Çarşamba Mart 19, 2025

Sürekli faşizm ve devrimci hazırlık -Umut Munzur

Suruç’ta yeni kontra örgütü İŞİD eliyle gerçekleştirilen bombalı saldırıyla 32 devrimci-demokrat yaşamını yitirdi. Adana ve Amed’de gerçekleştirdiği saldırılarla istediği amaca ulaşamayan AKP hükümeti, Suruç’ta gerçekleştirdiği intihar saldırısıyla önümüzdeki sürece ilişkin önüne koyduğu politikaları hayata geçirecek zemini yakalamış oldu.

Suruç katliamı, 7 Haziran seçimleri öncesi Adana HDP binasında ve Amed mitinginde patlatılan bombaların devamı niteliğindedir. Bu saldırı ve katliamlar AKP hükümetinin denetimi ve gözetiminde gerçekleştirilmiş olsa da sorun AKP/Saray birleşiminden ibaret değildir. TC devletinin tarihi ezilen ulus ve milliyetlere, inançlara, komünist ve devrimcilere, hak arama mücadelesi yürüten tüm kesimlere dönük katliam ve saldırılarla doludur. Tam da bu tarihsel gerçek TC devletinin varlık nedenidir. Bu anlamıyla faşizm ülkemizde süreklidir. Dönemsel olarak belirli esneklikler göstermesinin ve çeşitli alanlar açmış olmasının nedeni; sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin çeşitli kazanımları ve TC devletinin taktiksel yaklaşımlarından kaynaklıdır.

Bugünkü açık saldırganlık halini saray şizofreninin kişisel hırslarıyla açıklamaya kalkmak ahmaklıktır. Kimi değerlendirmelerde saldırganlığın esas nedeninin HDP olduğu dile getirilmektedir ki bu da oldukça sığ bir yaklaşımdır. HDP, Türkiye solunun önemli bir kesiminin bileşeni bir parti olsa da ona ideolojik ve politik olarak önderlik eden, örgütsel gücünün esasını oluşturan Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Bundan dolayı saldırganlığın esas nedeni tüm alan ve bileşenleriyle Kürt Özgürlük Hareketi’dir.

Tüm ‘stratejik derinliğine’ rağmen TC devleti Suriye politikasında istediği sonuçlara ulaşamamıştır. TC’nin aksine Suriye’deki iç savaş koşullarında Kürtler ciddi kazanımlar elde etmiştir. TC’yi bu derece saldırganlaştıran esas neden işte bu kazanımlardır. TC açısından en kötüsü ise bu kazanımların sağlanmasına önderlik edeninin Kürt Özgürlük Hareketi’nin olmasıdır. İşte TC için “beterin beteri” durum budur. Eline avucuna gelecek bir Barzani, Talabani’de yoktur. Bu kazanımların kalıcılaşması halinde ise battıkça batacaktır. HDP ise bu kazanımın içerideki ayaklarından önemli bir bileşendir.

TC’nin Kürt ve Alevi Düşmanlığı

Suruç katliamı ve peşi sıra gelen İŞİD görüntülü operasyonları, sokak eylemlerine dönük saldırganlık, infazlar ve cenaze törenlerini engellemeye dönük “gözü dönmüşlük” halk saflarında yeralan tüm güçleri hedeflemektedir. Genel olarak devrimci-demokratik muhalefete yönelik bu korkutma-yıldırma-yıpratma ve en nihayetinde tasfiye etme konseptidir. Her ne kadar genel olarak tüm halk güçlerini hedef almışsa da yeni saldırı dalgasının özelde yöneldiği iki devrimci demokratik güç vardır. Birincisi tartışmasız Kürt Özgürlük Hareketiyken diğeri ise devrimci hareketin diğer bileşenlerine göre daha kitlesel ve silah kullanmadan ısrarlı DHKP-C’dir. Birbiriyle sorunlu bu iki hareketin aynı saldırı dalgası içerisinde hedeflenmesinin nedenleri saldırganlar açısından nettir. Kürt ve Alevi düşmanlığında ustalaşan AKP hükümetinin başbakanı Davutoğlu, katıldığı bir TV programında bunu açıkça ifade etmiştir. Kürt Özgürlük Hareketinin “etnik farklılıkları”, Halk Cephesi’nin ise “inanç farklılıklarını” istismar ettiğini ve ellerinde silah olduğunu, operasyonların ise bu nedenle yapıldığını dile getirmiştir.

AKP hükümette olduğu 13 yıllık tarih içerisinde TC devletinin geleneği olarak Türk/Sunni ekseninde siyaset yürütmüştür. Tek dil, Tek din genlerinde vardır. Tüm bu süreç boyunca Kürtleri ve Alevileri oyalamak, aldatmak üzerinden kendi Kürdünü ve Alevisini yaratma çabasını ısrarla sürdürmüştür. Fakat “yoğun çabasına” rağmen bu politikasında başarılı olamamıştır.

Kürt halkı, dünden daha fazla Kürt Özgürlük Hareketiyle bütünleşmiştir. Kobane serhıldanında ve 7 Haziran genel seçimlerinde AKP hükümeti nezdinde TC devletine gerekli cevabı vermiştir. Kürtler kadar sert bir cevap alamasa da Alevilerden de beklediğini bulamamıştır. Açık bir Alevi düşmanlığına rağmen aynı sertlikte cevap alamamasının nedeni Alevilerin örgütsüz ve önderliksiz olmasından kaynaklanmaktadır. Aleviler tüm bu dağınık ve örgütsüz yapısına rağmen Haziran ayaklanmasının en dinamik unsuru olmuş, 7 Haziran genel seçimlerinde ise HDP’ye azımsanmayacak derecede destek vermiş, AKP’nin yüzüne bile bakmamıştır. Kürtlerin ve Alevilerin istenilen düzeyde olmasa da politik olarak birbirine yakınlaşmış olması TC devletini kaygılandırmaktadır. TC devletinin düşmanı Kürtler ve Aleviler Suriye’de de karşısındadır. Suriye’ye yönelik her hamlesinde kendi sınırları içerisindeki başta Kürtler olmak üzere Aleviler ve diğer kesimler karşısına dikilmekte içeride istikrarı bozan unsurlar olmaktadır.

Kuru Kuruya Barış Ve Hazırlıksız Savaş

Türkiye Devrimci Hareketi’nin savaş ve hesap sorma çağrıları sanal alemde bildiri yayınlamaktan öteye gitmemektedir. Bu durum savaşa bilme potansiyelini de göstermektedir. Bırakın savaşmayı tek tek eylemlerle misilleme durumu bile yok gibidir. 32 genç devrimcinin alçakça katledilmesi sonrası pratik bunu açıkça göstermektedir. Bu bir küçümseme ve saygısızlık olarak değil mevcut gerçeğimiz olarak görülmelidir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin durumu “yağmasada gürleyen” bir görüntü vermektedir. Daha önceki değerlendirmelerimizde değinmiştik Türkiye Devrimci Hareketi kendi yapamadığı ne kadar şey varsa bunu Kürt Özgürlük Hareketinin yapmasını beklemektedir. Aslında bu savaş ve hesap sorma çağrıları da özünde Kürt Özgürlük Hareketi’ne yapılmaktadır. Bizce bu kendince “politika” yapma işlerine hiç gerek yok. Bu komik olduğu kadar bir saygısızlığı da içermektedir. Herkes kendi işini yapmalıdır.

Barış talebinin, uzun yıllardır süren ulusal kurtuluş mücadelesinin yarattığı kayıplar, yaşanan acılar, trajediler göz önüne alınarak bunun insani bir talep olduğu görülmelidir.

Barış talebini özellikle İstanbul, İzmir, Bursa gibi batıda bulunan büyükşehirlerde kitlesel olarak ifade etmek önemlidir. Haziran ayaklanmasında sokağa çıkan ve 7 Haziran seçimlerinde HDP etrafında birleşen kitleleri barış talebi etrafında harekete geçirmek gerekmektedir. Bu TC’nin Kürdistan’da ve Suriye’de içerisine girmek istediği haksız savaşı teşhir etmekle birlikte, batıda yükselteceği şovenizme de set olma görevi görecektir.

Kitlelere dönük çalışmalarda devletin teşhiriyle sınırlı bir çalışma yetersiz olacağı gibi egemenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işlev de görmeyecektir. Barış olsun da nasıl olacaksa olsun yaklaşımı komünistlerin/devrimcilerin yaklaşımı olamaz. Silahlı mücadelenin zorunluluğu, Kürt Özgürlük Hareketinin yürütmek zorunda olduğu savaşın haklılığı ve meşruluğu propaganda edilmelidir. Ezilen ulusun demokratik talepleri, tam hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı sürecin parçası yapılmalıdır. Öyle” kuru kuruya barış” olmayacağı anlatılmalıdır.

Nasıl “kuru kuruya barış” olmayacaksa savaş çağrıları yaparak da savaştığınız anlamı çıkmaz. Burada örgütsel güçler yani sübjektif durum oldukça geride ve yetersizdir. Önemli olan hazırlıktır ve bunu kitleler içerisinde hayat bulmasıdır. Haziran ayaklanmasında burnu havada hareketleri saymazsak genel olarak Türkiye Devrimci Hareketi ayaklanma sürecine hazırlıksız yakalandığını ifade etmiştir. Zaten pratik ve sonuç ortadadır. Haziran ayaklanmasının üzerinden 2 yıl geçti ve Türkiye Devrimci Hareketi olarak yine hazırlıksız olunduğu ortadır.

Bugün yapılması gereken barış talebi etrafında biraraya gelen kitleleri anlamak, bu kitleyi kapsayacak şekilde daha geniş kitlelere devletin teşhirini yapmak, silahlı mücadelenin zorunluluğu, haklı ve haksız savaşlar gerçeğini, Kürt Özgürlük Hareketinin meşrululuğunu propaganda etmek önemli bir görevdir. Bununla beraber büyükşehirlerde devletin ve kontra güçlerinin saldırılarına karşı öz savunma güçlerinin örgütlenmesi temelinde hazırlıklı olmak, hazırlık yapmak olması gereken bir zorunluluktur. Başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde Alevi ve Kürtlerin birlikte yaşadığı çeşitli mahalleler devletin ve onun kontra güçlerinin hedefi durumundadır. Bu mahallerde özellikle gençliğin olası saldırılara karşı bireysel silahlanma yoluna girdiği de bilinmektedir. Fakat arkadaş grupları arasındaki ortaklık yâda daha bireysel anlamda tehlikeyi görme ve kendini koruma temelinde silahlanma söz konusudur. Sorun bu bireysel ve kendiliğinden gelişen duruma müdahale ederek onu örgütlü hale getirebilmektedir.

UMUT MUNZUR 

47409

Bir Saloko Lazım -dı

Yüreğim  sızlıyor.

Sonunda Demirtaş etniksel hareket etmeyen proletarya köylüyle tanıştı.

Herkes Demirtaş' ın nasıl yapması gerektiğini yazıyor çiziyor.

Kimine göre sokağı terk etmemeli.

Kimine göre de muhalefette kalmalı.

Ama bu birazda acımasızlık değil mi ?

Hatta kolaycılığa kaçmak.

Söylediklerimizin içerisinde biz neredeyiz ?

Daha doğrusu söylediklerimizi etniksel temellerle hareket etmeyi önceliği haline getirmiş insanlarda beklemek ne kadar doğru ?

Aslanın.... koçum... yiğidim

SEÇİMLERİN SONRASINDA...[1]

“Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”[2]

Bir yük kalktı sanki omuzlarımızdan... Bu doğru. Hele ki son olarak Diyarbakır saldırısında koltuğu kaptırmama hırsının ne boyutlara varabileceğini gördükten sonra.  

Maskeli balo’da yeni perde :Seçim sonuçlari,koalisyon pazarliklari,uzlasma :Marko Karakaya

7 Haziran seçimlerinin sonuçları egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcileri tarafından yeni yeni kavranmaya başlandı. Zira ortaya çıkan tabloya hazırlıksız yakalandılar. AKP’nin tek başına hükümet edeceğine dair eğilim esastı. AKP kliği oy kaybederek en fazla anayasayı değiştirecek koşulları sağlayamayacağını hesap ederken, diğer egemen sınıf klikleri de AKP’nin anayasayı değiştirecek olanaklara kavuşmaması üzerine hazırlıklarını yapıyordu. Ama 8 Haziran sabahı egemen sınıflar koalisyon koşullarına uyandılar.

Mevtayı iyi bilmezdik!

“Praeterita mutare non possumus.”[1]
Ölünün ardından, “Mevtayı nasıl bilirdiniz” diye sorup eklerler: “Ya şimdi konuşun ya da sonsuza dek susun”! 
“Mevta” hakkında kısa hatırlatmalarla, biz “susmak” yanlısı olmayanlardanız. 
Hayır, hayır “Ölünün ardından kötü konuşulmaz” diye uyarmanıza gerek yok; biz kötü konuşacak değiliz; “Non interest, quid morbum faciat, sed quid tollat/ Uzun süre değil, dürüst yaşamak önemli” vurgusunun altını çizerek; olanı olduğu gibi aktaracağız; kötülük bunun neresinde olabilir ki?

SEYİT ALİ UĞUR :“ Komünistler çölde bile yalnız değildir“

Seyit Ali Uğur`dan  gelen mektubun, 9 Mayıs 2015 günü ATiF Augsburg derneğinin Hapishane önünde yaptığı mitingten duyduğu sesler sonucu,  duygularını ifade eden bölümünü sizlerle  paylaşıyoruz. (UPOTUDAK)

Haziran ('ımız) niye gülümser(mi)

Gülme (le rire), korkunç bir silahtır. “Her şeye gücü yetenler”(?!) dahi gocunur ondan. Çünkü vurunca şahı da devirir gülmek. 
Ancak gülmek, sırf bir kınama, itiraz da değildir. Tükenmez bir sevinç, güç ve yaşam coşkusunun kaynağıdır da. Bir güç belirtisidir, dirençtir gülmek; pırıl pırıl bir mutluluk duygusunu ve büyük bir sevinci dile getirir.
“Gülmek ama gerçekten gülmek felsefe yapmaktır,” Afşar Timuçin’e göre…

Düğüne gider gibi idam sehpalarını kucaklayan 20 devrimci

“Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirlerimizi asla ! Yarın o, Doğu’nun horizonunda belirecektir ve Ermenilik, özgür, sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır !”
Madteos Sarkisyan (Paramaz)

 
Tarih 15 Haziran 1915…
Yer: İstanbul Beyazıt Meydanı

ATİK Operasyonuna Karşı Mevzileri Güçlendirelim!

Almanya’nın ATİK’e (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu)yönelik operasyonuna karşı sağlam, örgütlenmiş, ciddiyet isteyen, tahkim edilmiş, kendi cephesini en geniş kesimlerle kurmuş bir barikat oluşturmak içinden geçilen kesitte önemlidir. Çünkü bu sömürüye, zulme, haksızlığa karşı devrimin, demokrasinin ve özgürlüğün alanını genişletecek bir mücadeleyi içermektedir. Bu operasyonun merkezindeki Avrupa demokrasisi karşısında da böyledir, operasyonun kaynağı ve yönlendiricisi faşist TC’ye karşı da.

Devlet AKP’dir, AKP Kontra’dır

Eğer bir parti on yıldan fazla bir süre iktidarda kalıyor ve devletin tüm imkânlarını bireysel ve zümresinin çıkarları için kullanabiliyorsa bu büyük ölçüde bir partiden çok devletin ta kendisidir. Eğer öyle değilse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen oto-mandater rejim ile yönetiliyor demektir.

ATİK yalnız değildir çünkü ezilenlerin mücadelesi vardır :Sefa ünal

Alman emperyalizmi, Türkiye’nin “terörizmle” ortak mücadele gibi ağzının sularını akıtacak, zaaflı yanını kullanarak işlerini yürütmeye, politikasını kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Şimdide ATİK operasyonuyla TC’yi tavlamaya kıvama getirmeye çalışmaktadır. Alman emperyalizmi ATİK operasyonuyla kendi yasalarını çiğneyecek, mülteci hak ve özgürlüklerini ayak altına alacak, imzaladığı uluslararası anlaşmaları yok sayacak kadar kendinden geçmiştir.

Otorite ve kibir kaybetti

2015 seçimleriyle 13 yıllık AKP iktidarı son buldu. AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan eliyle anayasaya aykırı yürüttüğü seçim çalışmasından sonuç almadı  ve 10 puanlık bir oy kaybı ile ilk seçim yenilgisini tatmıştır.

Sayfalar