Pazar Eylül 22, 2024

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Çünkü nihayetinde, sınıfsal bir olgu olarak siyaset ve siyasal mücadele; her bir sınıf ve katmanın, toplumsal grup ve zümrenin küresel ve yerel bazda, yukarıda ifade edilen toplumsal sorunlar zemininde kıyasıya süren çıkarlar çatışmasını, kısa, orta ve uzun vadede nihai olarak kendi lehine çevirme ve sonuçlandırma kavgasının bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Ve keza siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, çok tipik ve çok doğrudan bir şekilde; yüzlerce strateji ve taktikle, “şah-mat” ana hedefi üzerine kurulmuş olan bir satranç oyunu gibi; ana hedefe kilitli strateji ve taktikler toplamından ibarettir. Dolayısıyla da “maçı” kazanmanın ve başarıya ulaşmanın en temel altın kuralı; oyunu kuralına göre oynamaktır. 

Gerek küresel ve gerekse yerel planda, ana stratejik hedefi, tüm kurum ve kuruluşlarıyla kapitalist-emperyalist sistemi tümüyle ortadan kaldırmak olanların siyaset yapış ve siyasal mücadeleyi yürütüş tarzı, oyunun kuralı gereğince ele alınmadıkça; ağır bedeller ödeniyor olmasına karşın, ilerleme kaydedemeden, maalesef ki yerinde saymaya ve daha da kötüsü, geriye düşmeye devam eder. Nitekim mevcut durumumuz, yarım asırlık geçmişi olan birçok devrimci sol-sosyalist ve komünist parti ve örgüt açısından; üç aşağı-beş yukarı, maalesef ki bu minvaldedir.

Bu trajik durumun en başta gelen temel nedenlerinden biri, hiç kuşkusuz ki siyasal mücadeleyi ele alış ve yürütüş tarzımızda içine düşülen yanlış, sakat ve de tek boyutlu tutum ve yaklaşımlarımızdır. Tarihimizin uzunca bir döneminde, iktidar hedefli devrimci siyasal mücadeleyi, kimilerimiz “suni dengeyi kırmak”, kimilerimiz ise “kırdan kente iktidarı parça parça ele geçirmek” maksadıyla, şehir ve kır gerillasının gerçekleştireceği askeri eylemliliklere indirgedi. Öyle ki faşist diktatörlüğün sivil ve resmi silahlı güçlerine karşı en çok eylem gerçekleştirenler, tartışmasız, en tutarlı ve en kararlı devrimci mücadele yürütücüleri sayıyordu kendilerini. Devrimi gerçekleştireceği öngörülen kitlelerin eğitim ve örgütlenmelerini ise, özel olarak dert etmek de gerekmiyordu; çünkü nasılsa kıyasıya yürütülen silahlı mücadele seyri içinde bu, esasen, kendiliğinden de mümkün olabilecek bir şeydi.

Peki böyle mi oldu? Olmadığı, orta yerdeki taban kitlemiz ve kitle örgütlülüğümüz gerçekliğiyle, başka da bir kanıt göstermeye gerek bıraktırmayacak kadar, zaten sabit değil midir?

(Türkiye ve K. Kürdistan özgülünde silahlı mücadelenin gerçek anlamda semeresini toplayabilen istisna yapı, elbette ki sadece Kürt Özgürlük Hareketi olabildi. Ona bunu başarma imkânı veren ana belirleyen unsur ise; hiç kuşkusuz ki öncelikle, kendisine esas mücadele sahası seçtiği K. Kürdistan’da devrimci silahlı mücadelenin ana dinamiğinin ulusal çelişme olduğunu isabetlice belirleyip, bunun çözümünü öncelemesiydi. Ve bir diğer belirleyen unsur ise; silahlı mücadelenin kendiliğinden eğitici ve örgütleyici etkisini, legal ve illegal birçok farklı mekanizma ve araçlar oluşturarak; iradi, planlı-programlı bir kitle çalışması ısrarıyla, daha bir ileri boyuta taşımayı ve böylece gerçek anlamda kitleselleşmeyi başarmış olmasıdır.)

Sonra süreç içerisinde, devletin savaş kabiliyetini, özelliklede edindiği ve de geliştirdiği savaş teknolojisindeki yeniliklerle; kırda ve şehirlerde kendi hakimiyet ve kontrol imkanını arttırmayı, kır ve şehir gerillasının ise hareket alan ve kabiliyetini alabildiğine sınırlayıp, esasen de etkisiz kılmayı başarmasıyla birlikte; devrimci sol-sosyalist ve komünist güçlerin, tek yol olarak bellediği, gerilla savaşına indirgenmiş olan iktidar hedefli devrimci siyasal mücadelenin de esasen sonuna gelinmiş oldu.

Bir tarih vermek gerekirse; takriben on-on beş yıldan beridir ki anılan bu devrimci güçlerin yürüte geldikleri herhangi bir silahlı mücadele pratiğine/ gerçekliğine tanık olunamıyor.

Ve ama ilginçtir bu güçlerin hemen hemen tümü, adeta bir ölü sessizliği içerisinde, öylece seyre koyulmuş gibiler. Kimse ne “kızıl siyasi üsler oluşturarak kırdan şehirlerin fethi” esasına dayanan USHSS adına, ne “Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi” adına ve nede “Öncü Savaş Stratejisi” adına, içine girilen bu on-on beş yıllık yürütülemeyen silahlı mücadele sürecinin bir izahatını yapıyor ve ne de yeni bir rota, yeni bir devrim stratejisi oluşturma derdi ve gayreti içerisinde. Daha da beteri, birçoğu hâlâ ve adeta “iman kuvvetiyle”; dünden savuna geldikleri devrim strateji ve taktiklerinin bugün için de geçerli tek yol olduğunu yazıp-çizerek propaganda etmeye devam ediyor. Bir şekilde itiraz etmeye yeltenen olursa, onları da “devrim inancını tüketmişler” olarak yaftalamakta herhangi bir sakınca görmüyor.

Oysa yadsınamaz (ve de “bilimsellik” adına yadsınmaması da gereken) somut nesnel olgular üzerinden sürecin iktisadi, sosyal, siyasal ve de askeri analizini yapabilme kabiliyetine sahip her siyasal oluşum, ortaya çıkan yeni ve farklı olgusal gerçeklerin artık dünde kalmış olan devrim strateji, taktik ve mücadele yol, yöntem ve araçlarıyla alınabilecek bir yolun kalmadığını; devrimci siyasal mücadelenin devam ettirilebilmesi için, öncelikli olarak, uygulana gelen stratejinin tüm unsurlarıyla mutlak surette yenilenerek, günün realitesine uygun yeni bir devrim stratejisi, yeni mücadele yol-yöntem ve örgütsel mekanizmalarının oluşturulması gerektiğini rahatlıkla idrak edebilir.

(Devam edecek)                                                                     

 

1353

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

Karar Verin: “Sizin Muhammed Ali’niz Hangisi?”[*]

“Ölüm haberim bir abartıydı.[1]
 
Eski dünya ağırsıklet boks şampiyonunu 3 Haziran’da 74 yaşında kaybettik. Epeydir Parkinson’dan mustaripti. Konuşma dahil pek çok yeteneğini yitirmişti. Eşi Lonnie’nin deyişiyle “İnsanlarla gözleriyle, kalbiyle konuşmaktaydı”...

Ortadoğu ve Türk devletinin cerablus işgali

Ortadoğu zengin petrol kaynaklarının bulunduğu büyük bir pazar olmanın yanında; enerji kaynaklarının geçiş güzergâhı olarak da her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır. Bu coğrafyada kurulan kukla devletler, başta İngiltere ve ABD’nin denetiminde Ortadoğu’da emperyalizmin bekçiliğini yapmaktan geri kalmamışlardır. Irak, Tunus, Suriye, İsrail ve İran emperyalist ülkelerin bölgedeki temsilcileri olmuşlardır.

FETÖ yerine RETÖ Darbesi Gerçekleşti-Çetin Çetin

Bugün Türkiye'de gelişmelere baktığımızda Türk hakim sınıflarının iki açmazı ön plana çıkmaktadır. Birincisi OHAL ilan edilerek FETÖ ile mücadele adı altında yürütülen çalışma. Hükümet kendisine muhalif olan kesimleri devlet aygıtından temizleyerek buralara kendi badem bıyıklarını yerleştirme çabaları içerisindedir. 17 Temmuz askeri darbe girişimini önceden haber alan ve buna uygun hazırlıklar yaparak ‘’Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur’’ diyerek bunu kendi çıkarları için bir fırsata çeviren Cumhurun başı R.T.E. kendi darbesini gerçekleştirdi.

Faşizmin “demokrasi” oyunu bitti; sermaye tükendi; Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri ortadoğu ‘da yeni oyunlar sahneliyor.

Sivil faşist darbenin postal sesleri yaşamın her alanında kendini gösteriyor. “Cemaat, Gülen, askeri darbe” senaryosu bir kurguydu. Faşist diktatörlük asıl darbeyi gerçekleştirmek, toplumda teşhir olan karanlık katliamcı yüzünü gizleyebilmek için, “askeri darbe oyununu bir trajikomik şekilde piyasaya sürüverdi. Bu oyunu Erdoğan tek başına kurgulamadı, ABD bu kurgunun içerisinde.

T.C.’nin Suriye Saldırısı ve Devrimci Görev :Çetin Çetin

T.C.’nin Cerablus’a denetimindeki ÖSO cihatçılarıyla İŞID devir alarak Suriye bataklığına girmesini değerlendirmeye geçmeden önce emperyalistlerin BOP ve Ortadoğu’daki gelinen duruma kısaca değinmekte yarar var.

Barış için Savaş !

Silahlanma yarışına, Emperyalist, gerici, haksız savaşlara karşı çıkalım!Dünya`da nihai Barış için, Sosyalizm ve Sınıfsız Toplum yolunda devrimci Mücadelelere omuz verelim !

“Topyekün Savaşa” karşı, Topyekün devrimci mücadeleye..

BAKIN DEVLETİN BAŞI NE DİYOR? “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM! TOPYEKÛN SAVAŞIYORUZ”!

Burjuvazinin sendromları ve İşçi sınıfının kaybedeceği yeryüzü

Dünya ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür. Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor.

Milli mutabakat hükümeti; Çetin çetin

Türk hakim sınıflarının Yenikapı buluşmasından sonra burjuvazinin yazılı ve sözlü medyasında en çok sözü edilenin AKP, CHP, MHP’nin bir araya gelmesiyle milli mutabakatın sağlandığı, yakın bir süreçte de darbe girişiminin olumsuzluklarından sıyrılmak ve düzlüğe çıkmak için milli mutabakat hükümetinin kurulacağının müjdesinin verilmesidir.

Toplu mezarlıklar ülkesi

Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir toplu mezarlıklar ülkesi oldu. Devlet, Kürtlere, Sosyalistlere, demokratlara sadece ordusu ve polisiyle saldırmıyor. Artık en önemli saldırı gücü olarak kullandığı İŞİD ile de saldırıyor.

Hukukuyla, yasalarıyla, yönetim şekli ve uygulamalarıyla tam bir bir isalmcı-kontrgerilla düzenine dönüşmüş olan Türk devleti, OHAL ile bunu daha da pekiştirmeye çalışmaktadır. Türk milliyetçiliği ve ümmetçiliği ile toplumun önemli bir kesimini kendi etksi altına alan devlet, başta Kürtler olmak üzere, muhalif olan her kesime karşı kıyım uygulamaktadır.

Siyasi partiler ve İslami sermaye ilişkileri içinde Fethullah Gülen

Türk siyasetinde bir tiyatro oyununa daha tanık olduk. Türk devleti, yıllardır bağrında büyüttüğü, hatta 12 Eylül darbesinden sonra Anavatan Partisi döneminde Türkiye Umumi Vaizi yapılan Fethullah Gülen’i terörist ilan edip darbe yapmakla suçlayarak demokrasi oyunu oynamaya başladı.

Sayfalar