Pazartesi Aralık 2, 2024

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

“Kardeşlerim, Rabb’imizin hikmetlerini nebiler vahiy yoluyla, diğer insanlar ise okuma ve yazma vasıtasıyla, yani eğitim öğretimle keşfederler. Eğitim öğretimin amacı işte bu çerçevede ideal insan yetiştirmektir. Bizim medeniyetimizde ise eğitim öğretimin ulvi gayesi, salih insan yetiştirmektir. Milletimizin inancına, değerlerine, tarihine, kültürüne uygun bir eğitim sistemi inşa etmeden hiçbir hedefe ulaşamayız. (…)”  (İletişim Başkanlığı-13.04.2019 tarihli konuşması.)

“Elde ettiğimiz başarılar önemlidir fakat buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum. Milletimizin evlatlarına iyi bir eğitim-öğretim vermek için yaptığı fedakarlığın büyüklüğü karşısında bulunduğumuz yer olmamız gereken yer değildir.” (https:// tr.euronews.com 2 04 2018)

İncelendiğinde görülecektir ki ismi bile manidar olan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, doğrudan Erdoğan’ın emri ve özel görevlendirmesiyle, özlemini duyduğu ve henüz gerçekleştirilememiş olmasından hicap duyduğunu defalarca kez ifade ettiği o “dindar ve kindar nesil yetiştirme” ‘ulvi’ amacına, artık ulaşmak gerektiği gayesiyle hazırlanmıştır.

Hazırlanmış olan bu “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, öngörülen ve tamamı daha katı/sıkı ve daha bir tek adam diktatörlüğünü pekiştirmeye dönük olan örneğin, temel işlevi her türden toplumsal hak arama, gösteri, yürüyüş ve miting gibi etkinlikleri, ‘iktidara karşı darbe/kalkışma’ yaftası altında yasaklayıp, olmadı, kanlı bir şekilde bastırmak olan şu “seferberlik ilan yetkisi”nin, her türlü hukuki denetim mekanizmalarının da dışına çıkarılarak, doğrudan Erdoğan’a verilmesi ve keza yine her türden düşünce ve ifade özgürlüğünü tamamen ortadan kaldıran ve bir nevi “cadı avı” ile toplumu tamamen susturmaya dönük şu “Etki Ajanlığı” yasası ve daha benzeri uygulamalarla birlikte düşünülecek olursa; gidişatın nereye olacağı ve nasıl vahim toplumsal geriye düşüş sonuçlarına yol açabileceğini öngörmek hiç de zor olmasa gerek.

İnşa edilmek istenen sistem belki klasik şekliyle katı bir şeriat modeli olmayacaktır; ama kesinlikle, özellikle de kültürel sahada, baskın olarak dini esasların dizayn ettiği, ‘modernize’ edilmiş bir şeriat rejimi olacaktır. Bu, Erdoğan’ın “kutsal davası” olup, ulaşmaya kilitlendiği ‘ulvi amacı’dır da.

Kendisinin de defaten dillendirdiği gibi; bu amaca ulaşmada “eğitim öğretim” diye ifade ettiği mevzu stratejik öneme sahip olup, hayatidir de. Erdoğan’ın bu ‘ulvi hedef’ ve ‘kutsal davası’nın yeni şiarı, bilindiği gibi: “Türkiye Yüzyılı”dır. O cenahın son dönemlerde ki kilit kavramıdır bu.

Yani asla sebepsiz değildir yeni eğitim-öğretim programının isminin “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olarak tercih ediliyor olması.

İçeriğine şöyle kabaca bir göz atıldığında, zaten esas olarak neyi amaçladıkları da bariz bir şekilde görülmektedir: Öncelikli olarak hedeflenen şey; eğitim-öğretim adına söz konusu olan her şeyin dini esaslar üzerinden tanımlanıp yorumlanmasıdır. Bu, eğitmen ve öğretmenlerin görev ve sorumluluğu olarak belirlenmiş. Ve haliyle bu, her türlü dini inanış ve hurafelere dayalı inanışı reddederek, bilim ve olgular esası üzerinden yürümesi gereken bilimsel eğitim modelinin tasfiye edilmesi önkoşulunu gerektiriyor ki yaptıkları da zaten budur.

Hazırlanmış olan ‘müfredat’ incelendiğinde, konulara ayrılan ders saatlerinin bile bunun gereğince düzenlendiği görülecektir. Örneğin biyoloji 88, tarih 76, hayat bilgisi 84, Türkçe 288, fizik 114, kimya 113, felsefe 67, insan hakları dersi 30 saat iken; din dersi 572 saattir. Ve yukarıda da vurgulandığı gibi, diğer tüm derslerin dini esaslar referansıyla anlatılıp, yorumlanması da şart ve zorunlu kılınıyor.

Burada ki çok önemli bir diğer hususu ise; toplumun neredeyse dörtte birini oluşturan Alevilerin inanışlarıyla asla bağdaşmayan, keza farklı mezhep ve dinlere mensup ve keza ateist ve deist kesimlere; ‘dini esaslar’ kisvesi altında İslam’ın Sünni mezhebinin öngördüğü esasları zorla dayatmak ve bu kesimlerin çocuklarının kafasını bunlarla şekillendirmektir ki bu, her şeyden önce de fikir ve inanç özgürlüğüne aykırıdır. Öte yandan bütün bunların devlet resmiyetiyle yapılacak olması da tüm bu alanlarda net bir şekilde nötr olması gereken ‘modern devlet’ biçimlerinden olan cumhuriyet rejiminin temel esaslarının başında gelen laisizm ilkesinin de fiilen iptal edilmesi sonucunu doğuracaktır.

Dini esasların devlet eli ve zoruyla toplum yaşamına dayatılması değilse şeriat, başka nedir ki?

Bu proje ile, (sorunlu ve yarım yamalak haliyle de olsa) toplumsal barış ve huzurun bir nebze de olsa sigortası olagelen laisizmin tümden ortadan kaldırılacak olmasına ve de bir toplumun geleceğinin ifadesi olan genç nesillerin beyinlerinin çalınacak olmasına sessiz kalmak, ya da edilgen bir tepki ile yetinmek; açıkça belirtmek gerekir ki bedeli son derece ağır tarihi bir suçu işlemek olur.

Bu tarihi suçu işlememek ve işlenmesine de izin vermemek için; bilimsel eğitimden, inanç ve fikir özgürlüğünden, laisizm ve seküler yaşamdan yana tüm siyasi parti, sendika ve diğer sivil toplu kuruluşları, Alevi toplumunun tüm kurum ve kuruluşları ve toplumun tüm demokratik kesimlerinin; “bilimsel eğitim hakkı ve laisizmin korunarak geliştirilmesi” ortak paydasında organize olarak güçlü bir barikat örmesi, ertelenemez/ertelenmemesi gereken tarihi bir görev ve sorumluluktur.

 

4373

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar