Salı Aralık 3, 2024

Karışık

Yeni yılın ilk ayını epey aşarak yazıyorum ilk yazımı, belki korktum, belki panik yaptım, belki bir şey bekledim, ya da kimsenin aklına gelmeyecek hesaplar yaptım, yani derine daldım. “derin” kelimesi nasıl bir algı yaratır, nereden yakalar adamı, nasıl eğer, nerede büker, ne hale sokar, bilemem. Ama içimde tedirgin, kuşkucu, rahatsız ve hasta bir yer etti. Nerede bir erk, kurum, parti, örgüt, hele hele devlet varsa derini mevcuttur. Başka bir gücün olduğu ve derinlerden zelzele kudretine sahip bir şey bu…

 
      Belki bundan ötürü sustum, dilim derine daldı, aklanmadı, ayıkmadı, ama yazamadım tam yeni yılın üstünden 23 gün geçti. Artık eskisi gibi kâğıt kalem yok, belki 10 sene evvel “kâğıdı ve kalemimi aldım” diye başlayabilirdi ama değil, bilgisayarımı açtım, aklımda temeli göbeği ve çatısı belli olmayan kuralsız, kaidesiz, siyasi, gayrı siyasi, sanatsal gayrı, sanatsal ne dökülürse yazacağım ve düzeltmeden yani kurgusunu yapmadan bırakacağım. Tabi sanatta bununda adı var “ absürt” ama ben “ absürt bir denemedir” deyip paçayı kurtarmaya çalışmayacağım. Bu yazıyı yazmadan hemen önce “ Nietzsche ağladığında” filmini izliyordum, yaklaşık 4 sene evvel kitabını okudum, derindi, karışıktı, kuşkucu, kandırıkçı ve şaşırtıcıydı ve Nietzsche ağlıyordu.

Filmini ıstırapla izledim, hemen belirtmeliyim hele dublajın rezaleti başka zulüm. Beterdi, yarımdı, yaramazdı, yalandı, yabandı eksik ve saçmaydı. Rasyonalitesi şu olmalıdır kanımca “ herkes ağlar Nietzsche de ağlar” … Evet yabandı. Aylardan ocak, biraz yanacak, biraz titreyecek zaman, sonra derine inecek fitil ve bahse girilmiş bütün sokaklar derinden susacak. Yatay geçişle derinden paralele geçiş yapan devlet, zamlarla halkın prangasını iyice sıkmaya başladı. Filimden koptum ama Nietzsche’nin ağlamasını düşündüm, yaklaşık yüz yıl evvel ölmüş bu büyük filozofu anlamak için empati kurdum.

Mesele ağlamak değil yani Nietzshe’nin ağlaması çok aykırı ayıp yazık falan değil, ne için ağladığını anlamak duygusunda dolanırken Volkan Yağan’ı (Burhani) dinlemeye başladım. Halepçe adlı kılamı çaldığında ağlamamak için “ne olmak gerekir acaba?” diye düşündüm. “Kara bir bulut kaynıyor dağların doruklarında, yitir kendi kendimi çocukların çığlığında” cümlesinden sonra kendimi Halepçe’nin orta yerinde buldum, “anam yeni taramıştı saçlarını çocukların” diye devam eden kılam ciğerlerimin ortasında hançer acısıyla dolandı. En son kısmına bağlantı yaptığı Dersim kılamı ile Kürdistan coğrafyasında bir acıdan diğer bir acıya konukluk ettim. Savaş, sürgün ve sürgün dönüşünü anlatmaya çalıştığım “yasak mıntıkanın çocukları” adlı romanımı okuyan ve Dersim’i bu yönlü tanımayan birisi “bu olamaz, sen abartmışsın, hiçbir anne çocuğunu öldüremez, ne kadar savaş içinde olsa da” bana inanıyordu ama bunun olabileceğini ve ona göre insanın bunu yapmayacağıdır. “Ocak ayının yeni yılın ilk ayı olmasının güzel yanları var mıdır?” diye düşündüm ama bulamıyorum.

Hrant Dink sanki yüz yıldır her gün ölüyor. Öldürüldüğü gün gözbebeklerimde yer etmiş o fotoğrafı asla silemem. Ben kendisiyle tanışmadım hiç, annem; kim olduğunu bilmiyordu, öldürüldüğü gün annem dedi ki; “ te hefe mormek chıqa mordemode rınd bi” ( yazık, ne kadar iyi bir insandı) anneme dedim ki “daye tu naskene ni mormek?” ( anne bu adamı tanıyor musun?) “ nene lacemı ez kotra naskeri” ( yok oğlum ben nerden tanıyayım?) “ ma tu chı zona nu mordem rındo, tu tirki nezona, nu mormek chı qeseykeno ?” (nerden biliyorsun ki bu adam iyidir, sen Türkçe bilmiyorsun, ne biliyorsun bu adam ne konuşuyor?) “ sıfate deyde belliyo lacemı mordemode rınd bi” (mizacından bellidir oğlum o iyi bir insandı) sustum, çünkü söz hükmünü yitirmişti. 
hasansaglam@gmail.com

121328

Hasan Saglam

Hasan Saglam  sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Son Haberler

Sayfalar

Hasan Saglam

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar