Pazartesi Mart 17, 2025

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek... Hatta o kadar ileri giderler ki; “toplumun bu alt tabakasının bir iş bulup çalışması, en büyük özgürlükleridir”  diyerek, kendi üstünlükleri üzerine toz kondurmazlar. “Aydın” oldukları için “el üstünde tutulmalıdırlar.” İşçiyi, "istihdam ve istatistik" kategorileri içinde ele alırlar.

 

Sosyalist özgürlük onlara sıkıcı gelir. Çünkü sosyalizmde öne çıkan çalışanlar ve onların eşitliğidir. Sıkça yineledikleri, "bireysel özgürlük" toplumsal özgürlüğün reddini içerir. Oysa, toplumsal özgürlük bireysel özgürlüğün teminatıdır. Ancak, bireysel özgürlük toplumsal özgürlüğün teminatı olamaz. Kapitalist toplumda, bireysel özgürlük vardır, toplumsal özgürlük ise yoktur. Küçük burjuvazi, kapitalist toplumdaki bireysel özgürlüğü savunur. Ancak, bu bireysel özgürlük, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan milyonlarca işçi ve emekçinin kölece çalışma ve yaşamaya mahkum edilmesi pahasına olduğu gerçeği bilinir, ama görmezden gelinir. Kapitalist toplumdaki “bireysel özgürlük”ten kasıt, bir avuç burjuvazinin ve bu sistemin kırıntılarından yararlanan kesimlerdir. 

 

Kapitalist sistemdeki özgürlüğün özü, sermayenin, yani onun sahipleri olan burjuvazinin özgürlüğüdür. Bu özgürlük ise, toplumu oluşturan ezilenlerin özgürlüklerinin ellerinden alınması karşılığında oluşmuştur. Burjuvazi de, kendini savunan, kapitalist sistemin özüne dokunmayan ve onu ideolojik olarak besleyenlere kısmen özgürlük tanır. İşte küçük burjuva aydınlarımızın sözünü ettikleri “özgürlük” budur.

 

Küçük burjuva aydınları, her ağızlarını açtıklarında, “sosyalizmin bir diktatörlük olduğunu” söylerler. Ama, kapitalist sistemin ise burjuvazinin diktatörlüğü olduğu gerçeğinin üzerini örterler. Oysa, sosyalistler, sosyalizmin proletarya diktatörlüğü olduğunu, yani, çoğunluğun azınlık üzerindeki zorunlu bir diktatörlüğü olduğunu zaten gizlemiyorlar. Bunu açık açık söylüyorlar. Diğer bir söyledikleri ise, kapitalizmin de burjuvazinin diktatörlüğü olduğunu; yani, bir avuç burjuvazinin toplumun ezici çoğunluğu olan çalışanlar üzerinde bir diktatörlüğü olduğu gerçeğini vurguluyorlar.

 

Küçük burjuva aydınlar; “sosyalist sistemde aydınların yaratıcılıklarının elinden alındığını” ileri sürüyorlar.

 

İşçi ve emekçilere yabancılaşmış ve onların yaşamlarıyla ilgisi olmayan, yalnızca bir avuç burjuvazinin çirkinleşmiş beyinlerine hitap eden sanata “özgürlük ve yaratacılık” diyenlerin gerçek sanatla da bir ilişkisi olmadığı açıktır.

 

Buradan hareketle, bir çok kelli-felli meşhur aydınlar, konuyla ilgisi olmasa da konuşma aralarında Stalin’e ya da Mao’ya dokunmadan, bunlar hakkında teşhir edici sözler söylemeden rahat edemiyorlar; daha doğrusu, sosyalizmin temsilcilerine, işçi ve emekçilerin büyük bedeller pahasına yarattıkları tarihi birikimlerine ve değerlerine kem söz etmeden oturdukları konuşma koltuklarından kalkamıyorlar. 

 

Bogaziçi Ünüversitesi’nin 18.01.2013 tarihinde düzenlediği, “ Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı“ nda , ‘Türkiye ve Oluşan Dünya Düzeni’ adlı bir konferans veren Noam Chomsky, uzun konuşmasının arasında, şöyle bir şey de söylemeden kendini tutamıyor:

 

"Arap baharıyla ilgili bakınca, kamuoyu son derece önemli. ABD o yüzden bölgede işleyen demokrasi olsun istemiyor. Sürekli demokrasiden bahsediliyor ama bu Stalin'in demokrasi söylemi kadar ciddi. Stalin'i ciddiye alan olmamıştı, ABD yapınca herkes ciddiye alıyor." (Bkz. 19.01. 13 tarihli gazeteler)

 

Konun özü kapitalist sitemle ilgili ve daha çok da ABD emeryalizminin Ortadoğu’daki faaliyetleriyle ilgili olmasına karşın, Stalin’de bu konuşmadan nasipleniyor. Düşünür “ünlü” olunca, her sözü “doğru” kabul ediliyor ve alkışlanıyor. Aslında, Chomsky’nin bir derdi de Stalin şahsında sosyalizmdir. Onun istediği sistem, “güleryüzlü” kapitalizmdir. Ancak, kapitalizmin güleryüzlüsü olamaz. O kanlıdır ve sermayeyi, kan akıtarak, insanlığa acı vererek biriktirir. Bu nedenle de, ne kadar “insan hakları”ndan söz ederse etsin, ne kadar “demokrasi” havariliği yaparsa yapsın, bugün ne yapıyorsa onu yapmak zorundadır. Kapitalist sistemin demokrasisi budur. Tam da Chomsky’nin eleştirdiği noktalardır. Fakat, Chomsky’nin bilmezden geldiği nokta; kapitalist sistem eleştirilerle düzeltilemez. O yıkılarak ve yerine sosyalist sistem kurularak düzeltilebilir. Çünkü kapitalist sistem, bir kaç burjuvazinin aç gözlülüğünden dolayı “demokrasi dışı” işler yapmıyor. Bu, kapitalist sistemin yapısal bir özelliğidir, bir başka söylemle, genel karakteristiğidir.

 

Chomsky  gibi küçük burjuva aydınlarımız, kapitalizmi düzeltmek için boşuna çırpınıyorlar. Kapitalist sistemin “aşırı uçları” törpülenerek, kapitalizm insanlığın yaşayabileceği bir sistem haline getirilemez. Kapitalizm insanlığı ve onun üzerinde yaşadığı doğayı uçuruma götürüyor. Görülmesi gereken burası ve kapitalizmin ise alternatifi vardır: O, soyalizm ve nihayetinde komünizmdir. İnsanlığın kurtuluşu sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz komünist toplumdur. Gerçek alternatif budur.

 

Chomsky ve benzeri aydınlar, insanlığın namuslu aydınları olamak istiyorlarsa, Stalin, Mao ve diğer proletaryanın ustaları ve öğretmenlerini teşhir edecekleri yerde onlardan öğrenmeleri ve ezilen milyonların yarattığı bu değerleri sahiplenmeleri gerekir. ABD demokrasisi, Stalin demokrasisi değil, olsa olsa Hitler demokrasisi olabilir. Stalin, hiç bir zaman işçi ve emekçilere saldırmadı. Stalin, emperyalist amaçlarla bir başka ülkeyi işgal etmedi. Stalin, 2. Emperyalizm savaşında insanlığı emperyalist destekli Hitler faşizminden kurtardı. Burjuvazinin, Stalin’e karşı  hıncının büyüklüğü buradan geliyor, ya küçük burjuva aydınlarımızın hıncı nerden geliyor...? Bir tas çorba için de bu kadar eğilinmez ki!...

 

Emperyalist burjuvazinin Stalin düşmanlığı, açıktan karşı safta, işçi ve emekçilerin karşısında yer aldıkları için analaşılabilir, ancak küçük burjuva aydınlarımızın Stalin düşmanlığı hoş karşılanamaz. Çünkü bu, “kapitalizme karşıymış” gibi sahte görüntü altında, direkt işçi ve emekçilerin değerlerine, onların yaşamı güzelleştirmelerine karşı bir duruştur. Şekere bulanmış burjuva ideolojisidir.

 

Stalin’in, Sovyet aydınlarının bir toplantısında ki konuşmasından uzun bir pasajı buraya kataralım:

 

„Bir zamanlar I. Petro, Avrupa’ya kapıları açmıştı. Ama 1917’den sonra emperyalistler, sosyalizmin ülkelerine yayılmasından korkarak o kapıyı uzunca bir süreliğine sıkıca kapattılar. İkinci Dünya Savaşından önce radyolar, filmler, gazeteler ve dergiler aracılığıyla bizler dünyaya dişleri arasına kanlı bıçaklar sıkıştırmış kuzeyli barbarlar gibi tanıtıldık. Proletarya diktatörlüğünü böyle resmettiler. Halkımız ayağında hasır terlikler, eski püskü giysiler içinde, semaverden votka içen insanlar olarak gösterildi. Birden bire, bu “hasır terlikli” Rusya, bu mağara adamları, dünya burjuvazisinin alt insanlar olarak tasvir ettiği bu insanlar, karşılarında tüm dünyanın korkuyla titrediği iki büyük gücü – Almanya’daki faşistleri ve Japonya’daki emperyalistleri ezip geçti.

Bugün dünya, böylesi bir kahramanlığı kimin başardığını ve insanlığı kimin kurtardığını bilmek istiyor.

İnsanlık, gürültüsüz ve şatafatsız, en zor şartlar altında sanayileşmeyi ve kolektivizasyonu başaran, savunma sistemini canları pahasına kuvvetlendirip komünistlerin liderliğiyle düşmanı yenen sıradan Sovyet halkı tarafından kurtarılmıştır. Yalnızca savaşın ilk altı ayında cephede en az beş yüz bin ve toplamda üç milyondan fazla komünist hayatını kaybetti. Onlar aramızdaki en iyilerdi; onurlu, tertemiz, özverili, sosyalizm için, halkın mutluluğu için mücadele eden fedakar savaşçılardı. Şimdi onları özlüyoruz. Eğer hayatta olsalardı, birçok güncel sorunumuz artık geride kalmış olurdu. Bugün, yaratıcı Sovyet aydınlarımızın asıl görevi, eserlerinde bu sade, muhteşem Sovyet insanını tüm yönleriyle yansıtmak ve bu karakterin en iyi özelliklerin bulup gözler önüne sermektir. Bugün edebiyatın ve sanatın gelişimindeki genel ilke budur. (Yaratıcı Aydınlar Toplantısındaki Tartışma, 19 Ağustos 1946, Sorun Yayınları‘nın internet sitesinden)

 

Stalin ve Sovyet aydını, Sovyet insanı budur. Onlar, insanlığın kurtuluşu uğruna canlarını veren milyonlardır. Sovyet demokrasisi, Sovyetler kuruluna kadar yeryüzüne hiç gelmemişti. Sosyalzimle birlikte işçi ve emekçiler gerçek demokrasiyi tanıdılar ve yaşadılar. Sosyalist demokrasi, işçi ve emekçilerin özgürlüğü olduğu için, kendilerini burjuvaziye kiralayan küçük burjuva aydınların pek de hoşlarına gitmez. Bu nedenle de, Stalin ve Mao dönemine durmadan saldırırlar. Emperyalist burjuvazi milyonlarca insanı bombalarla katlederken, onlar yine suçu Stalin ve Mao‘da bulurlar. Çünkü onlar için, milyonlarca, milyarlarca işçi ve emekçilerin özgürlüğü değil, kendi küçük burjuva dar dünyaları daha önemlidir. Düşün ufuklarının uzaklığı, burjuva sermayesinin çizdiği ufuk çizgisiyle sınırlıdır. Bir avuç burjuvazinin özgürlüğüne bakarak kitlelerin „özgür“ olduğunu sanırlar. Bu nedenle de, işçi ve emekçilerin sosyalist sistemdeki gerçek özgürlüğünü kavrayamazlar, kavrayamadıkları içinde düşüncelerini yönlendirenin burjuvazinin bencil çıkarları olduğunun ayrımına bir tülü varamazlar.

 

Burjuvaziye ve onun küçük aydınlarına karşı Stalin, işçi ve emekçilerin dalgalandırdığı kızıl bayraklarda kurtuluşun semboli olmaya devam ediyor. Rus burjuvazisi de dahil, bütün dünya burjuvazisinin ve onun küçük aydınlarının Stalin’i yok saymalarına karşın, özellikle, Rusya işçi sınıfı, bugün, miting ve gösterilerinde Stalin’in resimlerini daha yükseklerde taşımaya devam ediyorsa, Chomsky gibi aydınlar, işçilerin ellerindeki kızıl bayraklara bakarak bir şeyler öğrenebilirler. Ancak, küçük burjuvazinin özgürlüğü aradığı yer, maalesef, burjuvazinin çöplüğüdür.

 

Eleştirilen Stalin olduğu için ondan uzun bir alıntıyla sözü noktalamam, umarım okuyucuyu sıkmaz:

 

“Coşkulu bir Amerikan senatörü “Bolşevik Rusya’yı korku filmlerimizde gösterebiliyor olsaydık, komünist inşayı mutlaka söküp atardık” diyordu. Lev Tolstoy sanat ve edebiyat beyin yıkamanın en güçlü biçimidir diye boşuna dememiştir. Bugün sanat ve edebiyatın yardımıyla kimin ve neyin beynimizi yıkadığı üstünde ciddiyetle düşünmeli, bu alandaki ideolojik sapmaya bir son vermeliyiz. Bence, kültürün, toplumsal ideolojideki önemli bir egemenlik ögesi olduğunu, onun her zaman sınıfsal olduğunu ve egemen sınıfın kültürü çıkarları için kullandığını, kültürü bizim için çalışanların çıkarlarını, proletarya diktatörlüğünün çıkarlarını korumak için kullanmak gerektiğini anlamanın ve içselleştirmenin zamanı gelmiştir. Sanat için sanat yoktur. Toplumdan bağımsız, bu toplumun üstünde duran “özgür” sanatçılar, yazarlar, şairler, oyun yazarları, yönetmenler ve gazeteciler yoktur, olamaz. Kimsenin onlara ihtiyacı yoktur. Böyle insanlar var olamazlar. Eski karşı devrimci burjuvazi geleneklerinin kalıntıları Sovyet halkına hizmet etmek istemiyorlarsa ya da kendini Sovyet halkına hizmet etmeye adamış işçi sınıfı iktidarının karşısında duruyorlarsa, ülkeyi terk etmeleri ve dışarıda yaşamaları için onlara izin veriyoruz. Bırakalım her şeyin alınıp satılabildiği, yaratıcı aydınların yaratma eylemlerinde finansal çekim merkezlerine tamamen bağımlı olduğu, kötü ünlü burjuva toplumundaki “özgür yaratıcılık” kavramı onları ikna etsin."  (aynı  konuşmadan)***20.01.2013

106057

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

’’Yüce Türk ulusu adına' Tecavüz:Leyla Poyraz

Türkiye Cumhuriyeti  Devleti’nin mahkemelerinde kararlar açıklanırken, ”YÜCE TÜRK ULUSU ADINA…’’ başlığını kullanılır, ’’Yüce Türk adaletinin savunucusu’’ yargıçlarca… Onlar bu kararları alırken, ’’yüce Türk ulusu adaletinin’’ onlara verdiği yetkilere dayanarak bazı indirimler yaparlar. İşte bu ’’yüce Türk ulusu adına’’ yapılan bazı indirimler şunlardır:

Kadın programında ’’babam bana tecavüz etti’’ diyen kızını öldürenin, ’’babasını kamuoyunda mahcup etti’’ indirimi.

 Eşini katledenin , ’’kot giyiyordu, piercing takıyordu, çantasında doğum kontrol hapı buldum’’ indirimi.

Burjuvazi insanlığı pazarda tüketmiş

 

Her gün bir kadın öldürülüyor. Sokak ortasında. Gözlerimizin önünde.

Gülüşleri karatılıyor insanlığımızın.

Bir işçi katlediliyor, sömürü atölyelerinde

Bir ulus, egemen ulus tarafından yok sayılıyor. Üzerine bombalar yağdırılıyor.

Dilinden ve ulusal kimliğinden dolayı insanlar öldürülüyor.

Dininden dolayı insanlar boğazlanıyor. Yok ediliyor, soykırım yapılıyor.

Etrafı 8 metre yüksekliğinde duvarların içine hapsediliyor.

Yoksullar, denizin ortalarında boğuluyor. Çalınan aşlarına ulaşabilmek için.

Ülkeler yağmalanıyor.

Hrant, “nefret suçları” ve “zehirli kan” üzerine [1]

“Bizi gömmeye çalıştılar, tohum olduğumuzu bilmeden…”[2]

Biraz şu mahut “zehirli kan” meselesinden bahsedelim mi?

Ahparik Hrant katledileli sekiz yıl oldu… Onu Agos’un önünden Balıklı Ermeni Mezarlığı’na uzanan son yolculuğunda yüzbinlerle uğurlayalı sekiz yıl geçti…

Hangi Sınıftan Yanasınız?

Sinfli Toplumlar Tarihi Sinifli Toplumlar Tarihidir-1

SSCP ve CKP tarihini Amerikan Horror hikayelerinden, Trockist efsanelerden ogrenmeye kalktiginizda, bulacaginiz tek sey Gulyabani masallaridir.

Tarih de ideolojinin bir konusudur; ona nerden, hangi sinifin penceresinden baktiginiza gore elinizde bir tarih algisi olusur...

Sinifli toplumlarda sinifsiz gercek yoktur!

Tarihi incelerken tarihin hep iki boyutu oldugunu gorursunuz. Bu sinifli toplumlar icin tipik bir durumdur. Ve ayni zamanda yasamin dialektigi karsitlarin birligidir.

Ermeni soykırımını tarihçiler belirlesin yalanı :Furkan Çay

Soykırım konusu Türkiye’de tabu haline gelmişken devletlü takımının bu konu hakkındaki açıklamaları, soykırımı inkarını kemikleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan yine soykırımı konusunu tarihçilere bırakmak gerektiğinden bahsetti ve soykırımı konusunda TC devletinin resmi soykırımı tezinden bir adım öteye gidemedi. Sanki yaşamımızı belirleyen bütün gerçeklikleri bugüne kadar hep tarihçilerden öğrenmişiz gibi.
Cumhurbaşkanı’nın arşivleri tarihçilere açmaya hazırız sözleri hiç inandırıcı değildir.

Seçim sonuçları: şantajlara rağmen halk sistemin bekçilerine sırt çevirdi*

 

Siyaset temsilcilerinin yeniden biçimlenmesi nasıl olursa olsun, 25 Ocak seçimlerinde ortaya çıkan olgu şudur: Jean-Claude Juncker'in (AB Komisyonu başkanı çn.) ülkemizde ki temsilcileri, bütün çabalarına rağmen halkımız tarafından seçilmeyerek, köşeye sıkışmasalar bile ağır bir yenilgi yaşamışlardır.

"Türkiye 2015'i en az hasarla atlatmaya çalışıyor" Taner Akçam

Taner Akçam'la Ankara'nın 2015 yaklaşırken izlediği politikaları, Türkiye'de soykırımın tanınmasının nasıl anlaşıldığını ve bu konuda izlenebilecek modelleri konuştuk. Akçam'a göre Türkiye'de adaletsizliğin giderilmesi, suçun kabul edilerek tazminat ödenmesi gibi konulardan kasıtlı ve bilinçli olarak bir kaçma söz konusu.

REPAIR: Ermeni soykırımıyla ilgili çalısmaya sizi ne yöneltti ? Bir adaletsizlik olarak mı gördünüz ?

Egemenlerin halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmak devrimcidir

Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde İslami direniş hareketlerinin yükselişiyle birlikte, İslam’ın ideolojisi bölgelerde giderek yayılıyor. Bu yükseliş hâkim sınıf sözcülerince terör faaliyeti olarak ilan edilip dar anlamda İslam ideolojisinin karşısında önlem almak arayışının politikasıdır. Bu aynı zamanda orta sınıfa da yansıyan ve onlarda dile “İslam’ın aşırı ucu” ya da “radikalizm” şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlamalar özellikle ılımlı İslam’ın reformist anlayışını Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde egemen dil anlayışının yaygınlığını oluşturuyor.

Kobanê’de Partizanca Direnişin İzinden…

 

Ortadoğu’da, emperyalistler ve onların işbirlikçi, uşağı hükümetler ile onların güdümündeki çeteler tarafından işgal edilen, özgürlük ve geleceği tutsak alınmaya çalışılan Kobanê, 134 günlük kahramanca bir direniş sonucunda özgürlüğüne kavuştu.

Kobanê, Rojava’da Kürt halkının kendi yönetimlerini inşa etmesi, öz örgütlülüklerini kurmasıyla birlikte ortaya çıkarmaya başladığı, filizlenerek büyümeye başlayan kazanımlarına yönelik kuşatma ve saldırıların kilitlendiği noktaydı.

Ah.. Cancağızım Kürtler ah..

Kürtler yüzde on barajı asacaklarmış.

Toplumun ilerici demokrat kesimlerin desteğini de alarak.

Ah.. cancağızım Kürtler ah...

Bari ilerici demokrat kesimlerin desteğini de alarak manipülasyonlarla da insanların zihinlerine kazınmış yenilmez görüken sisteme olan inancı taru duman edeceğinize inanıyorsunuz bu inancınızın doğru olup olmadığını belediye seçimlerini kaybeden Ferhat Tunç' a sorsaydınız.

Ah cancağızım Kürtler ah..

Kürtler yüzde onluk barajı aşamasalar da her şeye hazırlarmış.

Ya... akp' nin 310' nu aşamamasına hazırlar mı ?

Soykırımın 100. Yılında Bir Özür Borcumuz! Fusun Erdoğan

 

Ermeni meselesinde tutarlı bir tavır ortaya koyamamak, Türkiye devrimci hareketinin önemli zaaflarından biri olagelmiştir.

Bu zaaf devrimci ve sosyalistlerin değişik zamanlarda Ermeni halkına yapılan soykırım ya da tarihsel adaletsizlikler, haksızlıklar karşısında da, doğru tutum almasını önlemiştir.

Soykırımın 100. yıldönümü yaklaşırken, geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmanın tartışıldığı bu süreçte, Türkiye ilerici, devrimci, sosyalist hareketinin bu zaafıyla yüzleşmesi önemli bir görev olarak varlığını sürdürüyor.

Sayfalar