Cumartesi Mayıs 25, 2024

Birer Birer Duran Mohikan Yürekler ve Düşündürdükleri (Emre Erdal)

Gözünü açtığı yüzyılın devrimci başarılarıyla kanatlanan, yenilgilerine derinden hüzünlenen, yoldaşları düştüğünde ağlayan, kavga saatinde ise şahinleşen, düşlerinin ardından hesapsız yürüyen, pek çok şeyi yarım yaşayan ama zorunluluklarından kurtulmuş bir dünya sevdasından asla vazgeçmeyen bir devrimci kuşağın artakalan mohikanlarını birer-ikişer kaybediyoruz.

Bir önceki kuşaktan Deniz, Mahir ve İbrahim gibi rol modelleri olan; cüret, samimiyet ve değerlerine bağlılık dışında hiçbir akademik ünvanı, medyatik şöhreti olmayan, esasen buna ihtiyaç da duymayan çıplak yürekli adsız direniş abideleriyle erken vedalaşmak acı veriyor. Hele de hak edilmeyen bir dağılma ve yalnızlaşma ikliminde…

1954 yılında Dersim’de başlayan ve 12 Ekim-2021’de İsveç’in Göteborg kentinde biten bir yaşam serüveninin ve mücadele parkurunun evrelerine en genel hatlarıyla bakıldığında dahi, çok boyutlu malum ulusal, sosyal ve sınıfsal toplum gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Bir Mohikan’dan, Musa Yavuz’dan söz ediyoruz…

Mazgirt’in Manekirek köyünün yoksul dünyasında başlayan yaşam yolculuğunun İskenderun durağında işçilik (1976), İstanbul durağında (1977) inşaat ustalığı, taşeronluk, Gülsuyu gecekondu mahallesinde TKP(ML) ile tanışma ve giderek yarı aktif tarzda yerel faaliyetlerine katılma, o yılların başat toplumsal hareketlerinden olan “gecekondu hareketleri”nin en bilineni olan Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne karşı devletçe girişilen ve 12 kişinin ölümü, onlarca kişinin polis kurşunuyla (bu arada kendisinin de kalçasından) yaralanmasıyla sonuçlanan yıkım saldırısına karşı halk direnişine katılma, ardından gelen tutukluluk ve Toptaşı cezaevi dönemi…

1978 başlarında tahliye ve bir süre sonra da yurt dışına çıkış…

1981 Mayıs’ında, çok sevdiği ve köklü bir saygıyla bağlandığı ağabeyi Ahmet Yavuz (Hamido) yoldaşımızın devlet güçlerince katledilmesinin yüreğine düşürdüğü ve bir daha hiç sönmeyen ateşin de harladığı ileri atılım…

1983 baharında kalabalık bir grup yoldaşıyla birlikte Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde oluşturulan TKP(ML) askeri kampına katılım, Ortadoğu parti organı mensubu olarak sorumluluk üstlenme, Suriye çalışmaları, Halep’te Muhaberat’ça (Suriye İstihbarat Servisi) yakalanıp işkenceli sorguya tabi tutulma ve ardından gelen hapis dönemi (1984)…

Halep hapishanesinden çıkış, silahlı bir TKP(ML)-TİKKO timinin başında Türkiye’ye giriş denemesi esnasında sınır devriyeleriyle çıkan ve iki jandarma erinin ölümüyle sonuçlanan çatışmadan başarıyla çıkış, Ortadoğu’da güvenlik koşullarının ortadan kalkmasıyla 1985 yılı ortalarında iltica talebinde bulunmak amacıyla hava yoluyla önce Fransa’ya ve ardından Yunanistan’a yapılan başarısız giriş denemeleri, her iki ülke ilgili bakanlıklarınca Suriye’ye teslim edilişi, yeniden Muhaberat sorguları… Sonuçta Birleşmiş Milletler İltica Komiserliği aracılığıyla 1985’in ikinci yarısında İsveç’e geçiş, diaspora serüveni ve de ömrünün son anına kadar devam eden Hamido boşluğu, KAYPAKKAYA sevgisi/sadakati…

***

Çoklu faktörlerin birikimiyle oluşan her sürgün ölüm gibi Musa Yavuz’un “ani” kaybı da son yarım yüzyıllık tarihimiz bakımından önemli dersler içeriyor.

Burada devletten, onun muhafızlığını yaptığı kapitalist haydutluktan yana söylenecek fazla söze gerek yok. Zira onlar, hoyratça bir sınıfsal tahakkümün gereğini icra ediyorlar. Esaret altındaki etnik ve inanç topluluklarını hedef alan soykırımlar, tekil ve toplu cinayetler, tabii yaşam sahalarının barbarca tahribi, zorla göçürme, her yaş ve cinsten emekçinin yarattığı toplumsal zenginliğin küçücük bir kastın lehine yağmalanması, tüm bu örgütlü kötülükleri gizlemeye çalışan kurumsal yalanlar ve de komünistler ön sırada olmak üzere bu sınıfsal egemenlik formuna itiraz eden muhaliflerin başına getirilenler. Yani kurumsal işkenceler, sistemli takibatlar, kim vurduya gitmeler, sürgünler ve sürgün mekânlarına dahi taşınan organize cinayetler, yeni suikast tasarıları, kurbanlık isim listeleri…

Yaşamlarının bir aşamasından sonrasını yalnızlık içinde geçiren yoldaşlarımızın ve çoklu acılar içinde beden ve ruh sağlıklarını kaybeden, erken ölümlere sürüklenen devrimcilerin sayısı az değildir.

Her biri birkaç kadim dostu veya aile ferdinin desteğiyle, çoğu zaman ise yalnızca kendi bilinç, irade ve öz değerleriyle hayata tutunmaya çalışan emektarlarımızın kendi kaderleriyle baş başa kalmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Öngörülen değerler, uğruna mücadele edilen insan ilişkileri normlarıyla hiç de bağdaşmayan mevcut tablonun kanıksanmasına, sürgit devamına cevaz vermek, göz yummak aynı derecede anormaldir.

Peki bu ne demektir ve gerekleri nelerdir?

Öncelikle, yüz akı bir direniş tarihinin oluşmasında ve bu günlere taşınmasında Musa Yavuz gibi nice adsız militanının paha biçilmez katkılarını bilmek, teslim etmektir. İkinci olarak, ölümlerinin ardından bol emojili, nostaljik fotoğraflı, ışıklı/yıldızlı taziye mesajlarından daha çok, onlar hayattayken yalnızlaşmalarının, içine kapanmalarının, yaşamlarını idame etme güçlüklerinin sebeplerine, kalıcı çözüm yollarına kafa yormaktır. Uzun hapis, dağ ve yeraltı yaşam formlarının ardından sivil yaşama adapte olmakta zorlanan mensuplarını ve taraftarlarını gereği gibi koruyup zamanla da yeni biçimlerde mobilize edecek dayanışma kültürünü ve bunun kurumsal ağlarını yaratma sorumluluğunu, “hele bir iktidara gelelim, sonra icabına bakarız”a ertelememektir. Bir yandan bin bir emek ve bedelle kazanıp diğer yandan kaybeden bir hal tarzını kültür haline getirmemektir.

Üçüncüsü ve değerlerimize uygun bir seçenek olarak, komün evleri, çoklu işlevlere sahip komün yerleşkeleri yaratmak ve buralarda yaşamak isteyenler için minimum kollektif geçim, bakım ve eğitim olanakları oluşturmaktır.

Dördüncüsü, tercihen uzaklaşanları değil ama küçük kırgınlık ve güvensizliklerin, tali plandaki görüş ayrılıklarının yanlış yöntemlerle ele alınışının ya da ihmalkârlıkla sümen altı edilmesinin neden olduğu yalnızlıkları etkin, yaratıcı, ortak paydaları merkezine alan çabalarla gidermektir…

Beşincisi, günümüze dek süregelen sol (ve tarihimiz) içi müzmin kimi döngüsel sorunların 12 Eylül ile başlayan yenilgi ve çözülme sürecinin artçı dışavurumları ve postmodern ideolojik pandemiyle olan bağını doğru kavramak, bunun gereği olan etkili politikalar geliştirmek, dağılan dinamik fragmanlarını toplamak, çoğaltmak ve samimi her birlik çabasına ivme kazandırmak olabilir…

Altıncısı, yitirdiklerimizin kıymetli anılarına saygının da bir gereği olarak, mücadele deneylerinin tanıklıklarını, varsa zihinsel-sanatsal ürünlerini özenle arşivlemek, bir devamlılık kültürü inşaa etmek ve politik-kültürel mirasımız olarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Dost düşman, parça bütün, orijinal kopya ilişkilerini birbirine karıştıran ve sosyal medya aleminde serili bulunan devlet güdümlü trol ve misyonerlik ağlarının manipülasyonlarına takılarak raydan çıkan sol naifliğin dramı yersiz parçalanmaları tetikleyen yanlışlarla da çakışınca, durumun vehameti daha da ağırlaşıyor. Zira bu durum, bir gözünü devletin üzerinden ayırmaması gereken komünist solun kapalı devre didişmeleri ve yetersizlikleri sistem sahiplerinin birbirinden farklı yeni tipteki ideolojik, politik, medyatik ve polisiye operasyon tekniklerinin yıkıcı etkisini, oluş(turul)an kaotik ortamda sahne alan tuhaf aktörlerin, gönüllü kayyum adaylarının işlerini kolaylaştırabiliyor.

İşte böyle zamanlarda gözlerimiz Musa’yı, Musavari içtenliği, asli değerlerinden şaşmamayı, bilince dayalı sınıfsal öfkeyi, dünyayı değiştirme motivasyonunu daha çok arar oldu. Cervantes’in iyi yürekli, sevgi, inanç, adalet ve hakkaniyet duygusu yüklü baş kahramanına taş çıkartan bir sınırsızlık, eşitlik ve özgürlük aşkına sahipti Musa.

Onun 2007 yılında Belge Yayınları arasında ilk cildi yayınlanan Sanala Romanan (Sanalın Romanı) başlıklı çalışmasına göz atanlar bu gerçeği daha iyi görürler. Musa’nın roman denemesinde her ne kadar dil, tarih, felsefe, kültür, kurgu ve olgular kıran kırana birbirine girmiş de olsa, iki şey bütün berraklığıyla doğal mecrasında yoluna devam eder: Eşitlik ve adalet tutkusu, özgürlük ve sınırsızlık aşkı!

“Yazmakta senin neyine, sen daha dile bile hakim değilsin” demeye getirenlere aldırmadan ve hiçbir komplekse kapılmadan yazıyordu Musa. “Kim demiş köy dünyasının delikanlıları ve Bekaa vadisinin silahlı sıra neferleri yazamaz” dercesine yazdı…

Eğilmeyen Mohikan duruşuna, onurlu ve cesur yürek devrimci kalkışmasına olanca saygı ve sevgiyle.

2656

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Sayfalar