Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir
7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.
Katliam bir devlet geleneğidir
Adana ve Mersin HDP binalarına bombalı paketler bırakılması ile başlayan kanlı süreç bugünlerde Cizre, Sur, Nusaybin sokaklarında devam etmektedir. Katliamların ardından yapılan açıklamalar ise adeta katliamların bir devlet geleneği olduğunu gösterir niteliktedir.
Suruç'a Kobanê'nin yeniden inşası için giden 33 siperdaşımızı, dostumuzu, yoldaşımızı canice katledenler önce IŞİD terörü yalanının arkasına sığınmışlar ve “ülkede terörün sonunu” getireceklerini her yerde dillendirerek devlet teröründe ivmeyi yükseltmişlerdir.
“Terörün kökünü kazımak isteyen” AKP hükümeti, namlularını devrimci, demokrat ve yurtsever güçlere doğrultmuştur. Suruç katliamının ardından pek çok şehirde, pek çok siyasi kuruma operasyonlar yapılmış üç gün içerisinde 1000’e yakın devrimci, demokrat ve yurtsever gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Siyasi operasyonlar ile başlayan süreç T. Kürdistan'ında kendi ölüm ve zulüm olarak göstermeye başlamıştır. Bu süreçte Cizre, Silvan, Nusaybin başta olmak üzere pek çok bölgede sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş ve bugünlerde gerçekleştirilen katliamların provaları yapılmaya başlanmıştır.
AKP'nin iktidar hırsının bir sonucu; Ankara Katliamı
Adana ve Mersin'de başlayıp Diyarbakır ve Suruç'la devam eden bu kanlı sürece dur demek için ülkenin devrimci, demokrat ve yurtsever güçleri 10 Ekim günü Ankara'da barış mitingi örgütlemişlerdir. Binlerin barış talebini dillendirmek için bir araya geldiği meydan patlatılan canlı bombalar ile kan gölüne dönmüştür.
10 Ekim günü gerçekleştirilen katliamda 103 demokrasi ve özgürlük gönüllüsü insan katledilmiştir. Katliamdan önce ve sonra yapılan açıklamalar ise bu katliamın AKP'nin iktidar hırsının bir ürünü olduğunu bizlere göstermektedir. Kanımızı meydanlarda oluk oluk akıtmak isteyenler yine “terör mağduru” rollerine bürünmüşler ve canlı bombaları eyleme geçmeden yakalayamayacaklarını söyleyecek kadar da aymazlaşmışlardır.
Devlet T. Kürdistanı sokaklarını kan gölüne çevirdi
T. Kürdistan'ından ülkenin batısına her alanda namlunun ucuna ülkenin ezilen ve muhalif olan kesimlerini yerleştiren AKP hükümeti korku, katliam, asimilasyon ve sindirme politikalarını bu süreçte artırarak devam ettirmiştir. Bugünlerde ise meydanlardan, kampüslere, kampüslerden Kürdistan sokaklarına en ağır silahları ile saldırılarına devam etmektedir. Aylardır T.Kürdistan'ı sokaklarında genç, yaşlı, çocuk demeden insanlar katledilmektedir.
Katliamın boyutu ve şiddeti her geçen gün artmakta ve devlet saldırılarını meşrulaştırmak için tehditlerine devam etmektedir. T. Kürdistanı’nda ölü bedenler günlerce sokak ortasında, buzdolaplarında bekletilmekte, Cenazeler ailelere teslim edilmemektedir. Ölü bedenlere işkence yapmayı bir güç zanneden devlet ve onun aygıtları Hacı Lokman Birlik'in bedenini sokak ortasında sürüklemiştir, Ekin Wan'ın bedenine sayısız işkenceler yapmıştır, Sur sokaklarında Tahir Elçi'yi bile isteye katletmiştir, Silopi'de üç kadın siyasetçiyi gözler önünde katletmiştir.
Biraraya gelmemiz en büyük korkuları
T. Kürdistanı sokaklarında kendini silahlarla ve katliamlarla var eden devlet ülkenin batısında ise kontrol aygıtları vasıtası ile muhalif olan başkaldıran bütün kesimleri kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.
Üniversiteleri karakollara çevirmiş neredeyse her devrimcinin başına bir polis dikmiştir. Tutuklu öğrencilerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Büyük kentlerde ise neredeyse her sokağın başında çevik kuvvet ekipleri bekler durumdadır. Muhalif ve ezilen kesimlerin bir araya gelmesine tahammülü olamayan AKP hükümeti en ufak eylemliliğe biber gazları, TOMA'lar ve plastik mermilerle saldırmaktadır. Ölüme karşı yaşamı savunan devletin suçuna ortak olmak istemeyen akademisyenler başta olmak üzere muhalif ve demokrat güçler tehditler, soruşturmalar ve tutuklamalar ile yıldırılmaya çalışılmaktadır.
Hendek başlarında özgürlük mücadelesi büyüyor
Devlet katliamlarını bu kadar arttırmışken, bu kadar gözlerini kan ve iktidar hırsı bürümüşken T. Kürdistan'ı sokaklarında direnişin ve özgürlüğün bayrakları yükselmektedir. Hendek başlarından özgürlük mücadelesi büyümektedir. Bölge halkı kendi savunma güçlerini oluşturmuş yaşamı ve kendi kimliklerini savunmaya geçmişlerdir.
İşgal, direniş, mücadele…
Bu süreç beraberinde pek çok görev ve sorumluluğu da getirmektedir. T.Kürdistan'ı sokaklarında yükselen serhildanı var olduğumuz bütün sokaklara yaymak ise bizlerin görevidir. Yaşanan katliama ve yükselen isyana ana akım medya çoğu zaman yer vermemekte ya da katliamları meşrulaştırma yoluna gitmektedir.
Bu durum ise toplum içerisinde bir ayrışmaya sebep olmakta ve birbirinden haberdar olamayan iki kutup yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu nokta devrimcilerin ve özelinde YDG'nin yapacağı bütün eylemlilikler kıymetli bir yerde durmaktadır.
Son süreçte YDG'nin gerçekleştirdiği işgal eylemleri devletin çizmiş olduğu bu sınırların dışına çıkma adına yapılan militan çıkışlardır. Yapılan eylemler ile birlikte Kürdistan'daki katliamlara dikkat çekilmiş ve isyanı büyütme çağrısında bulunulmuştur. Bu tarz eylemlerin devamının gelmesi katliamlara karşı ortak direnişin örülmesi için gerekmektedir.
Direnişi T. Kürdistanı’nda da büyütelim!
Ancak bu noktada YDG'nin görevi sadece ülkenin batısında isyanı yükselmek değil aynı zamanda T. Kürdistanı sokaklarında örülen direnişin bir parçası olmaktadır. Parça parça örülen ve yükselen bu direniş bizlerin direnişidir.
Katliamlara ve devletin kirli savaşına dur demek için, Kürt halkının yanında olmak için biz YDG'lilerin Amed de, Şırnak ve Cizre sokaklarında olması gerekmektedir. YDG bu direnişin bir öznesidir ve bu sokaklarda bulunması gerekir. Kürt halkının yanında olmak ve serhildanı yükseltmek için biz YDG'liler harekete geçmeliyiz!
Bir YDG’li
Son Haberler
Sayfalar
T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]
“Acı veriyorsa geçmiş;
geçmemiş demektir.”[2]
“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.
Kolay mı?
BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]
“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,
acıma çılgınlığı vermiş,
İnsan artık dayanamaz gibiyse,
üstelik
Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı
Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;
Ve acıdan dili tutulunca insanın,
bir Tanrı
Çektiğimi anlatayım diye
bana dil vermiş.”[2]
KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.
KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER
Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...
İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]
“Biri kurbağa öper,
biri yüzyıllarca uyur,
biri 7 cüceyle yaşar,
biri kuleye kapatılır.
Bir masal prensesi olsan bile
kadınlık zor.”[1]
1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike
ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]
“Tarih, gelecek için
kavga verip, yitirmiş bile olsa,
insanlık için vuruşanları
hiç unutmaz.”[2]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…
Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...
12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba
Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları
Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.
BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ
Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez
Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,
PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,
Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.
“Yarı-Feodal” Brezilya...?
11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.