Salı Mayıs 14, 2024

20. Yılında 19 Aralık Hapishane Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!

2000 yılında F Tipi hücre sistemine karşı başlayan açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştürülmesiyle büyüyen direniş, hapishane duvarlarını aşarak dışarıda da direnişe dönüştü.

Hapishanelerde ve dışarıda büyüyen direnişin bastırılması ve ardından hücre sistemine geçilmesi hedefiyle faşist diktatörlük, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye birden saldırdı.

Binlerce özel tim ve polis eşliğinde; kimyasal gaz, ağır silahlar ve bombalarla düzenlenen bu kanlı operasyonda, 28 devrimci tutsak katledilirken, yüzlerce tutsak da geriye dönüşü olmayacak şekilde sakat kaldı.

Saldırıda ölümsüzleşen Ahmet İbili, Ali Ateş, Ali İhsan Özkan, Alp Ata Akçayüz, Aşur Korkmaz, Berrin Bıçkılar, Cengiz Çalıkoparan, Ercan Polat, Fahri Sarı, Fırat Tavuk, Fidan Kalşen, Gülser Tuzcu, İlker Babacan, İrfan Ortakçı, Murat Ördekçi, Murat Özdemir, Mustafa Yılmaz, Nilüfer Alcan, Özlem Ercan, Seyhan Doğan, Sultan Sarı, Şefinur Tezgel, Ünsal Gedik, Yasemin Cancı, Yazgülü Güder, Öztürk, Halil Önder, Hasan Güngörmez ve Rıza Poyraz’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Bu saldırı Türkiye hapishanelerinin en büyük, en zalim ve en vahşi katliamı olarak tarihe geçti.

Ama aynı zamanda faşizmin tüm silah ve asker üstünlüğüne karşın devrimci iradenin, düşmanı nasıl yenilgiye uğrattığını gösteren süreçlerden biri de oldu.

Faşizm, hapishanelere yaptığı bu operasyonla direnişi “bitireceğini ve toplumsal muhalefeti ezeceğini” hesaplamış, ancak Bülent Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümeti amacına ulaşamadığı gibi, tutsakların direnişi saldırı sonrasında da devam ederek uluslararası bir boyut kazandı.

Faşizmin, F Tipi hücre hapishane sistemine geçerek 20 yıldır tutsaklara karşı uyguladığı izolasyon ve tecrit uygulaması, 20 yıldır teslim alamadığı devrimci tutsakların da görkemli direnişi “fiili direniş” temelinde hala devam ediyor.

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, katliamın üstünü örtmek için “askerle çatışmaya girdiler”, “kendi aralarında çatıştılar” gibi yalanlar üretse de, faşist diktatörlüğün kendi atadığı “bilirkişi” raporlarında bile ”silahlı bir direniş olmadığı, koğuşlarda silaha rastlanmadığı ve atışların tümünün dışarıdan içeriye doğru yapıldığı” belirtiliyordu.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise “IMF politikalarını hayata geçirirken sokağa, sokağa hakim olmak için ise cezaevlerine hakim olmalıyız” açıklamasıyla, 19 Aralık katliamının emperyalist efendilerinin emriyle yapıldığını itiraf etmişti.

19 Aralık hapishaneler katliamı adım adım örüldü

Türkiye’de hapishaneler her zaman devrimci direnişin kaleleri olmuştur. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi iş başına geldiğinde en fazla hapishanelere saldırmış ve hapishanelerin teslim alınmasını dışarının da teslim alınmasıyla eşit gören cunta, Metris, Diyarbakır ve Mamak hapishanelerini pilot bölgeler olarak seçmiştir. Onlarca devrimci ve yurtsever tutsak hapishanelerde işkencede katledilmiş, yanı sıra 1981-1995 yılları arasında ölüm oruçları, açlık grevleri ve direnişlerde en az 150 devrimci tutsak hayatını kaybetmiştir.

Ocak 1995’e gelindiğinde ise, dönemin Doğru Yol Partisi ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti ortak koalisyonu (Murat Karayalçın-Tansu Çiller) hükümeti Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Cezaevlerinin tutukluların eğitim kampı olmaktan çıkarılması” kararı alınıp, bu karar doğrultusunda hapishanelere sistematik olarak yeni bir saldırı dönemi başlatılmıştır.

Karayalçın-Çiller hükümetinin ilk saldırısı 18 Eylül 1995’de İzmir Buca Hapishanesi’ne yapıldı. Buca Hapishanesi’ndeki devrimci tutsakların yaşam koşullarının düzeltilmesi için başlattıkları sayım vermeme eyleminin 4. gününde özel harekat timleri ve asker bombalarla tutsaklara saldırmış, 3 tutsak katledilirken 47 tutsak ise yaralanmıştı.

Buca saldırısından 3 ay sonra 13 Aralık 1995 tarihinde de, Ümraniye Hapishanesi’ne saldıran faşist diktatörlük 4’ü ağır olmak üzere 70 tutsağı yaraladı. Bununla yetinmeyerek, 4 Ocak 1996’da aynı hapishaneye yapılan saldırıda 4 tutuklu katledilirken 40’dan fazla tutuklu ise ağır yaralandı.

1996 yılında kurulan Refahyol koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın, 6 Mayıs 1996’da yayınlanan “Mayıs Genelgesi” ile F Tipi hücre hapishanelerine geçileceği açıklamasından sonra Eskişehir F Tipi Hapishanesi açıldı. Akabinde İstanbul hapishanelerindeki tutsakların Eskişehir F Tipi Hapishanesi’ne götürülmesi kararı alındı.

Mehmet Ağar bu kararı “Cezaevlerini hizaya getireceğiz” şeklinde açıklayarak, yapacakları katliamların startını vermiş oldu.

Devrimci tutsaklar ise, F Tipi hücre hapishanelerini ”tabutluk” olarak ilan edip 26 Mayıs 1996 tarihinde açlık grevine başladılar. 2.174 devrimci tutsağın katıldığı açlık grevi, genelgenin geri çekilmemesi üzerine ölüm orucuna dönüştürüldü ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın tüm anti-propagandalarına rağmen devrimci tutsaklar geri adım atmadı.

Ölüm orucunda 12 devrimci tutsak hayatını kaybetti ve hükümet bu direniş karşısında “Mayıs Genelgesi”ni geri çekmek zorunda kaldı.

Genelgenin geri çekilmesinin ardından Refahyol Hükümeti yeni saldırı planlarıyla katliamlarına devam etti. 24 Eylül 1996’da Amed Hapishanesi’ne saldıran faşist diktatörlük, 10 yurtsever tutsağı katletti, 24 tutsak ise ağır yaralandı.

1999 yılında ise Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve MHP ortak koalisyon hükümeti, 26 Eylül 1999’da, Ankara Ulucanlar Hapishanesi’ne saldırarak 10 devrimci tutsağı katletti.

İçerde artan baskı ve yıldırma operasyonlarına karşı direnişe geçen hapishanelerden biri de Burdur oldu. 5 Temmuz 2000’de direnişteki tutsaklara saldırıldı; Veli Saçılık’ın kolu hapishane duvarını kıran dozer tarafından koparıldı, onlarca tutuklu ise ağır yaralandı.

Devrimci tutsaklar giderek artan saldırılara karşı başlattıkları açlık grevi direnişini, 2000 yılının Ekim ayında ölüm orucu eylemine dönüştürdüler ve direniş tüm Türkiye hapishanelerini sardı.

Faşizm direniş karşısında çaresiz kaldı ve 19 Aralık 2000 tarihinde saldırıya geçti.

Tutsakların Fiili Direnişi Devam Ediyor!

Türkiye yarı sömürge bir ülke olarak her zaman emperyalistlerin dümen suyunda gitmiş, 1923 yılından bu yana, hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak emperyalizme bağımlı olmuştur.

Hükümete hangi burjuva klik gelirse gelsin emperyalistlerin önlerine koyduğu programı uygulamak zorundadır. Yarı sömürge olmanın doğrudan sonucu olan bu durum, ülkemizde faşizmin sürekli olmasının da nedenidir.

Hakim sınıflar yükselen her muhalefeti, devrimci yükselişi ve halk ayaklanmalarını şiddet ve zorla bastırmışlardır. Yukarıda da vurguladığımız gibi hapishaneler bu durumun en önemli kanıtlarındandır.

2000 yılında F Tipi hücre sistemine geçilmesinden bu yana hapishanelerde işkence, baskı ve hak gaspları kesintiye uğramadan devam etti. 2002 yılında iş başına gelen AKP’ye gelecek olursak, AKP kendinden önceki hapishane politikalarını olduğu gibi devam ettirdi.

Öyle ki, bu 18 yıllık iktidarı döneminde hapishaneler işkence merkezlerine dönüştürüldü. Sadece 2020 yılında hapishanelerde 49 tutsak hayatını kaybetti, 600’ün üzerinde devrimci tutsak ise yaşam mücadelesi veriyor.

Onlarca devrimci tutsak, “hapishanede kalamaz” raporu olduğu halde, AKP iktidarı tarafından serbest bırakılmıyor.

Sonuç olarak devrimci tutsakların direnişi, AKP iktidarının da saldırıları devam ediyor. Pandemi ile birlikte hapishanelere yönelik saldırılarına farklı biçimlerde devam eden AKP, salgın nedeniyle dayatılan uygulamaları da kalıcı hale getirmenin derdinde.

Bu dönemde İHD tarafından hazırlanan raporlar tutsakların sessizlik içinde ölüme terk edilmek istendiğini ortaya koymakta. Örneğin Nisan-Mayıs-Haziran 2020 tarihli Marmara raporunda, “Bu üç ay boyunca mahpuslara yönelik fiziki saldırılar, tehdit, darp ve işkence devam etmiştir. COVİD 19 salgınıyla mahpuslara yönelik keyfi uygulamalar ve ihlaller had safhaya çıkarılmıştır. Karantina adı altında hücre cezaları normalleştirilmiş, bütün sosyal haklar kaldırılmış tecrit ve izolasyon derinleştirilmiştir. Aile ve avukat görüşleri yasaklanmış, hastane sevkleri iptal edilerek mahpusların tedavi olanakları tamamen ellerinden alınmıştır. Deyim yerindeyse mahpuslar bu süreçte gözlerden uzak ölüme terk edilmiştir. Birçok hapishanede saldırılar, hak gaspları, baskılar, haksız ve yasalara aykırı uygulamalar rutin hale getirilmiştir. Disiplin cezaları, süreli-süresiz yayınlar ve kitap yasakları ile mektup yasakları, resmi kurumlara yazılan yazılar ve suç duyurusu dilekçelerinin gönderilmemesi, sohbet ve spor haklarının kullandırılmaması yanında hapishane kantinleri kapatılmış, açık olan kantinlerde ise çeşit azlığı ve fahiş fiyatlar uygulanmıştır” denilmektedir.

2000 yılında yaşanan katliamdan tutalım da, askeri cunta dönemindeki saldırılara kadar her dönemde hapishaneler iktidarların, devletin odak noktalarından biri olmuştur.

Bu yüzden her dönem olduğu gibi bu dönemde de her faaliyetin bir başlığı hapishaneler ve devrimci tutsaklar olmak zorundadır. Hapishaneler her zamankinden daha fazla dışarıdan desteklenmek durumundadır.

2627

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar