Perşembe Nisan 24, 2025

TC’nin çıkmaz Sokağı!

Tezkere, Kobanê “Çözüm Süreci”, IŞİD, Ortadoğu

(IŞ)İD’in Kobanê üzerinde geliştirdiği saldırı Kürt meselesindeki ve bölge içindeki dengeleri hemen “türbülansa” sokmayı başardı. Kürt ulusal hareketi Kürt meselesini doğal ve haklı olarak bölgesel gelişmelerin sadece bir parçası ve uzantısı olarak ele alıyor. TC’nin de meseleyi hem iç hem de dış sorun olarak ele aldığı, “çözüm süreci” denen gelişmenin en önemli itim güçlerinden birisinin de bölgesel gelişmeler ve TC’nin bölge politikası olduğu bilinmektedir.

Ama Türk egemen sınıfları bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi davranmaya ve hikâyeler anlatmaya devam ediyor. Kobanê saldırısını süreçle bağlantılandırmanın anlamsız olduğunu, burada yaşanacak gelişmenin çözüm sürecini etkilemeyeceğini ifade ettiler. Kürt politikasını iç ve dış diye ayırıp arasındaki bağı da Kobanê özgülünde koparmaya çalıştılar. Niye? Çünkü çıkarları bunu gerektiriyordu. Kobanê üzerinde yaptıkları kirli hesapları örtmek ancak içerde Kürt sorununu çözme iradesi devam ediyor mesajını vermekle mümkün olacaktı.

TC Kürt politikasını iç ve dış bağlarını koparmadan ele alsa da, özellikle Kürt Ulusal Hareketi ile politik mücadelede bu ayrımı sinsice ve kalleşçe kullanmaktadır. İçerde “barış meleği” kesilirken dış politikada hem Kürt celladı hem de diğer Kürt cellatlarının finansörü olmaktan geri durmuyor. TC Kürt politikasında ikili oynamayı sınıfsal çıkarları için olmazsa olmaz görüyor. Bir yandan barış, müzakere, oyalama diğer yandan kendi sınırları dışındaki Kürdistan’ın parçalarında Kürt kazanımlarını en geri noktada tutma, her türlü saldırıya olanak-lojistik sağlamaktan geri durmuyor. Ama bu politika Kobanê kuşatması ile birlikte artık kolay sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. TC’nin gerginlik üreten bu politikası Kürt Ulusal Hareketi'nin “Kobanê düşerse çözüm süreci biter” açıklamasıyla kriz üretmeye başlamıştır.

Kararsızlık, Çark Etme Ve TC!

Türk hâkim sınıflarının son süreçte Ortadoğu ve Kürt meselesi bağlamındaki hesapları tam bir keşmekeş içine girmiştir. Kısa sürede defalarca çark eden, hangi yön ve istikamette gideceğini bilemeyen, pazarlık yapmakla yapmamak arasında kalan halleri bu kaosu ispatlar niteliktedir. Türk hâkim sınıfları, NATO toplantısında ve öncesinde (IŞ)İD karşıtı koalisyon oluşumuna hangi rol ve etkinlikle gireceklerine dair ABD ile pazarlık yaparak kendini sunmaya çalışmışlardır. Cidde toplantısında 49 elçilik görevlisinin durumunu gerekçe yapıp Sünni devletlerin oluşturduğu koalisyon metnine imza atmayarak temkinli hareket etmeyi yeğlemişlerdir.

Ancak “nedendir bilinmez”(!) ABD Dışişleri Bakanı'nın, savunma bakanının ve çeşitli yetkililerin “zorlukları var ama aşacaklar”, “en ön safta yerlerini alacaklar”, “bizle hareket etmek zorundalar” vs. beyanlarından sonra, önce kısa sürede elçilik görevlileri teslim edilmiş, devamında Tayyip Erdoğan’ın BM zirvesi için gittiği ABD’de yaptığı görüşmeler sonrası (IŞ)İD karşıtı koalisyonda aktif şekilde yer alacaklarını ifade etmişlerdir.

(IŞ)İD için çok sevdiği “terör” kavramını kullanmaya yanaşmayan ve bölgede herhangi bir Sünni güçle savaşmanın Ortadoğu vizyonunu berhava edeceğini ifade eden yaklaşım, birden vurgulu şekilde “eli kanlı terör örgütü IŞİD” deyip, bir bütün Irak ve Suriye kapsamında bölgesel bir savaş içeriğine sahip 2 Ekim tezkeresine demir atmıştır. Üstelik bu tezkerede Ortadoğu vizyonuna ters olan Sünni güçlerle gerekirse mücadele etme de var. TC’nin bu hızlı dönüşü kuşkusuz ABD ile yaptığı kısır pazarlıkların ve ikna edilmiş olmanın sonucudur.

1 Mart’tan 2 Ekim’e; At Pazarlığından Kendini Pazarlamaya!

Bu kısır pazarlıkları TC 1 Mart 2003 Irak tezkeresinde “at pazarlığı” olarak literatüre geçirmeyi başarmıştı. Bugün nasıl bir isimlendirme yapılır bunu bilmiyoruz. Ama T. Erdoğan’ın meclis açılım oturumunda durup dururken “kendimizi kullandırmayız” açıklaması at pazarlığını aşan bir durumun işaretlerini veriyor. Ama bu pazarlıklarda elinin çok güçlü olmadığı ve çok bir şey koparamadığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü T. Erdoğan hala ipe un sermeye çalışıyor. “Yaptığımız görüşmelerde ben hep şunu söyledim: 1 – Uçuşa güvenli bölge adımını atmalıyız. 2- güvenli bölge şart… 3 – Eğit donat adımını atmalıyız. O olmaz bu olur… Hayır, üçünün de olması lazım. Biz olaya sadece terör örgütü açısından değil Suriye rejimi açısından da bakıyoruz.” (28 Eylül, İstanbul'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Toplantısındaki konuşmadan)

Bu yaklaşım 2 Ekim Tezkeresi'ne de yansıdı. Kuşkusuz daha önemlisi 1 Mart tezkeresinin geçmemesini sağlayan yabancı askerlerin ülke topraklarını kullanması maddesi de bu tezkerede yerini alarak meclisten geçirildi. TC (IŞ)İD karşıtı koalisyonu gerekçe yaparak Kürtlere ve Esat’a yönelecek bir zemin hazırlamaya çalışıyor. Ancak politik dengelerin ve gelişmelerin TC’nin bu hevesine olanak sunmayacağı görülmektedir.

TC, ABD’de süreçte oyun dışı kalma riskini görerek “ikna olmak” zorunda kaldı. Ancak büyük resim yerine, Kürt ve Esat’a bakmayı hala tercih etmesi onun zaten bölgenin yeniden dizayn edilmesinde oyun dışı kalmaya mahkum olduğunu gösteriyor. Mevcut yaklaşımının o çok heves ettiği Ortadoğu’da Sünni kesime önderlik vizyonuna yetmeyeceği, bunu gerçekleştirmede yeterli olmayacağı açıktır. Bu cenah da kendine yeni ve güçlü düşmanlar edinmesi de kaçınılmazdır.

Kürtlere Mahkûm Olup Kürt Düşmanlığı Yapmak: İşte TC!

TC bir yandan Suriye ve Irak gerekçesiyle Kürdistan'ın bu parçalarını fiilen işgal etmeyi hesaplarken diğer yandan Kürtleri buna rıza edecek koşulları da kolluyor ve hazırlamaya çalışıyor. Kürtleri buna razı getirmeyi ise Kürt meselesinde çözüm sürecini etkinleştirerek yapmaya çalışıyor. Kobanê üzerinden Kürt hareketinin “süreç sonlanır” tehditlerine karşı verdikleri tepki, TC’nin Kürtler karşısında ne kadar mahkûm ve zayıf konumda olduğunun işaretlerini de vermektedir. “Bu konu (Kobanê’deki gelişmeler) sürecin tabii unsuru değildir. Her konuyu bununla ilişkilendirmek bu işi tamamen çözümsüzlüğe mahkûm etmek anlamına gelir… Senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun? Kandil’de yan gelip yatıyor, Kobanê’dekilerle ilgili edebiyat yapıyor. Sen orada konuşacağına git o zaman orada mücadele et.” (Yalçın Akdoğan, 28 Eylül Kanal-7)

Bu açıklamalar TC’nin Başbakan Yardımcısı’nın ağzından çıkmaktadır. Kürt Hareketi’ne süreci bozmayın diye yalvarmadığı kalıyor. Bu da yetmiyor git (IŞ)İD’le savaş diyecek kadar akıl hocalığı yapmaya soyunuyor. (“Terör örgütü” gördüğü bir yapıyı teşvik etmesi de ayrı bir ironi ve komedi elbette). Türk egemen sınıflarının Kürtlerle ittifak ihtiyacı hayati önemdedir. Ancak aynı TC Kürtlerin tüm parçalardaki haklarını tepelemek, ortadan kaldırmak içinde elinden gelini ardına koymuyor. Hem nalına hem mıhına giderek Kürtlerle ilişkisini yürütmeye çalışıyor.

Tam da bu süreçte normal koşullarda TC için tarihi nitelikte denilebilecek çözüm sürecine yönelik Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazetede yayınlandı. Ancak süreç ve gelişmeler o denli büyük ve hızlı ki bu gelişme en ufak bir heyecan dahi yaratmadı. TC çözüm süreci ekseninde çıkarılan çerçeve yasaya dayanarak “Çözüm Kurulu” oluşturup bu bağlamda tam 11 komisyon kurarak süreci bir nevi müzakere aşamasına geçirdi. (30 Eylül Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama)

Ki Abdullah Öcalan da “Burada dar anlamda yürütülen görüşmelerden, müzakere yanı ağır basan bir kararlılık ortaya çıkmış ve bu düzeyde mutabakata varılmıştır. Gelinen noktada yol haritasının eylem planı da ortaya çıkmış bulunmaktadır.” (1 Ekim’de HDP görüşmesinden yapılan açıklama. Bold bn.) diyerek Bakanlar Kurulu’nun attığı adımın deşifresini yapmıştır. Bunun üreteceği sonuçlara dair belirsizlikler olsa da, esasında Kürt meselesinde TC’nin geldiği nokta açısından “parlak” bir gelişim ve ilerleme olarak görmek lazım. Bu da TC’nin Ortadoğu’da ne kadar sıkıştığının Kürtlere ne kadar mahkûm hale geldiğinin göstergesi niteliğindedir. 

Ancak bölgedeki gelişmeler karşısında TC açısından devrim sayılacak bu adımın bile sürece büyük bir ivme katmayacağını görmek lazım. Aynı görüşmede Öcalan Kandil’den yapılan “Kobanê düşerse süreç biter, savaş başlar” açıklamasını teyit etmiştir. Yani Kürt hareketi içerde yapılacak barışı Rojava şartına bağlamıştır.

Bu TC’nin bölge politikası açısından zorlu bir macera olan Türk-Kürt-Sünni Arap ittifakını iyiden iyiye çıkmaza sokmuştur. Bu eksende beklenen verimi çıkarması artık imkânsız hale getirmiştir. Şimdi elindeki Kürt kozunu ve barışını yitirmeme telaşına düşmüştür. O yüzden çözüm sürecini ısrarla S. Kürdistanı ve Irak Kürdistanı'ndan ayrı meseleler olarak ele alma derdindedir. Çözüm sürecinde bundan sonra atılacak adımlar daha seri hale gelebilir. Bu eksende bölgesel pazarlıklar merkezde olacaktır. TC’nin bölge planlarının merkezine artık Kürtlerin daha fazla oturduğu, bu eksende ittifakın daha ön plana çıktığı görülmektedir. Ama genetiğindeki Kürt düşmanlığı ile bu ihtiyaca göre nasıl şekilleneceği belirsizdir. Ancak ciddi gelişmelere gebe ve her şeyin ışık hızında tüketildiği ve değiştiği bir süreç yaşanacağı açıktır. Son 20 günlük süreçte yaşanan gelişmeler ve değişim ve bunların şimdiden gündem dışına düşmesi sürecin hızına dair ipuçları niteliğindedir.


80219

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Yine ve yeniden geldik; BURADAYIZ![1]

“Durgunsa ya da suskunsa insan,

mutlak bir nedeni vardır.

Suskunluğa aldanma,

herşeyin bir zamanı var!”[2]

 

Zorbalığın zulmüyle insan(lar)ın yıldırılmaya, sömürülmeye çalışıldığı her yerde teslim alınamayanlar, diz çökmeyenler, başkaldıranlar hep vardı, var oldu, var olacaktır…

Ayakta alkışlanmayı hak eden Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) gerçeği bunu kanıtladı…

SÖYLEŞİ: Okuryazarlik üzerine[1]

“Bir yazarı okumak, yalnızca

neler söylediğini öğrenmek değildir;

onunla birlikte yollara düşmek,

onun eşliğinde yolculuğa çıkmaktır.”[2]

 

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-2



Yel Degirmenlerine Karsi Savasa Katil; Akima kapilma:Atomu Parcalayacagiz-2

DHF Cevresindeki arkadaslarin 'Cok Partili Sosyalizm' tartismalarina bir katki olarak yayinladigimiz makaleminizin ikinci kismini yayinliyoruz 

Bir kez daha, “Terör” mü?[1]

“Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”[2]

Sayfalar