Perşembe Mayıs 2, 2024

1 Mayıs'in ardından ya da Kitleleri Kazanma Siyaseti

2017 1 Mayıs’ı bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha yagın bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde kutlanmıştır. Bu, sermaye devletinin faşist tek adam diktatörlüğüne bir karşı koyuştur, aynı zamanda. Aynı zamanda, referandum’da yapılan hileye ve düzen partilerinin durumu olağanlaştırma çabalarına karşı işçi sınıfı ve emekçiler açısından olumlu bir tepkisel karşı çıkıştır.

1 Mayıs’ta her sınıf kendine uygun tavrı aldı. Sarı ve devletin güdümündeki sendikalar, mümkün olduğunca işçi sınıfını sınıf politikasından uzaklaştırma ve sermayeye boyun eğici, itaat edici gösteriler sergiledi. İlerici ve devrimci güçler ise faşist sisteme karşı eylemliklerin içine girdiler. Ancak, burada da eleştirilecek yanlar vardı. Özellikle kendine sosyalist, komünist diyen bazı devrimci parti ve grupların mücadele biçimlerine yaklaşımları ele alınacak konuların başında gelmektedir. Bu konu, salt bu 1 Mayıs’a özgü olmayıp bir genelleme gösterdiği için önem taşımaktadır.

Sınıfa Rağmen Taktik

Her sınıfın kitleleri kazanma siyaseti, kendi sınıf çıkarlarına göre belirlenir. Burjuvazinin kitleleri kazanma siyaseti; kitlelerin somut taleplerinin bastırılması ve burjuva taleplerin öne çıkarılarak bunların kitlelerin talepleriymiş gibi sunulmasıdır. Bu bağlamda, burjuvazi soyut taleplerle kitlelerin karşısına çıkar.

Komünistlerin kitle siyaseti ise, kitleleri kendi somut talepleri etrafında örgütlemek ve bu taleplerin kazanılması için mücadele etmelerini sağlamaktır. Buradaki kitle siyaseti, işçi sınıfının siyasetidir. Sorunun esası işçi sınıfının kazanılması ve bunun yanında onun bağlaşıklarının kazanılması gelir.

İşçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının somut talepleri etrafında olabilir. Bu talepler, genel anlamda, işçilerin ekonomik ve demokratik talepleridir. Bugün TC devleti, işçilerin tüm kazanılmış haklarını gasp etmiş durumdadır. Bugün işçilerin kıdem tazminatı gasp edilmek isteniyor. Bunun yanında tüm sosyal haklardan yoksun çalışma biçiminin genişletilmesi. Taşeronlaşma sorunu vs. Ve bireysel emeklilik sigortası adı altında yeni bir emeklilik yasasını çıkarılması ise, işçilerin bütünüyle sosyal haklardan yoksun bırakılmasının bir başka biçimi olarak yürürlüğe sokulmuştur.

Bu tür ekonomik ve demokratik hakların yanında siyasal haklarında işçilerin elinden alınması olgusu yaşanmaktadır. İşçi hareketinin gerilediği süreçlerde, sermaye devleti, yasaları, işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik çıkarır. Deyim yerindeyse tam kölelik yasalarını yürülüğe sokar. Bugün durum böyledir. Buna karşı işçilerin göstermesi gereken karşı tavır maalesef oldukça çok geri düzeydedir. İşçi sınıfının bu tavırsızlığı, sosyalistlerin işçiler içindeki çalışma ve örgütlenmesiyle de doğru orantılıdır.

İş yerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün ağırlaştırılması. Yaygın mobbing uygulamaları, işten atmaların yagınlaştırılması. Gelinen aşamada, artık birer işyeri katliamına dönüşen “iş yeri kazaları”, “sözleşmeli” adı altında çalıştırılarak bütün sosyal haklardan mahrum bırakılması, sendikal hakların budanması vb. gibi işçiler aleyhine ağır bir süreç yaşanmaktadır.

Burjuvazi, 21. yüzyılda, işçi haklarında 1800’lerin başlarına dönmüş durumdadır. İşçi haklarından 200 yıl bir geriye gidiş sözkonusudur. Kapitalizm geliştikçe işçi hakları da ona koşut gelişmiyor ve tersi yönde bir gelişme gösteriyor. Bu gelişme biçimi kapitalizmin genel karakteristiğidir. Yoksullaşma ve hak gaspları sermaye birikimine ters oranda gelişir.

İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek temel talebi ise, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Ancak bu, işçilerin –şimdilik- bilinçli olarak gündeme getirdiği bir talep değildir. İşçilerin çoğunluğu sosyalizm talebini bilinçli olarak gündeme getirdiklerinde devrim günleride kapıda demektir. Komünistler, işçilerin yukarıdaki taleplerinin yanında esas olarak sosyalizm bilincini vermesi gerekiyor. Ancak, yukarıdaki somut talepler savunulmadan soyut talepler işçiler açısından bir şey ifade etmeyecektir.

Siyasi taleplerin başında sömürünün ortadan kalkması gelir. Kapitalist sisteme karşı, sömürüsüz bir sistem olan sosyalizmin savunulması ve gerçekleştirilmesi mücadelesi vardır. Komünistler, işçilerin sosyalizm talebini sahiplenmeleri için, işçilerin en geri taleplerine de sahip çıkmak zorundadırlar.

İşçilerin devrim istemediği bir yerde sadece “tek yol devrim” demek ve bunu işçilerin şimdiki somut talebiymiş gibi sunmak ve buna göre eylem biçimleri geliştirmek, işçilerden uzaklaşmaktır. Kıdem tazminatların ortadan kaldırılmasına, taşeronluğa, mobbing uygulamalarına, işten atamalara, işsizliğe karşı çıkmadan, sosyalizm talebi canlı ve güncel bir talep haline getirilemez.

Sınıf hareketinin geri olduğu süreçlerde, en ileri eylem biçimini dile getirmek ve bu eylemi salt öncülerle gerçekleştirmek, öncünün adına hareket ettiği kitlelerden kopması demektir. Eylem biçimleri somut koşullara göre belirlenir. Öncünün öznel istemlerine göre değil.

Bu bağlamda 1 Mayıs 2017’de, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin ve ilerici (reformist) örgüt ve küçük burjuva partilerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı Taksim yerine Bakırköy’de kutlamalarına karşı, bir çok örgütlerin ise Takism’de kutlamak istemleri, sorunu mücadele biçimlerinin belirleyen somut koşullar tartışmasına getirmiştir.

Sınıfla Birlikte Mücadele

Faşist hükümet, 1 Mayıs’ın Takism’de kutlamasına izin vermemiştir. Buna karşın, DİSK, KESK, TMMO, TTB vb. gibi sendika ve kitle örgütlerin yanında, HDP, HDK, EMEP, ÖDP gibi partilerin yanı sıra CHP istanbul İl örgütü’de 1 Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamıştır.

Bakırköy’de kutlanan 1 Mayıs gösterilerine, büyük bir çoğunluğu işçi olan binlerce insan katılırken, Takism’deki korsan gösteriye birkaç yüz kişiyi geçmeyen devrimci işçi katılmıştır. Devrimcilerin, kitlelerin yoğun olarak katıldığı Bakırköy yerine çok az kitlenin katıldığı Takim’i seçmeleri, kendilerini kitlelerden soyutlama eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Geniş yığınları, kendilerinin “reforumcu” dedikleri kesimlerle başbaşa bırakanların Taksim eylemleri, kendilerini kitlelerden uzaklaştırma olarak ortaya çıkmıştır.

Evet, Takism’de diretmek ve oraya çıkmak daha ilerici ve radikal bir eylem. Ancak, koşullar dikkate alınmadan her radikal eylemin devrimci olduğu söylenemez. Kitlelerden kopuk radikal “devrimci” eylemler, o somut anda küçük burjuva solculuğunun ötesine geçemez. Taksim eylemi de küçük burjuva solculuğu olarak oratak çıkmıştır. Bir avuç öncünün devletten intikam alması şekline dönüşmüştür.

Soyalistler, işçi sınıfından tecrit olmak istemiyorsa, kendi sosyalist sloganlarını işçilere duyurmak ve işçilerle daha yakın ilişki kurmak istiyorsa, işçilerin olduğu yerde olmalıdırlar. Oysa, Bakırköy’de işçiler ve emekçiler vardı. Burası, tamda sosyalist sloganların atılacağı, işçilere sosyalist propagandanın yapılacağı –bildiri ve pankartlarla- yer iken, kitlerden uzak, polisin kriminalize etmek istediği yerin seçilmesi, somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimiyle ters bir ilişki içine girilmiştir.

Eğer, devlet, 1 Mayıs’ı bütünüyle yasaklasaydı, Taksim’de diretmek ve oraya çıkmak için mücadele etmek doğruydu. Çünkü, bu yasağın delinmesi ve devrimci iradenin ortaya konması gerekiyordu. Ancak, durum böyle değildi. Kitlelerin peşinde sürükleyenler, Bakırköy demişti. Sosyalistlerinde kitlelerin olduğu yerde, Bakırköy’de olması gerekirdi. “Düzenin icazeti altında” lafları, küçük burjuva solculuğun somut koşulları gözardı etmesinin bir dışa vurumudur. “Düzenin icazeti” parlamento seçimlerine katılma ya da işçi ücretlerinin artırılması mücadelesi içinde geçerlidir. İşçilerin ücretlerinin arttırılması vb. gibi ekonomik mücadelelerde reformist taktiklerdir, ama sosyalistler bu tür taktikleri geliştirmek ve işçilerin bu haklı taleplerini desteklemek zorundadırlar. Komünistler, mücadelelerini reformizmin sınırlarıyla sınırlamazlar, tersine mücadeleyi daha ileriye taşıyabilmek için, bu tür reformist mücadele biçimleri içinde devrimci bir rol oynarlar.

Sendikaların ve diğer küçük burjuva reformist partilerin Taksim’de diretmemeleri elşetirilir ve teşhir edilir. Bu ayrı bir konu. Ama ortada, komünistlerin iradesi dışında somut bir durum gelişmiştir. Komünistler mücadele biçimlerini bu somut duruma göre belirlemek durumundadır. Devrimci durumun yüksek olduğu ve işçi sınıfının mücadelesinin ileri bir düzeyde olduğu bir süreçte Taksim’e çıkmamak “sağcılık” ve de “pasifizm” olur. İşçilerin ezici çoğunluğunun böyle bir talebinin olmadığı bir koşulda, “pasifizmi yıkacağız” anlayışıyla işçiler adına hareket etmek, sınıftan kopmayı da beraberinde getirir. Bu, işçileri nesne yerine koymaktır.

İşçilerin ekonomik demokratik taleplerini desteklemek, savunmak ve bu uğurda mücadele etmek reformizm değil, işçilerin kazanılması, örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için gerekli mücadele aşamalarıdır. Bunun yanında, işçilere politik bilinci vermek ve düzeni her yönüyle teşhir ederek, bunları yaratan sistemin kapitalizm olduğunun propagandasını en üst seviyede yapmak ve onlara kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu göstermek, komünistlerin olmazsa olmaz temel görevleri arasındadır.

Komünistler, kitleler içinde çalışırken pedagojik bilgilerle de kitleye gidecek, ancak işçi sınıfının geneline yaklaşırken, elbette politik bilinci ve politik görevleri esas alacaktır. İşçi sınıfına politik bilinç ve görevleri götürmek, onların çok ilerisinde politik eylemlerle karşılık vermek değildir. Salt ekonomik-demokratik haklar için mücadele eden reformistler ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım; temel sosyalist politikanın işçilere götürülmesinde yatar. En ileri politik eylemlerin içinde işçiler yer alabilmelidir.

Örneğin, Genel grev koşulları olmadan ve işçiler buna hazır olmadığı halde bu sloganı işçilere götürmek ve bunda diretmek solculuktur. Aynı şekilde, belli politik ya da işçilerin ekonomomik-demokratik haklar için genel grev koşulları varsa ve bunda başarı şansı büyükse, bu sloganı ileri sürmemek ise sağcılıktır.

Küçük burjuva solculuğu ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım ise, kendini daha çok mücadele biçimlerinde gösterir. Küçük burjuva solculuğu kitlelerin ruh halini dikkate almadan örgütlü devrimci militanların ruh haline göre mücadele biçimleri belirler. Taksim’e çıkma olayı da bu politik yaklaşımın ürünüdür.

Reformizm işçi sınıfını sağa çekerken, küçük burjuva solculuğu da işçi sınıfından uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü küçük burjuva solculuğu için eylemin öznesi işçi değil kendisidir.

Bazı durumlarda kitleler kazanamayacağı eyleme girebilir. Kitlelerin, ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak eyleme kalkışması önelenmiyorsa, komünistler bu eylemin en önünde yer alırlar. Amaç, kitlelerin daha ağır yenilgi almasını önlemek ve yenilgi sonrası moral bozukluğunu azaltabilmektir. Bu tür eylemlere Bolşevikler1 sıkça tanıklık etmişlerdir. Ya da Marx’ın Paris Komüni için söyledikler... Komün’ün yenileceğini bildiği halde Marx, işçi sınıfının bu tarihsel kalkışmasını alkışlamış ve desteklemiştir.

Devrimlerin hazır reçetesi olmadığı gibi mücadele biçimlerinin de hazır reçetesi yoktur. Mücadele biçimleri somut koşulların somut tahlilinde ortaya çıkar. Koşulların tersi bir politika, kitleleri kazanmayı değil, kaybetmeyi koşullar. Devrimci radikallik, koşulların ruhuna uygun ve onu ileri taşıyacak bir rol oyanayabilirse devrimci bir rol oynar. 06.05.2017

40995

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Rojava’dan bir Partizan: “Yıldızlara gömülen, bilincimize kazınan halk ordusu savaşçıları ölümsüzdür!”

Emeğin, özgürlüğün, halkın düşmanları bir keza daha gerillaya saldırarak onları teslim alıp diz çökerteceğini düşündü. Bir kez daha barbar ve katliamcı yüzünü gösteren faşist TC ordusu, mazlumların özgürlük diyarına Dersim’e, direniş kalesi Aliboğazı’na son zamanların en kapsamlı, en kıyıcı operasyonunu gerçekleştirdi. En modern silahları ve en üstün tekniği kullanarak gerillayı yaşam ve direniş alanlarından koparmak istedi. Ancak hesapları tutmadı, umduklarını bulamadılar. Egemenlerin imha ve yok etme hesaplarını gerillaların kahramanca direnişi bozdu.

Sefagül Kesgin’in kaleminden “Aliboğazı’nda izler, tanıklar…”

2 Şubat 2011 tarihinde 4 kadın yoldaşıyla birlikte Aliboğazı’nda şehit düşen TKP/ML Merkez Komitesi Üyesi ve TİKKO Siyasi Komiseri Sefagül Kesgin tarafından 2010 kışında Aliboğazı’nda kaleme alınmıştır.

 

Aliboğazı’nda izler, tanıklar…

Hayaller gerçektir. Gerçekten süzüldüğü için!

Hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için!

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Teslim olmayacağız!

Sanatçısına ,yazarına,siyasetçisine,aydınına düşman bir devlet yeryüzünde hangisidir denildiğinde,kuşkusuz ilk akla gelen TC devleti olacaktır..Bu düşmanlık ve zulüm 1915 ile başlamış artarak bu güne gelmiştir.Kendinden olmayanı ayrı düşüneni hiç tereddütsüz öldürmüştür.Bir gece evlerinden alınan müzikolog olan Gomidas Vartabed,Özgürlük Savaşımı gazetesi yazarı Nerses Papazyan,mizah dergisi yazarı Krikor Torosyan,Emek gazetesi yazarı Sarkis Parseğyan,Vatanın sesi yazarı Levon Larents...gibi sayıları yüzlere varan basın emekçileri ölüm yolculuklarında dağbaşlarında vahşice öldürülenlerden sa

Sana Gelen Ölüm Bana Gelsin,

"Artık tribünden sahaya in ve siyasi bir harekette yer al," diye yazıyor bazı okurlar bana. Aslında tribünde değilim, sahaya atlamak için kenarda heyecanlı bir bekleyiş içindeyim. Ateşin ve zulmün kol gezdiği o sahada her türlü zulme ve cefaya göğüs germeye çalışarak tarihi görevimi yerine getirmek istiyorum. 

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Sayfalar