"Legal parti sorunu" Üzerine
Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki komünist bir parti ve devrimci bir oluşum açısından ‘legal parti sorunu’; basbayağısından faşist, despotik/baskıcı ve de gerici burjuva demokrasisi koşullarında esasen legal, ‘barışçıl’, ‘demokratik alan faaliyeti’ kapsamının bir sorunu olarak; doğrudan devrim stratejisi, mücadele yöntem ve taktikleri kapsamında bir konudur.
Sorunun ele alınışı nasıl ki basbayağısından faşist veya koyu baskıcı rejimlerdeki devrim strateji ve taktikleri ile şu veya bu şekilde yürürlükte olan burjuva demokrasisi koşullarındaki devrim strateji ve taktikleri farklı olmak zorundaysa; legal alan faaliyet, yöntem ve araçları da aslında tamamen bunlara uyarlıdır.
Yani özetle sorun tamamen verili sürecin somut koşulları zemininde, devrim stratejisi ve ana taktiklerine koşut olarak ele alınıp değerlendirilmesi gereken bir mücadele araç ve yöntemleri sorunudur.
Bilinir ki hiçbir mücadele biçim ve yöntemi kendi başına devrimci veya reformist bir özellik arz ediyor olamaz. Bunların niteliği, unsuru oldukları stratejinin niteliğince belirlenir çünkü. İzlenen stratejik rota ve asgari ve azami program devrimciyse şayet; pekâlâ reformistlerin de kullandığı (buna silahlı reformistler de dahildir) mücadele yöntem ve araçları, biçimsel benzerliklerine karşın, alasından devrimci bir öz taşıyor olacaktır. Legal parti sorunu da bu özellikte bir sorundur. Dolayısıyla da sorunu öncelikle bu ön kabulle ele almak gerekiyor.
Legal parti sorunu da tüm diğer legal ve demokratik alan faaliyet araçlarında olduğu gibi, devrim stratejisine uyarlı olarak ele alınmak zorundadır. Bu koşul, bu araç ve yöntemlerin hangi dönem ve aşamalarda nasıl ve ne ölçekte kullanılabilir olacağının doğru tarzda ortaya konulabilmesini sağlayacaktır.
Şayet ülke koşulları komünist ve diğer devrimci sosyal ve ulusal kurtuluş hareketlerine legal mücadele yol ve yöntemleriyle devrimci çalışma ve örgütlenmeler yapmasına esasen imkân tanımıyor, illegal ve silahlı mücadele seçeneklerini dayatıyorsa; bu koşullardaki legal ve demokratik alan çalışmaları, tabiatıyla, tali ve taktiksel özellikler arz ediyor olacağından; oradaki devrimciler bunlara ancak ki bu gerçeklikleri oranında değer biçeceklerdir.
Ve ama sıkıntılı ve sorunlu olmasına karşın, legal örgütlenme ve çalışma ortamının olduğu ve devrimin, ‘barışçıl’ evrimci bir hazırlık süreciyle, kitlelerin silahlı toplu ayaklanması stratejisi üzerinden kurgulandığı koşullarda ise, tabiatıyla, legal ve demokratik alan faaliyetleri ve bunun bir unsuru olarak legal parti sorunu da diğerine kıyasla, elbette ki temelden farklı bir ele alışı gerektirecektir. Hatırlanacağı üzere şöyle izah diyordu Mao Zedung bu özgün farklılığı:
“İktidarın silah zoruyla ele geçirilmesi, sorunun savaşla çözülmesi, devrimin başlıca görevi ve en yüksek biçimidir. Bu Marksist-Leninist devrim ilkesi gerek Çin ve gerekse bütün ülkeler için evrensel olarak geçerlidir.
Ama ilke aynı kalmakla birlikte, onun proletarya partisi tarafından uygulanması değişik koşullara göre değişik biçimler alır. (…) Bu özelliklerinden dolayı, kapitalist ülkelerdeki proletarya partisinin görevi, uzun bir legal mücadele dönemi boyunca işçileri eğitmek, güç toplamak ve böylece kapitalizmi nihai olarak yıkmaya hazırlanmak. (..)” (C.3. sf:224-225)
Buradan da anlaşılacağı üzere ülke koşullarının devrimin yolunu “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” (USHSS) değil de “Toplu Ayaklanma Stratejisi” (TAS) olarak belirlediği bir durumda, bu yöntem ve araçların ele alınışı da kaçınılmaz olarak farklılaşıyor olacaktır.
Bu farklılaşma, özellikle, bu yöntem ve araçların tali ve taktik yöntemler olmaktan çıkıp, devrimin ön gününe kadar esas ve stratejik önem arz eden araç ve yöntemlere dönüşüyor olmasındadır.
Dolayısıyla da son dönemlerde sayın M. Oruçoğlu’nun tekrardan gündeme taşıdığı bu konu üzerine tartışan kimi kişi ve kesimlerin sorunu bu ana bağlamından kopuk ele alıyor oluşları, sanırım sorunun ele alınışında ki en temel açmazlarının başında gelir.
Çünkü bu, öncelikle sorunun hangi koşul ve hangi devrim stratejisinin bir unsuru olarak ele alındığının belirsizleştiği bir durumdur. Dolayısıyla da hangi sürecin ve hangi devrim stratejisinin ihtiyacı olan araç ve yöntemlerin tartışıldığı muallakta kalmış oluyor.
Oruçoğlu açıkça ortaya koymasa da ama besbelli ki sorunu “TAS” bağlamında ele alıp sunmaktadır. Fakat tartışmaya fiilen katılan kimi yazarlar ise; “iki arada bir derede” pozisyonuyla; bir tarafta hala geçerli olduğunu varsaydıkları “USHSS” nin baskın argümanlarıyla düşünüyor ve ama diğer taraftan da kendini dayatan canlı yaşamın yalın gerçeklerinin sesine, ikircikli bir duruşla, bir şekilde yanıt oluşturmaya gayret ediyorlar. Haliyle de ortaya konulan şeyler, kaçınılmaz olarak utangaç, yarım yamalak şeyler olmanın ötesine geçemiyor.
Somut koşulların somut gerçekliği baz alınacaksa şayet; Türkiye ve K. Kürdistan’da klasik anlamıyla “USHSS”nin zemininin kalmadığı, koşulların, günümüz şartlarına uyarlı bir “TAS”ni gündemleştirdiği rahatlıkla görülebilecektir.
Dolayısıyla da komünist ve devrimci oluşumlar legal ve demokratik alan faaliyet, mücadele araç ve örgütlülüklerini artık Mao’nun yukarıya aldığımız “… proletarya partisinin görevi, uzun bir legal mücadele dönemi boyunca işçileri (biz bunu sınıfsal temelde, tüm emekçi katmanları, cins çelişmesi bağlamında kadınları ve keza ezilen farklı inanç ve etnik kökenden kesimleri dahil ederek genişletebiliriz. BN) eğitmek, güç toplamak ve böylece kapitalizmi nihai olarak yıkmaya hazırlanmak.” Şeklindeki bu stratejiye uyarlı olarak ele almaları gerekiyor.
Aksi takdirde “USHSS” zemininde durarak, sınıf mücadelesinin bugün ihtiyacını duyduğu mücadele tarz ve araçları doğru temelde belirlenemez.
Legal parti sorunu da tamamen, söz konusu bu uzun hazırlık sürecinde devrimin tabanı kitlelerinin hangi araç ve yöntemlerle eğitilip örgütlenebileceği, bunun için hangi araç ve yöntemlerin kullanılabileceği sorunu temelinde ele alınması gereken bir mevzudur.
Koşulların bu tarz mücadele ve örgütsel araçlara imkân tanıdığı bir durumda bunları en etkin ve aktif bir şekilde kullanmamak, her halde ki ‘solculuğun’ ve de aptallığın daniskası olur.
Türkiye ve K. Kürdistan koşullarında bu araç ve yöntemlerin uzunca bir süredir bazı yapılarca başarıyla kullanıla geldiği bir sır olmasa gerek. Örneğin Kürt Özgürlük Hareketinin deneyimlediği ve de sergilediği pratik bile bunun koşullarının pek ala da bulunduğunun bir göstergesidir.
Onca engelleme ve fiili/fiziki baskılara rağmen, ısrarla ve inatla yeniden ve yeniden kendisini var ederek milyonlarca kişiye nasıl başarıyla nüfus edebildiği, nasıl onlar için bir çekim merkezi olmayı mümkün kılabildiği, fazla lafa gerek bırakmayacak kadar açık bir sosyal pratik kanıt olsa gerek.
Dolayısıyla da “ülkemizin koşulları şöyle kötüdür”, “faşizm koşulları altındayız”, “yararlanabileceğimiz bir parlamento bulunmamakta” vs., vs. gibi ileri sürülen ve sürülecek olan klasik argümanların bizzat sosyal yaşamın olgularınca tedavülden kaldırılmış olduğunu ileri sürmek hiç de abes olmayacaktır.
Özellikle de teknolojik koşulların birçok şeyi ve alanı denetlenebilir kıldığı ve dolayısıyla da geniş alanda kitlesel illegal örgütlülükler ve çalışmaları sürdürüp koruyabilmenin artık pek de mümkün olmadığı günümüz koşullarında, bu olgusal gerçekliğe gözleri kapatıp, ‘iman gücü’ ile eski tarzda ısrar etmenin; kendi kendini kısırlaştırıp darlaştırarak, marjinalleştirmekten başka bir şey olmadığı açık değil midir acaba?
Evet, elbette devrimin illegal kurmayı varlığını ve mücadelesini ayrıca, kendine özgü yol ve yöntemlerle ısrarla ve inatla sürdürecektir, sürdürmelidir de. Bu, asla vaz geçilmemesi gereken hayati önemde bir gerekliliktir çünkü.
Asli görev ve çalışmaları, çalışma alanları isabetli şekilde belirlenmiş bu iki farklı kulvardan akacak devrimci çalışma, günümüz devrimci mücadelesinin zaruri acil gereksinimidir.
Yaşana gelen ve deneyimlenen yığınca örnek önümüzde duruyor. Bunlardan doğru tarzda öğrenmek gerekiyor. Kendisini düzen muhalifi olarak sunan, en azından böylesi bir iddia sahibi olan, örneği EMEP, Sol Parti, TKP, TİP, KKP, Burkaycı geleneğin partisi, ESP ve DEM Parti var legal parti olarak. Bunlardan DEM ve TİP hariç, diğerlerinin kitlesel bir güç haline gelebildiklerini, bunu başarabildiklerini söylemek mümkün değil. Denilebilir ki ESP hariç, diğerleri reformist hatta olan partiler. İyi güzel de reformistler de gücünü kitleselliğinden alacağından; bunlar da hedeflerine varabilmek için geniş kitleleri örgütleyip kazanmak zorundalar. Böyleyken; örneğin yılların partisi EMEP kayda değer bir kitleselliğe ulaşamamıştır. Neden?
Ya da devrimci kulvarda olduğu kabul edilen bir ESP örneği var. Bu da yılların partisi. Ve ama bunun da marjinal, dar bir çevrenin ötesine geçemediği açık, olgusal bir realite. Neden?
Yani her biri geniş emekçi kitleleri eğitip örgütleme iddia ve amacıyla yola çıkmış bu partiler gerçekliği de gösterir ki legal parti kurmak tek başına bir çözüm olmaz, olmuyor da. Demek ki ilkeleri ve çalışma tarzıyla bir tabela veya ofis/salon partisi olmayan, ufku parlamentoya bir iki vekil göndermekle iğdiş olmaya fırsat tanımayan; temel görevi şehirde, kasaba ve köylerde emekçi kitleleri örgütlemeyi, onlarla organik bağlar oluşturmayı garantileyen bir legal parti hedeflenmez ise; akıbeti diğerlerinden pekte de farklı olmayacaktır.
İşte böylesine de zor/ağır görev ve sorumlulukları olan bir sorundur legal parti meselesi. Ve ama devrimci mücadelenin hangi alan ve kulvarının görev ve sorumlulukları kolay ki? Ve ama devrimcilere gereksinim de zaten tamamen bu yüzden değil midir?
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Faşizme Karşı Birleşmeyenler, Faşizmin Zindanlarında Buluşur
Önce en büyük toplumsal muhalif dinamik güç olan Kürtlere, devrimcilere ve sosyalistlere, ardından aydınlara, akademisyen ve sanatçılara, basın mensuplarına, emek cephesine saldırdılar.
Her bir toplumsal grup, kendisi dışındakilere yapılanlara yeterli ve gerekli tepkiyi göstermeyince, yılan doğal olarak herkese saldırmaya devam etti. Şimdi de Alevilere saldırmaya başladılar. Ama biz Aleviler tarih boyunca zalimlere karşı sürdürdügümüz boyun eğmezliği bu sefer de sürdürecek, asla sinmeyecek, diz çökmeyecek ve asla bu diktatörlüğe teslim olmayacağız.
Emperyalist Büyük Savaşa Doğru-3
ABD burjuvazisi, 18 Aralık 2017’de Trump’a okutturduğu „Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi‘nde–UGSB- “ birinci düşman olarak Çin devleti görülüyor. ABD’nin Asya’daki çıkarları için Çin büyük bir tehlike sayılıyor. Tabi, açıklanan UGSB’nin içinde Rusya ve İran’da var. Bu ayrı bir konu olduğu için geçiyoruz.
Efrin’de Dişe Diş Savunma Uygulanacak!-Dursun Ali Küçük
*Efrin şehir savunmasına da hazır...
Yerden bitip vuruyorlardı. Tankları tahrip oldu. Kobraları vuruldu. Öne İŞİD vb karışımı ÖSO yu eşek gibi sürüyorlar. Hani buda yerel ve milli ordudan sayılıyor. İnanılmaz bir savunma ve vurma taktiği uyguladılar.
Dünya buna gıpta ediyor ama ne yazıkki uluslarası güçlerden ciddi bir destek çıkmadı.
Türk ordusu dünyanın sessizliğine rağmen bataklığa batmıştır.
TKP/ML-(YDK):“Newroz Devrimci Kawa'nın yaktığı isyan ateşi, Efrin'de işgalci TC devletine karşı komünistlerin, devrimcilerin ve Kürt savaşçıların silahlarında büyüyor”
Newroz direniştir.
Newroz, zalimlere karşı isyandır.
Newroz, “zulmün olduğu yerde isyan etmek meşrudur” manifestosudur.
Devrimci Kawa'nın zalim Dehak'a karşı yaktığı isyan ateşi yüzyıllardır sönmedi. Kürt halkı Kawa'dan bu yana hiç söndürmedikleri bu isyan ateşini bugün de Irak, İran, Suriye ve Türkiye'de ilhak edilmiş topraklarında yakmaya devam ediyorlar. Kürt halkının Newroz Bayramını kutluyoruz. Newroz Piroz Be!
Ezilen Emekçi Halkımız
Efrin Direnisinin Ögrettikleri-1
Bu yazı Özgür Gelecek Gazetesinin 163. Sayisindan alınmıştır.Güncelliği nedeniyle yayınlıyoruz.Kaypakkaya-Haber yazı kurulu.
TC’nin 19 Ocak 2018 tarihinde başlattığı Efrîn işgali, birinci ayını geride bıraktı. İşgalini doğru olarak tahlil etmek için bu işgalin iç ve dış politik nedenlerini iyi okumak gerekmektedir.
Suriye'de Kürtleri bekleyen tehlike!
Bu yazı Özgür Gelecek sitesinden alınmıştır.Güncelliği nedeniyle yayınlıyoruz.Kaypakkaya-Haber yazı kurulu.
Suriye'de Kürtleri bekleyen tehlike!
AFRİN KÜRTLERİN SARDARABAD'I OLACAK!..
Tamı tamına yüz yıl önceydi. Birinci Dünya Savaşı içinde Ermeni halkını soykırıma uğratmış olan Türk devleti, 1917 Ekim Devrimi sonrası Rusya'nın savaş cephesinden çekilmesini fırsat bilip Erzincan Mütarakesi'nin şartlarını ihlal ederek Erzincan'dan Erzurum'a, Kars'a ve Gümrü'ye kadar Ermeni halkının tutunmaya çalıştığı alanları işgal etmeye girişti. Batı Ermenistan'dan sonra Doğu Ermenistan'ı da haritadan silmeye yöneldi.
Kadın ve Komünizm
Sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadelelerinde şehit düşen, dövüşen, kadınlar üzerindeki tüm baskılara karşı direnen, zindanlara düşen, katledilen tüm kadınlara...
İÇİNDEKİLER
1.BÖLÜM
KAPİTALİZM VE KADIN
kadın üzerindeki baskıların üretilmesinin ekonomi politiği
kapitalist sistemede, yaşamın her alanında sömürülen kadın
anasoylu toplumda kadının rolü
kapitalizmin ataerkil aileyi çözmesi
Afrin Direniyor
Faşist Türk Devletinin Afrin'i işgal girişimi 45. gününde...
Evet ...Türk devletinin Afrin'i işgal etme, Afrin halkını katletme, Afrin'i boşaltıp IŞID+EL KAİDE+EL NÜSRA dan oluşturulan ÖSO çetelerini buraya yerleştirme ile ilgili saldırı ve katliamları 45 gündür devam ediyor.
Faşist TC'nin iktidar koltuğundaki AKP ve onun başı RTE nasıl ki daha önce Cerablus ve El Bab'ı işgal edip buraya ÖSO çetelerini yerleştirdiyse şimdi de Afrin'i ele geçirip buraya da ÖSO çetelerini yerleştirmek istiyor.
TKP/ML KADIN KOMİTESİ | “Bizi yenemeyeceksiniz! Ya kazanacağız! Ya kazanacağız!”
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir açıklama yapan TKP/ML Kadın Komitesi, “Bizi yenemeyeceksiniz! Biz hep vardık ve de var olacağız! TKP/ML Kadın Komitesi olarak devrim mücadelesinde fiziken yitirdiğimiz ve de erk-eklerin tahakkümü altında her ay onlarcası katledilen tüm kadınlar adına söz veriyoruz: Ya kazanacağız, ya kazanacağız! Ya zafer, ya zafer!” dedi. Elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklamayı 8 Mart vesilesiyle olduğu gibi yayınlıyoruz:
BİZİ YENEMEYECEKSİNİZ! YA KAZANACAĞIZ! YA KAZANACAĞIZ!”
MÜSLÜM ELMA | “Afrin işgalini kınıyor, kahraman Kürt halkının direnişini selamlıyoruz!”
Beş ATİK’linin tahliye olduğu, ancak aralarında uzun yıllar Türkiye’de devrimci mücadele içerisinde hapishanelerde işkencelere karşı direnen Müslüm Elma’nın da olduğu beş ATİK üye ve yöneticilerinin hala tutsaklığının sürdüğü Münih duruşmaları devam ediyor. 21 Şubat günü görülen duruşmada konuşan Müslüm Elma, “Bugün Afrin Kantonu’na TC’nin bombaları yağıyor. Buna karşı çıkmak, buna karşı mücadele etmek yalnız insani bir görev değildir. Aynı zamanda bu kahraman halka karşı olan vicdanı bir sorumluluktur.