Pazar Mayıs 5, 2024

Amed Zindanı eski tutsaklarından M. USTA: “Esas olarak sorunu yaratanlar derinleştirmeye devam ediyorlar!”

Amed 5 Nolu Zindanı’nda insanlık dışı işkencelere maruz kalan ama buna karşın devrimci direnişinden ve daha sonra da komünist hareket içerisinde örgütlü mücadelesinden taviz vermeyen M. USTA, Özgür Gelecek bürolarının gasp ve çalışanlarının darp edilmesine karşı yazdı: Bu yıkıcı pratiklerin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. (...) Bu pratiğin kendisi, değerleri kirletmenin ta kendisi. (...) Sizin baskın düzenlediğiniz ve tartaklayarak dışarı attığınız devrimci basın çalışanları bu mücadelenin o alandaki ana değerleridir.”

 

Esas olarak sorunu yaratanlar derinleştirmeye devam ediyorlar!

Çok zor bir süreçten geçiyoruz. Egemen sınıfların ezilenlere ve onların sınıf bilinçli örgütlerine, demokratik kurumlarına dönük saldırıları her yeni gün, geçen günü aratıyor. Egemen sınıf sözcüleri “gerillayı yok etmekten” söz ediyorlar. Ve hedeflenen yaşadığımız topraklarda bir çöl sessizliği yaratmaktır. Elbette ki bunu başaramayacaklardır. Bunu onlar da biliyor. Ama ilerici-devrimci güçlere verebilecekleri her türlü zarardan da kaçınmayacaklardır. Kürt siyasetçilerine dönük yapılan yoğun tutuklamalar, sokak gösterilerinin yasaklanması, her farklı sesin, söylemin suç sayılması, yarına dair neler yapabilecekleri konusunda bize somut veriler sunmaktadır.

Tüm bu saldırılara karşı oluşan, oluşturulmaya çalışılan direniş cephesinin merkezinde yurtsever devrimci Kürt güçleri vardır. Kürt kurumlarına daha çok saldırıların yapılmasının nedeni de budur. Ama şu da bir gerçek ki, TC'nin hiçbir farklı sese, muhalif veya alternatif devrimci oluşuma tahammülü yoktur. Ezilenlere karşı yok et-sustur karşı devrimci siyaseti izlenmektedir.

Mevcut durumda bu saldırıları püskürtecek temelde geniş emekçi yığınları kapsayan güçlü devrimci bir merkez de söz konusu değildir. Diğer bir anlatımla bugün ne güçlü devrimci bir dalgadan söz edebiliriz ne de genel manada gelişen bir kitle hareketinden. Hiç kuşkusuz devrimci kitle hareketlerindeki bu gerilemeler geçicidir. Yaşanan ekonomik kriz, gün geçtikçe artan işsizlik, sınırlı olan demokratik hak ve ögürlüklerin giderek sıfırlanması, yaşadığımız toprakların adeta bir hapishaneye dönüştürülmesi, ezilen yığınların direnme hakkını kullanması için nesnel koşulların daha da olgunlaşmasına yol açıyor. Buna inanmalıyız. Sürece de bu bilinçle yaklaşmalıyız.

Görmemiz ve anlamamız gereken diğer bir gerçekse tüm bu görevler tek tek hareketlerle başarılacak görevler değildir. Her koşulda birleşik devrimci bir güce-ittifaklara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın varlığına dikkat çekmek, esas olarak kendi gücümüze dayanma ilkesini yadsımak anlamına gelmez. Bilakis içinden geçmekte olduğumuz sürecin özgünlüğünü daha doğru bir tarzda kavrama anlamına gelir. Bu bir.

İkincisi, bu görevlerimizi asgari düzeyde yerine getirmenin yolu, iç bütünlüğümüzü sağlamaktan geçer. Ne yazık ki bugün içte parçalı bir duruş söz konusudur. Karşı karşıya olduğumuz saldırılar ve mevcut sorunlarımızın çapı böylesi bir tabloyu kaldıramaz. Bunda ısrar, tasfiyecilikte ısrardır. Bunda ısrar, partinin birliğini parçalamakta ısrardır. Dahası bu tablo, bu ruh hali ortaya devrimci bir enerji de çıkarmaz. Bilakis var olanı da tüketir. Tüm arkadaşların bu gerçeği görmesi gerekir.

 

Bu gerçeği göremeyen arkadaşlar, dergi bürolarına saldırdılar!

Yapı içinde hukuksal anlamda çıkan sorunların esas kaynağı irade tarafından yetkilendirilen ve yetki süreleri dolan bazı arkadaşların bu görevi yeniden iradeye teslim etmemelerinden kaynaklanıyor. Kuşkusuz bu sadece işin hukuksal boyutudur. Yaşanan tüm bu tartışmalar, ideolojik-siyasal bir zeminden soyutlanamaz. Bakış açısında ortaya çıkan farklılaşmalar görmezlikten gelinemez. Elbette ki bu kapsamlı bir meseledir. Burada esas olarak iki ana nokta üzerinde duracağım.

Yapı içinde yaşanan sorunlar artık herkes tarafından bilinmektedir. Bilinen bir başka gerçekse, tüm bu yaşananlara rağmen tartışmaları iç zemine çekmek ve mevcut olan krizden nasıl çıkılacağı sorularına cevap arayan, çözüm önerileri sunan yaklaşımların varlığıydı. Her ne kadar kimi arkadaşlar nezdinde yıkıcı tutumlar sürdürülse de, bunlara karşı ortaya konulan yapıcı tutumlar da mevcuttu. Dahası kimi arkadaşlarımız, koşullardan kaynaklı bu tartışmalara gerektiği düzeyde katılamamışlardır.

Anlaşılan o ki, devrimci bir yayının bürolarına yapılan saldırılar, mevcut çelişkileri daha da derinleştirme, var olan çözüm çabalarını da tümden engelleme girişimidir. Bu saldırılar, güçler, birleşin değil, herkes yerini belirlesin mesajını içermektedir. Haklı olarak şu soru sorulmak zorundadır. Nedir bu aceleniz arkadaşlar? Bu aceleci tutumunuzun temelinde devrimci kaygılar da yok. Deyim yerindeyse devrimci hareket bugün kıl köprüsü üzerinde yürüyor. Bu tür girişimlerle mevcut durumun daha da tahrip edildiğini ve bir bütün olarak devrimci harekete zarar verildiğini anlamak için fazla bir çabaya da gerek yoktur. Öncelikle tüm arkadaşların bu gerçekleri görmesi gerekir.

Arkadaşlar bugün açısından, dürüst bir devrimci ve yoldaş olmak bir tarafa dahil olmak değildir. Bugün yoldaş olmak, bu mücadelede en büyük değerimiz olan -kimden gelirse gelsin- arkadaşlarımıza yapılan saldırılara karşı net bir duruşa sahip olmaktır. Bunu yapanlardan hesap sormaktır. Samimi bir şekilde özeleştiri yapmalarına davet etmektir. Bu hesap sorulmazsa çaresizlik içinde çare arayan bu arkadaşlarımızın yeni hatalar yapması kaçınılmazdır. Çünkü doğru çözümler-çareler, karşı karşıya olduğumuz sorunları soğukkanlı ve mantıklı bir tarzda çözmeyi emreder. Görünen o ki, bu arkadaşlarımız an itibariyle bu iklimde yaşamıyorlar. O zaman şu gerçekleri hatırlatmalıyız: Bu saldırgan pratikler devrimci saflarda güvensizliği ve umutsuzluğu derinleştiren pratiklerdir. Bu pratikler halkın davasına değil, karşı devrim cephesine hizmet eden pratiklerdir. Bu yıkıcı pratiklerin hiçbir haklı gerekçesi olamaz.

Her şeyden önce devrimcilere karşı, devrimci olmayan yöntemleri izlemek ne zamandan beri değerleri korumanın bir aracı oldu? Bu pratiğin kendisi, değerleri kirletmenin ta kendisi. Elbette ki kişisel hırsın, öfkenin, hayal kırıklığının veya aklı firarda olan kafaların bu gerçekleri bir anda görmesi zor. Lakin unutmamak gerekir ki, bu gerçekleri görecek epeyce devrimci kafa var. ve anlatılmaya çalışılan masallara da karınları da tok. Sizin baskın düzenlediğiniz ve tartaklayarak dışarı attığınız devrimci basın çalışanları bu mücadelenin o alandaki ana değerleridir. Anlaşılan o ki; siz değer derken, bilgisayarları ve binanın içinde bulunan diğer malzemeleri anlıyorsunuz. Kaldı ki orada olan tüm malzemeler emekçi halkımızın, bu davaya gönül veren insanların sundukları yardımlarla alınmıştır. Gönüllü bir temelde sunulan yardımlara zorla el koymaya çalışmanız, en başta onların emeklerine karşı yapılmış bir saygısızlıktır.

Hiç kuşkusuz mücadelede samimi olan herkes sizin o el koyduğunuz ya da koymaya çalıştığınız araçları bulur. Yeni binalar kiralar. Ve yoluna devam eder. Yani gerçek manada adanmış yürekler için onlara ulaşmak çok da zor değildir.

Burada asıl kaybeden devrimci hukukla-ahlakla bağdaşmayan bu pratiklere yön veren kafalardır. Devrimci ahlakın-hukukun kirlendiği-kirletildiği yerde zaten kaybedilmiştir.

Bu konuda tarihi tecrübelerimizi de bilmiyorsunuz? Geçmişte devrimci saflarda yaşanan bu türden olumsuz pratiklere karşı net bir duruş sergileyen bir geleneğin temsilcisiyiz. Zaman zaman bu ve benzeri konularda yapı içinde ortaya çıkan olumsuz eğilimlere karşı da tutum alınmaktan geri durulmamıştır.

Haklı olarak yine sormak zorundayız. Ya geçmişte izlediğimiz çizgi doğrudur ya da bugün sizin yaptıklarınız. Hiç kuşkusuz içinde bir dizi yetersizlikler taşısa da, doğru olan bugüne kadar izlenen çizgidir. Mahkum edilmesi gereken sizin bugünkü tutumunuzdur.

Sonuç olarak, devrimci bir yayının bürolarına yapılan baskınlar ya da baskın girişimleri, bir süreden berider hem hukuksal boyutta hem de somut bazı sorunlar-siyasal gelişmeler karşısında sergilenen olumsuz tutumların bir devamıdır.

Tüm bu yaşananlarda esas olarak sorumlu olan da, merkezi düzeyde “yetkili” olduklarını iddia eden arkadaşlardır. Hala bu sorunları çözme iddiasında bulunmaları da, eğer bir şaka değilse, bugüne kadar yaşananlardan hiçbir şey anlamamaktır. Objektif olarak kendilerini iradeye dayatmaktır. Bu tutum da kabul edilemez.

 

M. USTA (Amed Zindanı eski tutsaklarından)

Mart 2017 

46108

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."

Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Sayfalar