Salı Mayıs 28, 2024

Aslı Ceren Aslan:Aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlarız biz!

“ Sesim belki zayıf ama iradem hayır Aşksız, dirilmiş hissediyorum kendimi.” ( Ahmet Ahmatova )

Sovyetler’in ilk dönemlerinde kadının dilinden yazan, kendisine ve hemcinslerine, erkek egemen sistemin dayattıklarına tüm cesaretiyle karşı koyan, dokunulmaz-konuşulmaz kılınan “ikili ilişkilere” dair ezber bozan bir şair Anna Ahmatova. Aleksandra Kollontai, “Marksizm ve Cinsel Devrim” adlı eserinde yeniyi yaratırken ikili ilişkilerin de bundan kaçamayacağını belirtiyor ve kitabının bir bölümünü Anna’ya ayırıyor. Kollontai, bu bölümünde Anna’nın yazdığı şiirlerin neden kadınları bu kadar yakaladığını inceliyor. Sovyetler’de yeninin inşa edildiği bir dönemde komünist olmayan bir şairin kadınlara bu denli hitap etmesini sorgulayan Kollantai cevabı şu şekilde veriyor. “Ahmatava genellikle ‘kadın’ türküsü değil, yaşam yolunu çalışmayla bulan yeni yapıdaki kadının türküsünü söylüyor.”

Erkek egemen sistemin bin yıllardır bağımlı kıldığı kadının, bu bağımlılığını övgüler dizerek besleyen bir şair değil Anna, bu bağları gözler önüne serendir. Bu yönüyle eskinin değil, yeninin yanında yer alandır. Kadınları çeken ise budur! Sorgulanamaz kılınan, yüceltilen aşk ve cinselliğe dair açıklıkla yazan Anna, Sovyetler’in sosyal, siyasal ve ekonomik yenilenme ve eskiyi yıkma sürecine, ataerkilin manevi tutsaklığı ürettiği ikili ilişkilere dair korkusuzca yazarak katkıda bulunuyor. Manevi tutsaklığı dile getirişinin karşılığı elbette var; Sovyetler’de pek çok kadın aşkın prangasından sıyrılarak, iradelerine kavuşarak yenilemeye gidiyor.

Bugüne gelecek olursak… Kadın mücadelesinin deneyim ve birikimi var olan gücümüzü keşfetmemizi sağlıyor; pek çoğumuz Anna gibi gerek toplumsal gerek ikili ilişkilerde erkek egemen sistemin besleyip büyüttüğü cinsiyet rollerine karşı koymayı seçiyoruz. Kalıpların-sınırların dışına çıkarak manevi tutsaklığımızı yenmeye çalışıyoruz. Aşkı hayatının merkezine koymayan, onun “manevi tutsaklığına” boyun eğmemeyi seçen, erkeğin yansıması olmayı reddedenlerimiz gittikçe çoğalıyor. Kendi olmayı tanıyan; sevdiği-sevmediği, istediği-istemediğini ortaya koymaya başlayan; kimliğinden ödün vermeksizin yansıma olmayı reddediyoruz artık. Çünkü erkeğin yansıması oldukça mutlu olacağımızı zannettiğimiz zamanlar ötede kalmaya başladı; bunun en büyük mutsuzluğumuz olduğunu kavrıyoruz. Kendimizi tanımadan, erkek egemen sistemin biçtiği rollerle kendimiz olmaktan çıkarak bin yıldır unutturulmaya çalışılan “ben”imizi keşfetmek bizlerin bocalamasına sebep oluyor.

Bu bocalayış ikili ilişkilerde de karşımıza çıkıyor. Sıklıkla hayal kırıklığı yaşıyoruz fakat vazgeçmeyerek kendimizi keşfetmeye devam ediyor, keşfettikçe güçleniyoruz. Zorlansak da “sevgilinin hatırı için, aşk adına bile olsa kendimizi yadsımanın bir cinayet” olduğunu görüyoruz. Kadın katliamı sadece bedensel olarak gerçekleştirilmiyor, kimliğimize de yansıyor bu katliam. Erkeğin yansıması olarak katlediliyoruz hepimiz, hiçbirimizi es geçmiyor bu durum. O nedenle, geçerli olanı yıkmak zorlasa da bizi, kaybedeceğimizin farkında olarak vazgeçmiyoruz.

Feminist hareketin çok önemli bir belirlemesi var aşka dair: “Eşitlik yoksa, aşk da yok!” Bu belirlemeyi kaba şekilde “aşkı hayatımızdan sileceğiz” şeklinde ele almamak gerekiyor elbette. İkili ilişkilerde erk-ek tarafının kurduğu iktidar, kadının silikleşmesi ile can bulurken bunun yarattığı durumlar “aşk” olarak benimseniyor. Oysa ki aşkın bu olmadığını, buysa da bu haliyle kabul etmeyeceğimizi haykırıyoruz artık. Erkeği koruyan, kollayan; kadını ise bağımlı, korunan ve kollanan olarak resmeden “aşk”, toplumsal alanların ikili ilişkilerdeki yansımasını ortaya koyuyor. Erkek dünyalara açılırken kadının bir yerde beklemesi; “kıyı” olmayı benimsemesi gerekiyor. Kadının dünyalara açılması imkansız! Çünkü erkek “kıyı” olamaz, bekleyemez! En bilinenler fiziksel-cinsel şiddet olarak karşımıza çıkarken psikolojik şiddet “inceltilmiş” yöntemlerle bizi buluyor. “Sevmek fedakârlık gerektirir” düsturu ile psikolojik şiddete boyun eğmek ise “sevmek” oluyor. İstemediğimiz cinselliğe kaybetmeme korkusuyla; “aman gözü dışarıda olmasın” diyerek katlanıyoruz. Ve bu da “sevgi, aşk” oluyor!

Neyse ki artık bütün bunlar gizli-saklı köşelerde kalmıyor. Yeni Demokrat Kadın’ın dergi ve internet sitesinde yer alan pek çok deneyim ile yaşadıklarımızı paylaşmamız ve onlarla hesaplaşmamız, gizli-saklıyı, dokunulmaz-konuşulmazı reddettiğimizi göstermiyor mu? Deneyim paylaşımlarımızla, apolitik görünen tamda politik olduğunu, birbirimizle ne kadar farklı ama bir o kadar da aynı olduğumuzu, “tekil” sayılan olayların “çoğul” olduğunu görüyoruz. Bu paylaşımlarla, ataerkiye karşı güçleniyor; kadın dayanışmasının gerçek anlamını keşfediyoruz.

Diğer yandan Sovyetler’de Anna’nın şiirlerinde kendilerini bulan kadınlar gibi bizler de Furuğ Ferruhzad’da, Didem Mamak’da, Tezer Özlü’de onlarca cümle ile anlatamayacaklarımızı bulmuyor muyuz?  Didem Mamak, “Kanatlarım da sigara yanıkları/gül diye okşadım onu yıllarca” derken derdimizi iki cümle ile tek kertede anlatmıyor mu? “Aşk”, “sevgi” diye diye yıllardır kanatlarımızda söndürülen sigara yanıklarının farkına varıyoruz. Kıskançlık ile kısıtlanmışlığımız, zincire vurulmuşluğumu mesela. “Seven kıskanır”ın gül diye okşamışlığımıza denk düştüğünü… Erkeğin yüreğinden geçen yolun midesi ile aynı istikamette olması mutfağa hapsederken bizi, emek-emek daha fazla emekle sigara yanıklarımız artıyor. Acıyı sevgi belletenler yanıkları görmemizi engellerken, kadın mücadelesi ile yanıklarımızın farkına varıyoruz.

Kanatlarımızı özgürlüğe açmak için çırpınıyoruz.

“İkili ilişkiler”in bir başka boyutu ise evlilik. Artık imzalar yoluyla onaylanan prangayı Furuğ “Tutsak” isimli şiirinde, genç bir kadının “altın halka”nın anlamını keşfetmesiyle şöyle açıklıyor: “Kadın perişan oldu/ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka/kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek/için için ağladı.” Genç kadının “altın halka”nın sırrına varışı, bu sırrı kavrayışı ve ardından yaktığı ağıttır bu. Acıları aşk zannetmek, “ben” i kaybederek “biz” olduk diye sevinmek… Ya da Tezel Özlü’nün yazdıklarına bakalım bir de; “Biz belki de kendi kendilerine yaşaması gereken ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız.” Yani Furuğ’un şiirinde “altın halka”yı, onun anlamını keşfeden kadının ataerkilin işlediği toplum nedeniyle kulluğa-köleliğe maruz bırakıldığı açık değil mi? İçerisinde bulunduğumuz sistem, “hastalıkta, sağlıkta…” ile başlayan sözlerle iki kişiyi birbirine mahkum kılıyor, ikiyi çoğaltmayı ancak doğan çocuklara endeksliyor, toplumsallaşmayı ise yok sayıyor.

Pek çok kadın yazar-şair yaraları ile yaralarımızı sunuyor bize. Farkına varan değişim-yıkım için çabalayan, kendini keşfeden kadınlarız biz. Ancak tüm bu keşiflerimiz erkek egemen sistemin güçlü oluşu nedeniyle eziyor bizi. Bilincimiz uyandıkça çoğu zaman acı çekiyoruz. Kapalı olan gözlerimizin açılışının bocalayışı altındayız. Çünkü Kollantai’nin de ifade ettiği gibi “yeni” henüz pek uzak!

Her ne kadar acıda çeksek, bocalasak da duyargalarımızın açılışı parçalamayı, var olan sınırları reddetmeyi beraberin de getiriyor. Pek çoğumuz tutsaklığa geri dönmeme amacıyla acılarımızı, bocalayışlarımızı güce çeviriyoruz. Bizler aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlar olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyoruz.

(Tutsak Yeni Demokrat Kadın aktivisti Aslı Ceren Aslan)

40286

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Özgüç Yalçın’ın kaleminden… ŞİMDİ DAĞLARDAYIM…..

Bazı anılar vardır insanın yaşamında. Bir sürü anlatıma, düzinelerce okumayı bedeldir. Bazı şeyleri daha iyi kavratır insana. Hani deriz ya kafamda bir şimşek çaktı diye. İşte öyle anlardır bahsettiğim. Benim hayatımda da oldu öyle anlar.

Seçim Günü, Seçim Sonrasına İlişkin Düşünceler:Demir Altona

Seçim sonuçları ne olursa olsun, temel sorun aynı kalacaktır: Erdoğan. Yani “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi”. Erdoğan diktatörlük yolunda çok büyük mesafeler kat etti ama hala tam olarak istediği noktaya erişebilmiş değil. Buraya erişip erişemeyeceği ise muhalefetin nasıl politikalar izleyeceğine; ama her şeyden önce de HDP’nin politikalarına bağlı.

Erdoğan hedefine ulaşırsa, sonraki mücadeleler çok acılı ve uzun olacaktır.  Ama Erdoğan’ın bu gidişi engellenebilirse, bu engellemeden alınan güçle barış ve demokrasi yönünde önemli mesafeler kat edilebilir.

“Yetmez Ama Evet”: OYLAR HDP’YE!

1 Kasım “yeniden seçim”ine günler kala bütün hakim sınıf partileri ağız birliği etmişçesine halkı sandığa gitmeye çağırmaktadır. İşçi sınıfı ve halk düşmanlığı dışında başka hiçbir konuda anlaşamayan hakim sınıf partilerinin, bu konuda ortaklaşabilmeleri dikkate değerdir. Bu durum, 1 Kasım seçimi öncesinde bir yandan işçi sınıfı ve halkın dikkate değer kesiminin seçim ve sandık olgusuna yaklaşımına dair işaretken, diğer yandan da hakim sınıf partilerinin yönetememe krizinin sürdüğünü göstermektedir.

Osmanlı sultanı Erdoğan paşa ile sadrazam Ahmet paşa

 

7 Haziran seçimlerinde HDP etrafında seçimlere katılan çeşitli milliyetlerden halklar ''seni başkan yaptırmayacağız'' sloganı etrafında kenetlenerek,AKP iktidarının  13 yıllık saltanatına  dur dedi.7 Haziran seçimleri  AKP'yi tarihin çöplüğüne tamamen gömmek için başlangıç oldu.

Oynatmaya Az Kaldı

Yaşadığınız her olumsuzluk tekrardan ibaretse elinizde alacakları ilk şey eleştiri silahınızdır.

Biz sıradan ama sosyalist proletarya köylülerin işi çok zor.

Hala kimileri doğu perinçek te ortaya çıkan faşizmin bir revizyonizm olmadığını dünya devrimci tarihinde de rastlanan faşizmin kendi elleriyle  kurduğu sosyalist maskeli bir parti  olduğunun ispatı olduğunu söyleyemezken...

İş biz halka gelince.........

Halde böyle olunca.....

Eleştiri silahını açıkça kullanmamız elimizde alınınca

İstisnalarda ki eniştelerden ve kayınçolardan özür diyerek...

Kürd Devleti Yakındır - Dursun Ali Küçük

Evet, Kürdistan devleti yakındır...

Mevcut durumda koşullar bunun için uygundur. Kurulması an meselesidir.

Asıl engelleyici TC ve İran diktatörlüğüdür.

Eski TC Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ:

7 Haziran'dan 1 Kasım'a HDP notları

 

 

7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE NE OLDU? “RADİKAL-DEMOKRAT” ŞEKİLSİZLİK HDP DEDİ Kİ! HDP’DEKİ İSLÂMCI SÖYLEM GEÇİCİ HÜKÜMET (VE LEVENT TÜZEL’İN) TUTUMU KABULLENEMEDİĞİMİZ REEL POLİTİKER PRAGMATİZM ELEŞTİREL HDP DEĞERLENDİRMELERİ PARLAMENTARİZM “AÇMAZI”NDA MEVCUT HÂL(İMİZ) 1 KASIM GÜZERGÂHI AKP VE BEYAZ KÜRTLER(İ) VE LİBERALLER! SAİR ZIRVALAR “TEK YANLI ATEŞ KES” TALEBİ! PKK-HDP AYRIMI DAİR YAYGARALAR PKK NE DİYOR? NİHAYET!

Mercan dağları; Bel vermiş munzura

Dersim Mercanlar beldesi şahverdi vadisinde üç genç komünist gerillanın faşizm tarafından  katledilişini duyduğumda yüreğimde kan akarcasına bir acı belirdi. Neden ölümler hep bizlere düşer,neden bizler hep öldürülürüz,katlediliriz,yerimizden -yurdumuzdan sürülürüz. Daha geçen hafta üç PKK gerillası aynı yöntemle bombardımanla, alçakca katledildi,İstanbulda Dilek kızımız sorgusuz sualsiz  infaz edildi.Ovacık Mercan vadisinde üç komünist gerilla Cengiz İçli,Özgüç Yalcın,Hakan Çakır saatler süren çatışma ve bombardıman sonucu alçakça katledildiler.

“Şahverdi şehitlerinin safları parti, çağrıları savaş, sevdaları devrimdir!”

İnsanlık tarihinin devrimlerle sarsıldığı ve anıldığı ekim ayında, üç yoldaşımızı daha ölümsüzler katına uğurladık. Bir kez daha sınıf mücadelesinin en acımasız gerçeğiyle ve yoldaşlarımızın kaybının acısıyla yüzleştik. Bir kez daha intikam yeminlerimizi, sınıf kinimizi ve devrim inancımızı tazeledik. Bir kez daha ölümsüzleşen yoldaşların devrimci yaşamlarının yüceliği karşısında ölüm çaresizleşti.

“Fuhuş ülkesi almanya’nın özgür cennetine hoş geldiniz

”(Prostitutionsland Deutschland Willkommen im Paradies für Freier)[1]

 

Ovacık Şehitleri Anma Çağrısı

Şehitlerimiz simgeleşen direniş ve zafer sözümüzdür!

Dersim’in Ovacık (Pulur) ilçesinde 21 Ekim gecesi faşist TC devleti güçlerinin halkımızı teslim almaya yönelik başlattığı operasyonda 3 TKP/ML TİKKO gerillası şehit düştü. Ovacık ilçesi Şahverdi Köyü yakınlarında çıkan çatışmada yoldaşlarımız son sözlerini direnerek söyledi ve toprakta tohum oldular. Halkımızın direniş mevzilerinin ön saflarında mücadeleyi yükselten; Cengiz İçli (Ünal), Hakan Çakır (Yurdal) ve Özgüç Yalçın (Sefkan) isimli TİKKO gerillaları şehit düştü.

Sayfalar