Pazar Nisan 28, 2024

“Adalet Yürüyüşü” Üzerine

“ “Sol” komünistler, biz bolşevikleri pek övüyorlar. Ara sıra insanın onlara söylemesi gerekiyor; bizi biraz az övün de, bolşevik taktiğini daha çok inceleyin, o taktiği daha çok benimseyin!” Lenin

Lenin’in Avrupalı “sol” komünistlere söylediği sözle başlamamızın nedeni, ülkemizde de bu tür “sol”ların oldukça fazla olmasından kaynaklanıyor. Her ne kadar kitleler içinde fazla olmasalarda, “sol” taktiklerle kitlelerden uzaklaşmış olsalarda, gelişmlere uzaktan bakıp, ama “keskin sol” söylemlerle “bize ne”ci tavır takınmaktan ve marksizmi kimseye kaptırmamakta da oldukça kararlılar.

Devlet partilerinden CHP’nin iki haftayı aşan bir “uzun” adalet yürüyüşü sürüyor. Bu konuda birçok “sol” akım buna yanıt verdi. Kimi katılıyor, kimleri ise “CHP’nin kuyruğuna takılmak” olur diye, uzaktan seyrediyor.

CHP’nin ne menem bir parti olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bir burjuva partisidir. Erdoğan’a karşı “adalet yürüyüşü”nü başlatmasının bir nedeni de kendisidir. Çünkü, AKP’yi iktidarda tutan, faşist rejmin ülkede güçlenmesine ve çöreklenmesine destek olanlarin başında bu parti vardır. Başka nedenlerin yanında esas neden, Kürt düşmanı olmasındandır. Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı “milli uzlaşma” sağlamışlardır. Milli uzlaşma, ülkede burjuva demokrasinin çok az bir şekilde var olan kırıntılarını da ortadan kaldırmış, bütün halk kesimlerine karşı tam bir faşist diktatörlüğe dönüştürülmüştür.

CHP, artık kendisinin de tehlikede olduğunu anlayabilmiştir. Çünkü, ortadan adı olup kendisi olmayan bir parlamento var. Yasama ve yargının hiç bir işlevi kalmadı. Bütün yetkiler Erdoğan’ın elinde. O da sermayenin çıkarına ve kendi keyfine göre yönetmektedir.

16 Nisan hileli referandum akşamı, muhalif kesimler için bir fırsat vardı. Bu fırsatın önünü tıkayan CHP’nin kendisi oldu. Kitlelerin sokaklara dökülmesinin önüne geçti.

Ancak, gelinen aşamda, CHP, varlık-yoklukla karşı karşıya kaldığı için ve kendi tabanın zorlamasıyla en pasif eylemi seçti. Ankara’dan istanbul’a kadar yürüyerek, iktidarı uzlaşmaya zorlamaya çalışmaktadır.

CHP’nin bir burjuva partisi olarak niteliği, bugüne kadar ne yaptığı ve ne yapabileceği komünistlerce çok açıktır. Ancak, ortada bir gerçek var, ülkde burjuva anlamda da bir adalet yoktur. Politik özgürlükler bütünüyle gasp edilmiştir. Kürtler üzerinde muazzam bir baskı ve terör vardır. Kitlesel Kürt katliamlarının yanında, birçok Kürt yerleşim yerlerinin demografik yapısı da değiştirilmek istenmektedir. Kürtlerin siyaset yapması adeta yasaklanmıştır.

Ülkede, burjuva hukukunun en kaba yanları dahi kalmamıştır. Bütün muhalif kesimlere karşı, liberal aydınlardan, devrimci, demokrat ve barış isteyen kim varsa ya hapise atılmakta ya da sorgusuz sualsiz işten atılıp açlığa mahkum edilmektedir. Kitlelerin yaşam hakkı elinden alınarak zorla biat etmeye zorlanmaktadır. Etnik ve dinsel kutuplaştırıcılığın yanı sıra, cinsiyetçi baskı ve tehditler adeta yaşamın bir parçası haline getirilmiştir ve toplum hızla islamlaştırılıyor.

İşçi grevleri yasaklandığı gibi, çok uzun yıllardır mücadele edilerek kazanılmış haklar birer bire işçilerin elinden alınmaktadır. Artık işçiler hafta sonu tatili de yapamayacaktır. Her şey patronların insafına bırakılmıştır.

Kısacası, işçi sınıfı ve emekçiler açısından ortada oldukça ciddi bir durum vardır. İktidarı ele geçiren güçlerin normal seçimlerle gitme gibi bir niyetleri olmadığı gibi, artık seçimler yapılırsa da göstermelik olacaktır ve iktidardaki faşist klik seçimleri “kazanacak” ve “atı alan Üsküdar’ı geçti” nakaratını tekrarlayacaktır.

Haydut Erdoğan diktatörlüğü, iktidarı bırakmamak ve muhalifleri ezmek için özel ordular kurmaktadır. Paramiliter güçleri uzun zamandır var ve bunu daha da geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Zaten ordu ve polisi bu görevi yapmasına karşılık, bunların dışında özel silahlı kuvvetler oluşturmuş durumdadır. Bölgedeki durum ve emperyalistler arası çelişmelerde Haydut bir devlet ve haydut bir yönetimin koşullarını iyice olgunlaştırmıştır.

Önümüzdeki sürecin daha kanlı geçeceği çoktandır söylenip yazılmasına karşın, buna karşı, en asgari demokratik talepler etrafında birleşik devrimci-demokrat hareket yaratılamamıştır. Özellikle de ilerici, demokrat ve devrimci kesimler, hala kendilerini normal bir burjuva demokrasisi altında yaşıyorlarmış gibi davranmaları ve düşünmeleri, içinde bulundukları durumu doğru okuyamamalarından kaynaklanıyor olmalıdır.

Kitlelerden uzaklaşmış ve marjinalleşmiş güçlerin böyle davranmaları normal karşılanabilir, ama, devrim derdi, kitleleri kazanma derdi ve en azından faşizmi geriletme derdi olanların, sorunlara kayıtsız kalmaları ya da hiç bir şey olmuyormuş gibi yapmaları bağışlanamaz.

Bugüne kadar faşizme karşı geniş bir birlik oluşturulamamıştır. Bu birlik kendiliğinden oluşamaz. Bunun gerçekleşmesi için, öncelikle demokrat, devrimci ve komünistlerin (Kürt Ulusal Hareketi de dahil)faşizme karşı birleşik cephe oluşturmaları elzemdir.

Faşizm iktidardayken, kitleleri örgütlemenin, devrimci mücadeleyi ilerletmenin zor olduğunu, burjuva demokrasisinin ise devrimci komünistler için daha olumlu koşullar yarattığının farkında olmayanların, şu andaki duruma kayıtsız kalmaları ve muhalefetteki bir burjuva partisinin “adalet” yürüyüşüne bu kadar uzak durmalarının nedeni de budur. Küçük burjuva “sol”culuğu.

CHP’nin “adalet” yürüyüşüne katılma sorunu bir ilke sorunu değil, taktik bir sorundur. Adalet’i isteyen, ülkede faşizm olduğunu söyleyen ve sıranın CHP’ye geleceğini de dillendiren devrimcilerdi. Çünkü faşizmi en iyi tanıyan devrimci ve komünistlerdir. Özellikle tabandan gelen faşizmi Mussolini İtalya’sından, Hitler Almanya’sından ve daha nicelerini yaşayarak öğrenmişlerdir.

Burjuva partileriyle ittifak yapılmaz diye bir şey yok. Koşullara göre komünistler, faşizme karşı burjuva partileriyle, geçici uzlaşma ve ittifaklar yapabilir. KPD (Almanya Komünist Partisi), Hitler faşizmine karşı SPD’ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ittifak önermiştir.1 1932’nin Mayıs ayından itibaren daha fazla tekrarlanmasına karşın, burjuva partisi SPD, komünistlerin cephe politikasına sıcak bakmamıştır. Ne yazık ki, SPD’de Hitlerin faşist tırpanından kendini kurtaramamıştır. Türkiye’de CHP’nin yaptığı gibi bütün dünyada sosyal demokrasi faşizmin koltuk değnekliğini yapmış, onu iktidara taşımıştır.

SPD, 1918-1920 arası Almanya’da devrimi önleyen, Karl Liebknecht ve Rosa Lüksemburg başta olmak üzere 20 bin işiçi ve komünisti katleden bir partidir. Amaç bu partileri kazanmak değil, bu partilerin etkisi altındaki kitleyi kazanmak ve onları direnişe sürükleyebilmektir. Ayrıca, faşizme karşı, burjuva egemen sınıflar arasındaki çelişmeden yaralanmak ve bir kanadını faşist iktidara karşı çıkmasını sağlamak, işçi ve emekçilerin yararınadır.

Bugün CHP ile iktidardaki AKP kliği arasındaki çelişmeden yaralanarak, CHP’yi faşist diktatörlüğün baskı politikalarına karşı çıkmasını sağlamak ya da en azından burjuva demokrasinin ilkelerini uygulatmaya çalışmak, CHP’nin kuyruğuna takılmak ya da sınıf işbirliği değil, devrimci bir taktiktir. İktidarın dışında kalmış burjuvaziyi zorlamamak ya da bunu sınıf işbirlikçiliği olarak görmek, ülkede ne olduğundan haberi olmayandır.

“a) Her bir ülkede, bu ülkelerin işçi hareketleri için Komintern’in yön gösterici talimatları hazırlanırken, ulusal özelliklerin ve ulusal özgüllüklerin mutlaka dikkate alınması ilkesi;

b) Proletarya kitlesel bir müttefik –bu müttefik geçici, yalpalayan, emniyetsiz ve güvenilmez de olsa- sağlamak için her ülkenin Komünist Partisi tarafından en küçük imkandan bile mutlaka yaralanma ilkesi;

c) Milyonlarca kitlenin politik eğitimi için tek başına propaganda ve ajitasyonun yetmeyeceği, bunun için kitlelerin bizzat kendi politik deneyimlerinin gerekli olduğu doğrusunun mutlaka dikkate alınması ilkesi.

Leninizmin bu taktik ilkelerinin dikkate alınmasının vazgeçilmez önkoşul olduğunu düşünüyorum.”2

Stalin, 1927 yılında, “Savaş Tehlikesi Üzerine” makalesinin “Çin Üzerine” bölümünde, bu genel taktik belirlemeleri yapıyor. O dönemde, Çin’de KP’nin Çin burjuvazisiyle ittifak yapmasına karşı anlayışlar vardı. Bunun başını da Troçki ve yandaşları çekiyordu. Tarih, Stalin ve ÇKP’yi doğrulamıştır.

Ustalardan bu konuda yığınca alıntı yapılabilir. Hatta, Lenin’in taktikleri ve uzlaşmaları incelendiğinde, günümüz “sol”cuları Lenin’i “sağcılıkla” suçlayabilirlerde. Nitekim Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı adlı kitabında bunları anlatır ve “Hiç Uzlaşma Olmayacak Mı? Diye sorar ve yanıtlar. Bu kısa makalede bunlara yer vermenin yeri olmadığı için geçiyorum

CHP’nin istediğini “adaleti” bizde istiyoruz. Bugün burjuva demokrasisinin “adaletine” gereksinimiz var. Tercihimiz, faşizme karşı burjuva demokrasisi sınırları içindeki “adalet” olur. Ancak, biz komünistler burjuva adaletiyle sınırlı kalmıyoruz. Biz sosyalizmi kurmak istiyoruz. Ne var ki, buraya varana kadar çok işler başarmamız gerekiyor. Kitleleri kazanmamız gerekiyor. Kitlelerin olduğu yerlerden uzaklaştığımızda ve onları burjuvazinin çeşitli kanatlarıyla baş başa bıraktığımızda, kitleleri kazanma şansımız olamaz.

CHP ile şu anda bir ittifak söz konusu olamaz. Zaten CHP de böyle bir şeye yanaşmaz. Özellikle Kürtlerin ve komünistlerin içinde yer aldığı bir bloğun yanına dahi yanaşmaz. Ancak, komünist ve devrimciler CHP’yi daha ileri noktalara zorlamalı ve egemen sınıflar arasında var olan çelişmeleri keskinleştirerek, işçi ve emekçiler lehine yaralanmasını bilebilmelidir.

Bugün CHP’nin yürüyüşüne katılan kitlenin azımsanmayacak bir kısmı demokrat ve Kürt sorunun demokratik bir şekilde çözülmesini isteyenlerden oluşmaktadır. Ne var ki, CHP yönetimi karşı devrimci ve ırkçı. Buna rağmen kitle baskısıyla bu yürüyüş gerçekleşmektedir.

CHP, devrimci ve komünistlerin bu yürüyüşe kendi flamalarıyla katılmalarına karşı çıkacaktır. Buna rağmen zorlanmalıdır. Özellikle Kocaeli ve İstanbul’a kadar gelmesine izin verirlerse, burada daha yoğun bir kitle katılımı olacaktır. Yürüyüşün kitleselleştiği bölgelerde katılım sağlanıp, kitlelere yönelik adalet ve özgürlük propagandası daha ileri noktalara taşınabilir.

Bu bu özgül durumdan yararlanılarak bütün illerde benzer yürüyüşler düzenlenebilir. Devrimciler ve komünistler etkin oldukları yerlerde yürüyüşü daha ileri noktalara çekebilecekleri gibi, atılan sloganlarla kitlelerin daha ileri taleplere sahip çıkmaları sağlanabilir. Bu sloganlar, ADALET, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK olmalıdır. Faşizme karşı kitleler örgütlenirken, faşizmle uzlaşan CHP yönetiminin gerici yüzü teşhir edilebilir. Ancak, uzaktan seyrederek ne kitleler kazanılabilir, ne de karşı devrimci burjuvazinin gerçek yüzü ortaya çıkarılabilir.

Şu anda CHP önderliğinde yürüyen her kesimden kitlelerin önemli bir kesimi faşizme karşı adalet istemektedir. Bu bir ileri harekettir. Ve kitlenin adalet talebi demokratik içeriklidir. Bu isteme karşı çıkılamayacağı gibi, sessiz ve duyarsız da kalınamaz. Ancak, CHP’nin kitleler için gerçek adaleti, barışı ve özgürlüğü savunmadığı da teşhir edilmelidir.

Bir çok devrimci akım, “CHP’nin kuyruğuna takılmak” ya da kitleleri CHP’nin “kuyruğuna takmak” endişesiyle uzak duruyor. Oysa, devrimden çıkarı olan kitlelerin çok büyük bir kesimi zaten AKP, MHP ve CHP gibi egemen sınıf partilerin peşinde. Biz, bu kitleleri kazanmakla yükümlüyüz. Komünistler, kendi kitlelerini gerici bir burjuva partisinin peşine takmıyor, gericilerin peşinde giden kitleleri kazanmaya çalışmalıdır. Devrimci ve komünistler, böyle bir yürüyüşü gerçekleştirebilecek güçleri olsaydı bunu çoktan yaparlardı. Bu nedenle “kuyruk” gerekçesi, olsa olsa iyice marjinelleşme taktiği olabilir.

Eğer, bugün GEZİ ya da benzeri kitlesel bir eylem olsaydı ve buna rağmen “adalet yürüyüşü” gerçekleştirilseydi, o zaman sınıf uzalaşmacılığı ve ileri bir hareketi geriye çekmek olabilirdi. Oysa, bugünkü durum çok açık ve şu anda en ileri kitle hareketi bu yürüyüştür. Bu yürüyüşün istediği “adalet”, burjuva demokrasi sınırları içindeki adalettir. Bugün buna da büyük ölçüde gereksinimiz vardır. Çünkü, şu anda ülkemizde koyu bir faşist rejim hüküm sürmektedir. Buna karşı çıkan tüm muhalif kesimleri birleştirmek, en azından eylemsel bir birliği, en asgari “adalet” talebiyle bir araya getirebilmek bile büyük bir başarı ve devrimci bir görev olacaktır. 

39153

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Sayfalar