TKP-ML MKSB: Katledilişinin 48. Yıldönümünde Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı Anıyoruz!

Yangını o başlattı harlamak bizde,alazlanalım!
Başkan Mao’nun “Yangını ben başlattım” çağrısıyla başlayan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin alazları coğrafyamıza ulaştığında, sınıf mücadelesi ve kitle hareketleri içinde çelikleşen genç bir komünist önderi ortaya çıkardı: İbrahim Kaypakkaya!
O, içinde yaşadığı toplumun başlıca çelişkilerini isabetlice tespit edebilmiş, sınıf mücadelelerin nereye evrildiğini fark etmiş, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumu ve tarihinin ana hatlarını analiz edebilmiş, uluslararası komünist hareketin teorisiyle sentezleyebilmiştir. Onun komünist bir önder olarak ortaya çıkmasına neden olan, coğrafyamızdaki sınıf mücadelesi ve kitle hareketlerinin içinde bizzat yer alması ve buradan çıkardığı sonuçları uluslararası komünist hareketin günümüzde ulaştığı en yüksek aşama olan Maoizm’le birlikte değerlendirmesidir. Bu yönü onu, döneminin diğer devrimci önderlerinden temelden ayırır. Bu anlamıyla Kaypakkaya, Türkiye Devrimci Hareketi’nin 1971 Silahlı Devrimci Çıkışı’nın komünist yüzünü temsil eder.
İbrahim Kaypakkaya’nın belirleyici ve örnek alınması gereken özelliği, pratiğe, sınıf mücadelelerine, kitle hareketine yaklaşımıdır. O, günümüzde partimizin programına kaynaklık eden temel tezlerini ileriye sürerken, doğrudan mücadelenin içinde olmuş, pratikte deneyimlediklerini analiz etmiş ve MLM bilimiyle sentezleyebilmiştir.
Aradan yarım asır geçtikten sonra bile onun ileriye sürdüğü tezlerin güncel olması bu nedenledir. Kaypakkaya partimizin temellerini atarken sınıf mücadelesinin pratiği içinde, kitle hareketlerinin ateşinde, dağ başlarında saf tutmuş ve teorisini oluşturmuştur. Onun komünist bir önder olarak ortaya çıkmasına yol açan belirleyici etken yöntemidir. Bu gerçeği es geçen, küçümseyen, görmemekte ısrar eden ya da onun tezlerini değişmez birer dogma olarak propaganda edenler aslında ona en büyük zararı vermektedir.
Kaypakkaya’yı komünist yapan onun meselelere diyalektik materyalist bakış açısıyla bakması, pratikte devrimci olması ve gerçeği olgularda arama ilkesine sıkı sıkıya sahip çıkmasındandır. O, her şeyden önce pratikte devrimcidir ve bütün yaşamına abartısız bu gerçek damga vurmuştur. Diğer tüm tezleri bu öz üzerinden yükselmiştir.
Kaypakkaya yoldaşın Amed Zindanı’nda aylarca süren işkence sonucunda kurşunlanarak katledilmesinin üzerinden 48 yıl geçti. Önder yoldaşın kaybından sonra geçen zaman diliminde gerek dünyada ve gerekse de ülkemizde önemli gelişmeler oldu. Kaypakkaya’nın temellerini attığı partimiz mücadelesini kesintisiz bir şekilde sürdürdü; onun yükseklere çektiği komünizmin kızıl bayrağını dalgalandırılmaya devam etti.
Gerçeği Olgularda Arayalım, Pratikte Devrimci Olalım!
Günümüzde emperyalist-kapitalist sistemin aşırı kâr hırsına ve sömürüye dayalı, insanlık dışı bir sistem olduğu koronavirüs salgınıyla birlikte daha bir görünür oldu. Örneğin kapitalist emperyalist sistem açısından bilimin insanlığın hizmetinde değil kapitalistlerin kâr hırsına hizmet ettiği gerçeği, virüs karşısında geliştirilen aşıların “patent hakkı” gerekçesiyle yaygın üretiminin engellenmesinde görülebilir. Bugüne kadar salgın sonucunda 3 milyonu aşkın insan ölmüştür. Bu insanların kapitalizmin neo-liberal politikaları sonucunda özelleştirilen sağlık hizmetine erişmekte sorun yaşayan işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri olduğu çok açıktır. Deyim yerindeyse salgın, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının ve ezilen yoksul halkların katledilmesi için kullanılmış-kullanılmaya da devam eder durumdadır. Dünya çapında bir avuç emperyalist kapitalist daha da zenginleşirken, milyarlarca insan açlık, susuzluk, işsizlik ve yoksulluk koşullarında yaşamaya mahkum edilmiştir ve salgın bu eşitsizliği daha da artırmış, görünür kılmış durumdadır. Diğer yandan bu gelişmeler, dünya çapında halk isyanlarının ve devrimlerin koşuları daha da olgunlaşmıştır.
Benzer durum ülkemizde de yaşanmaktadır. Salgınla birlikte derinleşen ekonomik kriz, beraberinde Türk hakim sınıfları ve onların sözcüleri AKP-MHP iktidarının, işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırısını artırmıştır. Salgını bir fırsat olarak gören egemenler, “çarklar dönmeli” diyerek işçi sınıfını ve emekçi halkı, “açlık ya da virüs” ikileminde bırakmış, ölüme terk etmiştir. Bu uygulamalarına karşı gelişen her türden mücadeleyi ve itirazı ise “salgın” gerekçesiyle engellemeye, yasaklamaya çalışmış, faşist terörle yanıtlamıştır.
Salgınla birlikte ekonomik kriz daha da derinleşmiştir. Bu durum, işçi sınıfı ve emekçi halkın daha da yoksullaşmasına, işsizliğin ve açlığın, intiharların artmasına neden olmuştur. Faşizm bu gerçekliğin farkında olduğu için başta işçi sınıfı olmak üzere Kürt ulusuna ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+’lara, gençlere, Aleviler başta olmak üzere azınlık inançlara, doğasına ve geçim kaynaklarına sahip çıkan köylülere yönelik saldırılarını artırmıştır.
Ancak faşizmin tüm saldırganlığına rağmen sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir. Lokal ancak yaygın işçi direnişleri, emekçilerin dışavuran öfkesi, kadın ve LGBTİ+’ların “İstanbul Sözleşmesi”nde somutlanan mücadelesi, Kürt ulusunun özgürlük isyanı, gençliğin başeğmez direnişi, köylülerin mücadelesi devam etmektedir.
TC faşizmi iç politikada yaşadığı sıkışmayı, sınırları dışında askeri işgal ve ilhak politikalarıyla aşmaya çalışmaktadır. Bu durum, iç politikada ırkçılık ve şovenizmin körüklenmesine, sınır dışında ise başta Rojava ve Irak Kürdistanı olmak üzere işgal ve ilhak saldırılarının sürdürülmesine neden olmaktadır. TC sadece ülke içinde değil, tüm Ortadoğu coğrafyasında halklar için bir tehdit, katliam aygıtı olarak hareket etmektedir. Bu gerçeklik, ülke içinde ve dışında çelişkileri keskinleştirmekte, sınıf mücadelesi sertleşmektedir. Kaypakkaya’nın ifadesiyle “önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri vardır”.
Bu koşullar altında İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak demek, hangi mücadele alanında, nerede olursak olalım onun devrimci yöntemini hayata geçirmektir. Yoldaşın “pratikte devrimci olma ve gerçeği olgularda arama” ilkesinden hareketle, sınıf mücadelesinin engin denizine atılmak, onun görüşlerini bu mücadele sahalarına taşımak anın devrimci görevi olarak öne çıkmaktadır. Her biri farklı mecralarda akar gibi görünse de özünde TC faşizmine ve kurulu düzene yönelen tüm mücadelelerle birleşmek ve bu mücadeleleri iktidar bilinciyle donatmak görevimizdir.
Bu görev aynı zamanda birleşik devrimci mücadeleyi örgütlemenin ve yükseltmenin de aracı olarak görülmelidir. ’71 Devrimci Çıkışı’nın ve onun önderlerinin öne çıkan özelliklerinden biri olan, ayrı ayrı örgütlenmeler kursalar da devrimci dayanışmayı ve ortak devrimci pratikleri örgütleyen hesap soran pratikleri ardılları olarak bizlere örnektir. ’71’in devrimci ruhu Kaypakkaya yoldaşı anarken yeniden yükseltilmelidir.
Bulunduğumuz bütün alanlarda, sınıf mücadelesinin engin denizine atılalım, kitle hareketleriyle ilişkilenelim, bu hareketlerin içinde yer alalım, örgütlemeye ve önderlik etmeye çalışalım.
Kaypakkaya yoldaşı yaşatmaya devam edelim!
Katledilişinin 48. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür!
Yaşasın Partimiz TKP-ML, Önderliğindeki TİKKO, KKB, TMLGB!
TKP-ML MKSB
Mayıs 2021
Son Haberler
Sayfalar

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK
„Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.“[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)
Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!
14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)
Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet
Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.
Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir
Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede
Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)
Ah.... çocuklar... ahh....
Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....
İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....
Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR
Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.
“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)
Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.