de yüksek olsa, yine enflasyonun esas nedeni değildir. Yani, işçi ücretlerinin yükselmesiyle ürünlerin maliyetinin artması kısmen doğru olsa da, ürünlerin maliyetinin artması ve maliyet enflasyonu denilen iktisadi olgunun ortaya çıkmasının ücretlerin yüksekliğiyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Oysa, gelişmiş kapitalist ülkelerde bugün itibariyle, enflasyon yüksek, işsizlik ise görece düşüktür. Bu bağlamda Keynesçi teori çoktan ölmüştür. Ancak, yine burjuvazi, işçilere yüklenmek için işçi ücretlerini düşük tutmayı (örneğin, TİSK, 2022 için asgari ücretin 3100 TL olmasını önermiş ki, anlaşma 3500 TL’yi geçmesin diye) her zaman esas politika haline getirirler. Burada da gördük ki, işçi ücretleri yükselmemiş, tersine oldukça gerilemiştir.

Diğer yandan 2018 yılından itibaren kriz içinde olan ekonomi, COVİD-19 pandemisiyle birlikte daha da derinleşmiş olması, tekellerin kar oranlarında düşüşünü de artırıcı bir rol oynamıştır.

TL dolar karşısında Kasım 2020’den Kasım 2021’e kadar yaklaşık %65 değer kaybetti. Bütün bu olgular dikkate alındığında enflasyonun yüksek oluşu da burjuva ekonomi politikasının kaçınılmaz bir sonucu olduğu ortaya çıkar.

Paranın değerinin düşmesi, Dolar ve Avro cinsinden kredi borçları olan tekelleri elbette zorlayacak. Bazılarını iflasa bile götürebilir. Bu da bir kriz bitmeden yeni bir krizin gelmesi demektir. Kapitalist sistem, en çok işçileri ezmesine karşın, sistemin sahipleri içinde de büyük bir çatışma ve kendi aralarında keskin çelişmeler yaşarlar. Bir batarken bir diğeri öbürünü mülksizleştirir. Ayrıca, borçlanma kapitalist tekellerin olmazsa olmazıdır. Tekeller bankalardan yüksek miktarda kredi almadan üretim yapamazlar. Bu sadece Türk tekelleri için değil bütün tekeller için geçerlidir.

Gerçek enflasyonun Türkiye’de %60’lara yaklaşmasına rağmen, bütün emperyalist ve kapitalist ülkelerde yükselen bir enflasyon var. ABD’de  %6,8,  Almanya’da %5,2 gibi gibi, bu ülkelere göre oldukça yüksek oranda bir göstergedir (Avrupa Merkez Bankası –EZB-, bu enflasyon oranını yüksek bulmuyor. Emperyalist bir finans merkezinden beklenen açıklama). Diğer yanda emperyalist dünya sistemi hala ekonomik krizi atlatabilmiş değildir. Uluslararası sermaye ihracı (Doğrudan Sermaye Yatırımı), bir beş yıl öncesine göre oldukça düşüktür. Türkiye, Arjantin ve daha bir çok ülke ise dış sermaye gereksinimleri oldukça yüksektir.

Dışardan para gelememesini TCMB’nın “düşük faiz” politikasına bağlayan burjuva liberal ekonomistler, doğruyu söylemiyor. Çünkü “dışarda para yok” denebilir. 2008 emperyalist krizininden bir kaç yıl sonra toparlanmaya başlayan emperyalist dünya ekonomisi, aşırı sermaye üretimini diğer ülkelere ihraç ettiler.  Ancak, 2018 krizinin başlamasıyla beraber aşırı sermaye üretimi oldukça geriledi. Dışardan, istese de 2010-2016’larda olduğu gibi sermaye gelemez. Çünkü aşırı sermaye üretiminde ciddi bir gerileme söz konusudur. Şu anda emperyalist dünya sistemi büyük bir tedarik krizi içindedir. Ekim 2020- Ekim 2021 arasında Avrupa’da üretici fiyatları %22 oranında arttı.[3] Bu tüketicilere yansıtıldı ve alım güçleri düştü.

Türkiye’de enflasyonun esas nedeni mal ve hizmetlerdeki değer artışıyla doğrudan ilgilidir. Bütün dünyada enflasyonun yükselmesinin esas nedeni bu iken, bu oran bazı ülkelerde daha az, bazı ülkelerde, özellikle de üretim için daha fazla  ithal girdiye bağlı olan ülkelerde (Türkiye bunlardan biri) enflasyon oranı yükselmektedir.

Ayrıca, burjuvazi, uzun zamandır  Türk devletinin savaş ekonomisi ile yönetildiğini, binlerce paramiliter gücün beslendiğini, Kuzey Kürdistan, Suriye, Irak, Libya’da doğrudan, Azerbaycan, Sudan ve Somali’de dolaylı savaşın içinde olduğunu unutturmaya çalışıyor.

Enflasyonist politikalardan en çok kimler yararlanıyor?

Enflasyonist politikadan daha çok finans sermayesi yararlanıyor ve bu süreçte vurgunu esas olarak bunlar yapıyor. Türkiye ekonomisine hakim olan tekellerin her biri aynı zamanda birer finas tekeli olduğu unutulmamalıdır. Öbür yandan hiç bir sermaye kesimi üretiği metaların fiyatını, maliyetinden daha ucuza pazara sürmüyor. Yani, “önümüzü göremiyoruz” diye çıkışan bazı sermaye kesimleri, üretiklerini ucuza satmıyor. Stoklama ve süper market tezgahlarında her gün fiyat etiketlerinin değişmesi bunun bir göstergesidir. “Çin Modeli” diyerek işgücünün düşük tutularak artı-değer oranın yükseltilmesi kar oranın artırılmasına yönelik bir politikadır.

Üretim araçlarını tekeline alan burjuvazi, işçinin üretiği malları (ürünü) pazarda işçinin karşısına çıkarır ve işçi kendi ürettiği ürünün karşısında ezilir. Bir saatlik süre içinde ürettiği ürünü, tezgahtan almak için belki de en az iki günlük ücretinin karşılığında olduğunu görür. Ürünü üreten değil, ürün üretene egemen olur. Marx’ın “meta fetişzmi” dediği toplumsal olguda budur.

Fiyat artışları üretimi düşürmüyor. Tersine ucuz işgücüyle üretimin artırılması yönünde bir politika izleniyor. Sermayenin istediği bir durumdur bu. Çünkü bu politika tekellerin karını artırıcı bir rol oynamaktadır. Sadece enflasyonun yüksek oluşu nedeniyle kitlelerin alım gücünün düşürülmesi ve yoksullaşmanın derinlemesine genişlemesi nedeniyle, olası toplumsal patlamalardan, daha doğrusu işçi sınıfı ve emekçilerin sisteme karşı ayaklanmasından çekinirler. Bunu denge de tutmak içinde çaba sarfederler. Ancak bu çaba, tekellerin kar hırsına her zaman yenik düşer ve kitlelerin öfkesi sokaklara taşar.

Bugün ABD, Almanya vb. gelişmiş emperyalist ülkelerde enflasyonist politika izlenmesinin esas nedeni, COVİD-19 sürecince tekellerin kar oranlarının düşmesinin telafisi içindir. Türkiye’nin de emperyalist sistemin bu eğiliminden ayrı hareket etmesi düşünülemez. 12.12.2021


[1] TCMB, parasal Gelişmeler Raporu pdf. Ekim 2021/ www.tcm.gov.tr

[2] Birleşik Metal İş/DİSK AR hesaplamaları

[3] Rote Fahne News. www.rf-news.de/2021/12/12

 

3458

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Sayfalar