Cuma Nisan 26, 2024

24 Ocak Vartinik Baskını ve ALi HAYDAR YILDIZ

Hayatımın unutulmaz anı. Menzil ve yaşam hakkı vermeyen haşin bir kış. Geyiklerini mağaralarına kapatan sisli, boranlı yüce zirveler. Yarı yıkık bir ev ve halkın korkarak, 'sizi öldürecekler, gidin buralardan,' diye mırıldana mırıldana acıdığı, destek vermeye çalıştığı bir avuç silahsız gerilla.


Ve seher öncesinin toz karı hafif hafif ırgalayan ruzigarı ve tüfek şakırtıları. Sık sık kopan çığlarını dinlediğim karşı dağ ve geyikleri ne alemdedir, oradan çığ koptu mu bilemiyorum. Uçurum kıyısında ilerleyerek ileride Ermeni evlerinin kalıntılarına doğru ineyim diyorum. Mermi sağanağı altında kendimi taa aşağılara, dereye atıyorum birden. Taş gibi yuvarlanarak, düşerek iniyorum buzlu sulara kadar. Dereye doğru yuvarlanış ve toz kar, beni ve diger iki arkadaşı kurtarıyor. Ama bana öyle geliyor ki bizi asıl kurtaran, Ali Haydar'ın attığı el bombası ile sıktığı tek kırma mermisidir. Fehmi Altınbilek'i ve müfrezesini tam siper toz karlara yatırıp bize biraz daha uzaklaşma fırsatı veren Ali Haydar'ın bu karşı koyuşudur. Beş kişilik Grupta iki el bombası ve iki kırma (av tüfeği) vardır. Ali Haydar ile nöbetçinin dışındaki üç kişi (İbo, ben ve Süleyman Yeşil) silahsızdır.


Derede buzlu sular içinde iki kişiyiz. Aşağıya inemiyorlar, kurşun sıkıyor, arada bir de el bombası atıyorlar. Yukarda, kömün çevresinde iki yaralı var. İbo ve Ali Haydar. İbo kaçmış, Ali Haydar orada, kanlı karlar üzerinde. Sırığa bağlayıp dağdan indirecekler. Feci bir şelilde ölecek. Mirikten ve Kutu Deresinden geçerken manzaranın fecaatı karşısında kadınlar bakıp bakıp ağlayacaklardır.


24 Ocak Vartinik Baskınını nedendir bilemem, ben hep Ali Haydar'ın adıyla özdeşleştirmişimdir. Üç kişilik Dersim Bölge Komitesi üyesi ve askeri sorumlusu olduğu ve de Vartinikte müfrezeye karşı cesurca direndiği için mi? Sanmıyorum. Beni en çok onun saf, çocuksu ve romantik kişiliği etkilemiştir. Sırtını kayaya yaslar, kötü bir sesle Ali Ekber Çiçek ile Mahsuni'den türküler okurdu. 'Bizim üç şeye ihtiyacımız var,' derdi, 'kitaba, tüfeğe ve transistörlü radyoya.' Zaman zaman dağdan iner, Elazığ'a, Karakoçan'a ve Dersim merkezine giderdi. Toplam bir yıllık dağ hayatında, gittiği yerlerden dağa tüfek getiremedi, hatta yanılmıyorsam kitap bile getirmedi ama Almancılardan bir transistörlü radyo alıp getirdi. Sırtını dağlara verdi, cıgarasını tüttürerek bol bol türkü dinledi.


Bana sürekli Che Guevara'yı anımsatmıştır. Zekiydi. İnsanların komik yanlarını anlatır ve en çok kendisi gülerdi anlattıklarına. Ailesi oldukça yoksuldu. Yanılmıyorsam, ünlü direnişçi Xıdır Ağa'nın torunu olduğunu söylerdi. Roşnik köyünde akrabaları vardı. 38'e dair kırım hikayelerinden söz ederdi. Vartiniğin karşısında, sulu bir mağarada çürük bir saz bulmuş, tartışmıştık. Ben sazın Ermeni, o ise sazın çürüme derecesine bakarak 38 kırımından kalma olduğunu savunmuştu. Gördüğümüz her kemiği, her harabeyi de aynı minval üzere tartışıyorduk. Bana, ya ' Dersimlilerin Ermenileri kırdığını sanmıyorum, ' der, ya da 'bu evler küçük, taşlar ise düzenli ve biçimli değil, burası Ermenilere ait olamaz,' diye karşı çıkardı.


Girdiği her mağaraya öldürülen bir devrimcinin adını verirdi. Gezmiş mağarası, Çayan Mağarası, Suphi Mağarası.... Bir gün Kureyş (Bostanlı) köyünün arkasındaki derede, Çayan mağarasındayım bir baktım Ali Haydar geldi. 'Köyde cem var, halk gelmiş, kalk gidip ceme katılalım,' dedi. Süleyman Nakışın evinin önünden geçip, cem evine vardık. Cemin dedesi Kızılkanlardan, Kureyşanlı ve bizim güvenilir bir sempatizanımız. Dallıbahçe Karakol başçavuşunun da tavla arkadaşı. Bizden Başçavuşa, Başçavuştan da bize bilgi getirip götürüyor. Tabi bizden verdiği bilgiler uydurma. Aksi taktirde mağarayı bastırırdı. Karakolu, dedenin sayesinde karakol kadar tanıyoruz. Cem, Düzgün babanın babası Kureyşin evinde oluyor. Cemevine girdiğimizde Halk ayağa kalktı, bizi saygıyla karşıladı. Şaşırdım ve bu durumu dedenin marifetine yordum. İçeride ve dışarıda elli altmış insan var. Evin dışına bir de nöbetçi dikmişler. Yerde oturma yok. Duvara dayalı uzun tahta oturaklar var. Her neyse oturduk. Evin önünde kesilen kurbanın etleri torbaya dolduruldu. Herkes avucunu açtı, biz de açtık. Önce etler, sonra da bir başka torbada bekleyen bozuk paralar avuçlara pay edildi. Aslan payı bize düştü tabi ve utandık. Gülbenkler, konuşmalar, küslerin barışması derken cem bitti. İki yaşlı bizi bir kenara çekti, 'sizlerden bir ricamız var,' dedi birisi, 'Düzgün Baba ziyaretinde kurbanın kesilip etlerin paylaştırıldığı sırada, gençler birbirlerine giriyorlar, çirkin kavgalar oluyor, oraya bir iki adamınızı gönderirseniz, onları dinlerler, bu kavgalar da olmaz.' İhtiyarları efendice dinledikten sonra 'tamam,' dedik, 'önceden haberimiz olursa, göndeririz.'


Ali Haydar halkla iletişim kurmakta, gençleri dağa yönlendirmekte ve kaçanları ikna edip geri getirmekte oldukça yetenekliydi. ' Şu köyde şu genç var. Onu dağa çekersek kaçmaz, ama anasını karşımıza alırız. En iyisi o köyünde örgütlü olarak kalsın. Şu anda toplam üç öğretmen iki ebe örgütlü. Elazığ, Karakoçan ve Dersim merkezinde birer komite kurmamız gerekiyor. Keban baraj inşaatından gidip dinamit ayarlamam gerekiyor. Bir komite de orada oluşturursak işlerimiz kolaylaşır.' Düşünce sistemini bu tip pratik işlerler üzerine oturtmuştu. El bombalarını birlikte yapıyor, küllüklerden bulduğumuz eski tokyo lastiklerine harfleri birlikte oyuyor ve bunlarla el ilanlarını birlikte basıyorduk. Ama bunları mıntıklardaki adamlara götürüp veren hep oydu. Gece gündüz daglarda tek başına gezen, kolayca yol bulan, ilişki bulan azimli bir insan. Karınca gibi... Şaşılacak derecede iyimser, cesur ve sempatik. Yoktan var edişin adamı. 'Halk, anlattıklarımızda kendi dertlerini bulursa bizi dinler ve anlatacağımız çözüm yolunu daha kolay kavrar,'ın adamı.

 

24 ocakta aklıma gelen ilk adam odur.
________________________________
Ocak-2014


94675

Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu, 20 şubat 1948’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu. Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra, Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi. 67’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, mayıs 1986’da firar edip Yunanistan’a geçti. Fransa’da iltica etti. Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Siyaset ve edebiyat dergilerinde makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı. Şimdiye kadar toplam 6 ülkede altmışa yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 7’si şiir, 2’si masal olmak üzere 30 kitabı yayınlandı. 2011’de Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü ,Grizu romanına verildi. Halen Avusturalya'da yaşamaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Muzaffer Oruçoğlu

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

Sayfalar