Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K. Kürdistan’da ve gerekse yer kürenin hemen hemen her bir karışında devrimlerin ve de devrimci siyasal mücadelenin nesnel koşulları, düne nazaran, bugün çok daha fazlasıyla mevcuttur demek, kesinlikle isabetli bir belirleme olacaktır.
Emperyalist- kapitalist sistemin uzunca bir süredir bir türlü üstesinden gelemediği ve her geçen gün daha da artarak yoğunlaşan kronikleşmiş iktisadi krizi, doğal ve kaçınılmaz olarak hem dünyanın her bir ülkesi özgülünde başta emek-sermaye antagonist çelişmesi olmak üzere ve daha bir yığın başka çelişmelerle birlikte; özellikle de aşılamayan ve giderek derinleşen bu ekonomik krizin yarattığı emperyalist devlet ve uluslararası tekellerin pazarları yeniden paylaşma dalaşı, dünya halklarını ve doğayı yeni ve aynı zamanda da kaçınılmaz olarak çok daha yıkıcı olacak olan nükleer bir savaş riskiyle karşı karşıya bırakmış olmasından ötürü, dünya barışı ve insanlığın ve doğanın acilen korunması sorunları, güncel devrimci siyasal mücadelenin yükseltilmesine son derece elverişli zemin ve imkânlar sunmaktadır.
Aynı çelişme ve sorunlara ek olarak, Türkiye ve K. Kürdistan’da hem daha yoğun ve uç boyutlu yaşanan ve emekçi halkı adeta açlığa ve yoksunluğa mahkum etmiş olan Cumhur İttifakı İktidarı’nın işgal amaçlı yürütülegelen savaş ve ekonomik politikaları ve hem Kürt ulusuna yönelik sömürge siyasetinin dayattığı savaş ve temel hakların gasp edilmesi suretiyle derinleştirilen milli baskı ve zulüm, hem; gerçek manada “tek adam diktatörlüğü” altında, İslamo-faşist bir çehre de kazanarak giderek daha bir koyulaşan faşist diktatörlüğün tüm özgürlükleri ciddi şekilde tehdit ediyor olması ve hem de özel bir itinayla kademe kademe yerleştirilmekte olan ve bir çok farklı inançtan oluşan toplumun iç barışını ve özel olarak da koyu bir orta çağ barbarlığı kıvamına sokulacak olan ataerkinin milyonlarca kadının yaşamını kabusa çevirecek olan, “modernize” edilmeye çalışılan haliyle şeriat tehdidi gibi öne çıkan tüm bu somut çelişme ve sorunlar, yani bir diğer ifadeyle ‘aktüel’ toplumsal dinamikler; güncel devrimci siyasal mücadelenin, üzerinde kolayca yükselebileceği elverişli, nesnel bir zemindir.
Bizatihi nesnel yaşamın olguları tarafından önemle öne çıkarılan ve devrimci siyasal mücadelenin üzerinde rahatlıkla yükselebileceği tüm bu toplumsal dinamikler; şayet kendilerini “devrimin ve de sınıfın öncü/önder kurmayı” addedenler ve ciddi şekilde böylesi bir iddia sahibi olduğunu savlayanlar açısından, devrimci siyasal mücadele için, gerçek manada, son derece elverişli imkân ve gelişme potansiyeli demektir.
Gerek tüm emekçi kesimleri, yoksunluk ve açlıkla kasıp kavuran son derece berbat ekonomik yaşam koşulları sorununa karşı, gerek Kürtlerin en insani ve en demokratik hak istemlerine karşı yürütülen ve fiiliyatta uygulanan sömürge siyasetine, yani milli baskı ve zulme karşı, gerek tüm demokratik hakların gasp edilmesi şeklinde tırmanan ve tüm özgürlük alanları üzerinde sıkı bir baskı kurmayı hedefleyen “tek adam diktatörlüğü” çehresine bürünerek yükselen faşist tırmanışa karşı, gerek “insan uygarlığının" ve doğanın çok ciddi ölçülere varan oranlarda yıkımıyla sonuçlanacak olan yeni bir emperyalist savaş tehdidine ve keza emperyalist işgal ve ilhak politikalarıyla çıkarılan tüm yerel ve bölgesel savaşlara karşı ve gerekse toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında pıtrak misali boy vererek gerçekleştirilmekte olan şeriat sisteminin yerleştirilmesine karşı; bunların her biri üzerinden (ve elbette her bir sorun ve çelişmenin taraf ve bileşenlerinin farklılıklar arz edeceği gerçeğini göz ardı etmeyip, özenle gözeterek) toplumun diri kesimlerinin birleşilebilecek tüm unsurlarıyla, (yerel ve küresel bazda ki) sivil demokratik kitle kurum ve kuruluşlarıyla, siyasi parti ve parlamenterlerle ittifaklar veya güç birliktelikleri oluşturarak veya oluşturulmuş olanlarının aktif bileşeni veya katılanı olarak mümkün olabilecek en geniş katılımlı kitlesel eylemlilikler organize etmeye çalışmak ve mümkün olabildiğince de bunları gerçekleştirmek.
Bazen de öyle olur ki sokağa, alana, kürsüye tek başına da çıkarak bir korsan gösteri, bir basın açıklaması veya kısa özlü bildiri dağıtımı, afiş, duvar yazıları ve açık alan panelleri düzenleme şekline de bürünebilir bu tavır alış ve karşı çıkma fiilleri. Önemli olan, bir şekilde fiili bir direniş, hak talep etme veya duyarlılık oluşturma fiil ve duruşuyla kitlelere bir şekilde ve bir ölçüde ulaşabilme ve onlarla diri bir zihin ve dirsek teması içinde olabilmektir. Unutmamak gerekir ki kitleler boş lafların değil, bir fiil pratikte kendisini ortaya koyarak onlar için samimiyetle bir şeyler yapmaya çalışanları dikkate alır. O çokça lafı edilen güven verme durumu da işte ancak ki bu şekilde oluşabilir. Yani amiyane tabiriyle, kitleler nezdin de “yok öyle üç kuruşa beş köfte” beleş ve kolaycılığıyla güven oluşturabilmek.
Özetle; devrimin örgütlenebilmesi işte ancak ki farklılaşan her bir sürecin öne çıkardığı bu ve benzeri somut toplumsal sorunlar üzerinden geliştirilecek devrimci bir siyasal mücadele anlayış ve pratik hattının yaşam bulmasıyla mümkün olabilir. Bunu becerip yapabilen yol alma şansını elde eder; beceremeyip yapamayan ise, boş kuru bir ajitasyonla kendisini oyalamaya ve de kandırmaya devam edecektir. Sorun işte bu kadar açık ve net.
Ve tabii ki söz konusu devrimci siyasal mücadelenin yürütülebilmesi de ancak ki verili sürecin realitesine uygun yeni ve oldukça zengin çeşitlilikler barındıran ana ve geçici ara-taktiksel mücadele araç ve örgütsel mekanizmalarının oluşturulup, işlevli kılınmasıyla mümkün olabilir. Yoksa öyle illegal yapıların dergi ve gazete isimleriyle ya da yine alın çatısında bu oluşumların ‘yan kuruluşu’ etiketi taşıyan küçük çaplı bazı demokratik oluşum mekanizmalarıyla, söz konusu bu mücadelenin gereklerini yerine getirmek asla ve asla mümkün olamaz. Çünkü hem geniş kesimler nezdinde illegal olanla bir araya gelmek riskli bir algılanıştır; hem de zaten bu illegal yapılar mevcut hukuk karşısında hiçbir toleransa sahip olmadıklarından, çok kolay bir şekilde anında engelleneceklerinden, oynaması gereken rol ve işlevi de yerine getiremeden, kolay bir şekilde saf dışı edileceklerdir. Ve geniş çaplı tutuklama furyalarıyla da kısa sürede hareket edemez hale sokulacaklardır. Bu da bu sorunun yine son derece açık ve net olan bir diğer yönüdür. Dedik ya başarı, biraz da oyunu kuralına göre oynayıp oynamama becerisiyle ilgili bir sonuçtur.

Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!
Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir.
Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.
Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.
Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı”

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını
19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.
Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim
TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur. Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir.

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu
Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/
Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar
Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]
Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası
Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar
Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle, “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2
“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu
Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm
(Ozan Emekçi)

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.
İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.