Salı Mart 11, 2025

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K. Kürdistan’da ve gerekse yer kürenin hemen hemen her bir karışında devrimlerin ve de devrimci siyasal mücadelenin nesnel koşulları, düne nazaran, bugün çok daha fazlasıyla mevcuttur demek, kesinlikle isabetli bir belirleme olacaktır.

Emperyalist- kapitalist sistemin uzunca bir süredir bir türlü üstesinden gelemediği ve her geçen gün daha da artarak yoğunlaşan kronikleşmiş iktisadi krizi, doğal ve kaçınılmaz olarak hem dünyanın her bir ülkesi özgülünde başta emek-sermaye antagonist çelişmesi olmak üzere ve daha bir yığın başka çelişmelerle birlikte; özellikle de aşılamayan ve giderek derinleşen bu ekonomik krizin yarattığı emperyalist devlet ve uluslararası tekellerin pazarları yeniden paylaşma dalaşı, dünya halklarını ve doğayı yeni ve aynı zamanda da kaçınılmaz olarak çok daha yıkıcı olacak olan nükleer bir savaş riskiyle karşı karşıya bırakmış olmasından ötürü, dünya barışı ve insanlığın ve doğanın acilen korunması sorunları, güncel devrimci siyasal mücadelenin yükseltilmesine son derece elverişli zemin ve imkânlar sunmaktadır.

Aynı çelişme ve sorunlara ek olarak, Türkiye ve K. Kürdistan’da hem daha yoğun ve uç boyutlu yaşanan ve emekçi halkı adeta  açlığa ve yoksunluğa mahkum etmiş olan Cumhur İttifakı İktidarı’nın  işgal amaçlı yürütülegelen savaş ve ekonomik politikaları ve hem Kürt ulusuna yönelik sömürge siyasetinin dayattığı savaş ve temel hakların gasp edilmesi suretiyle derinleştirilen milli baskı ve zulüm, hem; gerçek manada “tek adam diktatörlüğü” altında, İslamo-faşist bir çehre de kazanarak giderek daha bir koyulaşan faşist diktatörlüğün tüm özgürlükleri ciddi şekilde tehdit ediyor olması ve hem de özel bir itinayla kademe kademe yerleştirilmekte olan ve bir çok farklı inançtan oluşan toplumun iç barışını ve  özel olarak da koyu bir orta çağ barbarlığı kıvamına sokulacak olan ataerkinin milyonlarca kadının yaşamını kabusa çevirecek olan, “modernize” edilmeye çalışılan haliyle şeriat tehdidi gibi öne çıkan tüm bu somut çelişme ve sorunlar, yani bir diğer ifadeyle ‘aktüel’ toplumsal dinamikler; güncel devrimci siyasal mücadelenin, üzerinde kolayca yükselebileceği elverişli, nesnel bir zemindir.

Bizatihi nesnel yaşamın olguları tarafından önemle öne çıkarılan ve devrimci siyasal mücadelenin üzerinde rahatlıkla yükselebileceği tüm bu toplumsal dinamikler; şayet kendilerini “devrimin ve de sınıfın öncü/önder kurmayı” addedenler ve ciddi şekilde böylesi bir iddia sahibi olduğunu savlayanlar açısından, devrimci siyasal mücadele için, gerçek manada, son derece elverişli imkân ve gelişme potansiyeli demektir.

 

Gerek tüm emekçi kesimleri, yoksunluk ve açlıkla kasıp kavuran son derece berbat ekonomik yaşam koşulları sorununa karşı, gerek Kürtlerin en insani ve en demokratik hak istemlerine karşı yürütülen ve fiiliyatta uygulanan sömürge siyasetine, yani milli baskı ve zulme karşı, gerek tüm demokratik hakların gasp edilmesi şeklinde tırmanan ve tüm özgürlük alanları üzerinde sıkı bir baskı kurmayı hedefleyen “tek adam diktatörlüğü” çehresine bürünerek yükselen  faşist tırmanışa karşı, gerek “insan uygarlığının" ve doğanın çok ciddi ölçülere varan oranlarda yıkımıyla sonuçlanacak olan yeni  bir emperyalist savaş tehdidine ve keza emperyalist işgal ve ilhak politikalarıyla çıkarılan tüm yerel ve bölgesel savaşlara karşı ve gerekse toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında pıtrak misali boy vererek gerçekleştirilmekte olan şeriat sisteminin yerleştirilmesine karşı; bunların her biri üzerinden (ve elbette her bir sorun ve çelişmenin taraf ve bileşenlerinin farklılıklar arz edeceği gerçeğini  göz ardı etmeyip, özenle gözeterek) toplumun diri kesimlerinin birleşilebilecek tüm unsurlarıyla, (yerel ve küresel bazda ki) sivil demokratik kitle kurum  ve kuruluşlarıyla, siyasi parti ve parlamenterlerle ittifaklar veya güç birliktelikleri oluşturarak veya oluşturulmuş olanlarının aktif bileşeni veya katılanı olarak mümkün olabilecek en geniş katılımlı kitlesel eylemlilikler organize etmeye çalışmak ve mümkün olabildiğince de bunları gerçekleştirmek. 

Bazen de öyle olur ki sokağa, alana, kürsüye tek başına da çıkarak bir korsan gösteri, bir basın açıklaması veya kısa özlü bildiri dağıtımı, afiş, duvar yazıları ve açık alan panelleri düzenleme şekline de bürünebilir bu tavır alış ve karşı çıkma fiilleri. Önemli olan, bir şekilde fiili bir direniş, hak talep etme veya duyarlılık oluşturma fiil ve duruşuyla kitlelere bir şekilde ve bir ölçüde ulaşabilme ve onlarla diri bir zihin ve dirsek teması içinde olabilmektir. Unutmamak gerekir ki kitleler boş lafların değil, bir fiil pratikte kendisini ortaya koyarak onlar için samimiyetle bir şeyler yapmaya çalışanları dikkate alır. O çokça lafı edilen güven verme durumu da işte ancak ki bu şekilde oluşabilir. Yani amiyane tabiriyle, kitleler nezdin de “yok öyle üç kuruşa beş köfte” beleş ve kolaycılığıyla güven oluşturabilmek.

 

Özetle; devrimin örgütlenebilmesi işte ancak ki farklılaşan her bir sürecin öne çıkardığı bu ve benzeri somut toplumsal sorunlar üzerinden geliştirilecek devrimci bir siyasal mücadele anlayış ve pratik hattının yaşam bulmasıyla mümkün olabilir. Bunu becerip yapabilen yol alma şansını elde eder; beceremeyip yapamayan ise, boş kuru bir ajitasyonla kendisini oyalamaya ve de kandırmaya devam edecektir. Sorun işte bu kadar açık ve net.

 

Ve tabii ki söz konusu devrimci siyasal mücadelenin yürütülebilmesi de ancak ki verili sürecin realitesine uygun yeni ve oldukça zengin çeşitlilikler barındıran ana ve geçici ara-taktiksel mücadele araç ve örgütsel mekanizmalarının oluşturulup, işlevli kılınmasıyla mümkün olabilir. Yoksa öyle illegal yapıların dergi ve gazete isimleriyle ya da yine alın çatısında bu oluşumların ‘yan kuruluşu’ etiketi taşıyan küçük çaplı bazı demokratik oluşum mekanizmalarıyla, söz konusu bu mücadelenin gereklerini yerine getirmek asla ve asla mümkün olamaz. Çünkü hem geniş kesimler nezdinde illegal olanla bir araya gelmek riskli bir algılanıştır; hem de zaten bu illegal yapılar mevcut hukuk karşısında hiçbir toleransa sahip olmadıklarından, çok kolay bir şekilde anında engelleneceklerinden, oynaması gereken rol ve işlevi de yerine getiremeden, kolay bir şekilde saf dışı edileceklerdir. Ve geniş çaplı tutuklama furyalarıyla da kısa sürede hareket edemez hale sokulacaklardır. Bu da bu sorunun yine son derece açık ve net olan bir diğer yönüdür. Dedik ya başarı, biraz da oyunu kuralına göre oynayıp oynamama becerisiyle ilgili bir sonuçtur. 

2725

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar