Cuma Mayıs 24, 2024

Birer Birer Duran Mohikan Yürekler ve Düşündürdükleri (Emre Erdal)

Gözünü açtığı yüzyılın devrimci başarılarıyla kanatlanan, yenilgilerine derinden hüzünlenen, yoldaşları düştüğünde ağlayan, kavga saatinde ise şahinleşen, düşlerinin ardından hesapsız yürüyen, pek çok şeyi yarım yaşayan ama zorunluluklarından kurtulmuş bir dünya sevdasından asla vazgeçmeyen bir devrimci kuşağın artakalan mohikanlarını birer-ikişer kaybediyoruz.

Bir önceki kuşaktan Deniz, Mahir ve İbrahim gibi rol modelleri olan; cüret, samimiyet ve değerlerine bağlılık dışında hiçbir akademik ünvanı, medyatik şöhreti olmayan, esasen buna ihtiyaç da duymayan çıplak yürekli adsız direniş abideleriyle erken vedalaşmak acı veriyor. Hele de hak edilmeyen bir dağılma ve yalnızlaşma ikliminde…

1954 yılında Dersim’de başlayan ve 12 Ekim-2021’de İsveç’in Göteborg kentinde biten bir yaşam serüveninin ve mücadele parkurunun evrelerine en genel hatlarıyla bakıldığında dahi, çok boyutlu malum ulusal, sosyal ve sınıfsal toplum gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Bir Mohikan’dan, Musa Yavuz’dan söz ediyoruz…

Mazgirt’in Manekirek köyünün yoksul dünyasında başlayan yaşam yolculuğunun İskenderun durağında işçilik (1976), İstanbul durağında (1977) inşaat ustalığı, taşeronluk, Gülsuyu gecekondu mahallesinde TKP(ML) ile tanışma ve giderek yarı aktif tarzda yerel faaliyetlerine katılma, o yılların başat toplumsal hareketlerinden olan “gecekondu hareketleri”nin en bilineni olan Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne karşı devletçe girişilen ve 12 kişinin ölümü, onlarca kişinin polis kurşunuyla (bu arada kendisinin de kalçasından) yaralanmasıyla sonuçlanan yıkım saldırısına karşı halk direnişine katılma, ardından gelen tutukluluk ve Toptaşı cezaevi dönemi…

1978 başlarında tahliye ve bir süre sonra da yurt dışına çıkış…

1981 Mayıs’ında, çok sevdiği ve köklü bir saygıyla bağlandığı ağabeyi Ahmet Yavuz (Hamido) yoldaşımızın devlet güçlerince katledilmesinin yüreğine düşürdüğü ve bir daha hiç sönmeyen ateşin de harladığı ileri atılım…

1983 baharında kalabalık bir grup yoldaşıyla birlikte Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde oluşturulan TKP(ML) askeri kampına katılım, Ortadoğu parti organı mensubu olarak sorumluluk üstlenme, Suriye çalışmaları, Halep’te Muhaberat’ça (Suriye İstihbarat Servisi) yakalanıp işkenceli sorguya tabi tutulma ve ardından gelen hapis dönemi (1984)…

Halep hapishanesinden çıkış, silahlı bir TKP(ML)-TİKKO timinin başında Türkiye’ye giriş denemesi esnasında sınır devriyeleriyle çıkan ve iki jandarma erinin ölümüyle sonuçlanan çatışmadan başarıyla çıkış, Ortadoğu’da güvenlik koşullarının ortadan kalkmasıyla 1985 yılı ortalarında iltica talebinde bulunmak amacıyla hava yoluyla önce Fransa’ya ve ardından Yunanistan’a yapılan başarısız giriş denemeleri, her iki ülke ilgili bakanlıklarınca Suriye’ye teslim edilişi, yeniden Muhaberat sorguları… Sonuçta Birleşmiş Milletler İltica Komiserliği aracılığıyla 1985’in ikinci yarısında İsveç’e geçiş, diaspora serüveni ve de ömrünün son anına kadar devam eden Hamido boşluğu, KAYPAKKAYA sevgisi/sadakati…

***

Çoklu faktörlerin birikimiyle oluşan her sürgün ölüm gibi Musa Yavuz’un “ani” kaybı da son yarım yüzyıllık tarihimiz bakımından önemli dersler içeriyor.

Burada devletten, onun muhafızlığını yaptığı kapitalist haydutluktan yana söylenecek fazla söze gerek yok. Zira onlar, hoyratça bir sınıfsal tahakkümün gereğini icra ediyorlar. Esaret altındaki etnik ve inanç topluluklarını hedef alan soykırımlar, tekil ve toplu cinayetler, tabii yaşam sahalarının barbarca tahribi, zorla göçürme, her yaş ve cinsten emekçinin yarattığı toplumsal zenginliğin küçücük bir kastın lehine yağmalanması, tüm bu örgütlü kötülükleri gizlemeye çalışan kurumsal yalanlar ve de komünistler ön sırada olmak üzere bu sınıfsal egemenlik formuna itiraz eden muhaliflerin başına getirilenler. Yani kurumsal işkenceler, sistemli takibatlar, kim vurduya gitmeler, sürgünler ve sürgün mekânlarına dahi taşınan organize cinayetler, yeni suikast tasarıları, kurbanlık isim listeleri…

Yaşamlarının bir aşamasından sonrasını yalnızlık içinde geçiren yoldaşlarımızın ve çoklu acılar içinde beden ve ruh sağlıklarını kaybeden, erken ölümlere sürüklenen devrimcilerin sayısı az değildir.

Her biri birkaç kadim dostu veya aile ferdinin desteğiyle, çoğu zaman ise yalnızca kendi bilinç, irade ve öz değerleriyle hayata tutunmaya çalışan emektarlarımızın kendi kaderleriyle baş başa kalmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Öngörülen değerler, uğruna mücadele edilen insan ilişkileri normlarıyla hiç de bağdaşmayan mevcut tablonun kanıksanmasına, sürgit devamına cevaz vermek, göz yummak aynı derecede anormaldir.

Peki bu ne demektir ve gerekleri nelerdir?

Öncelikle, yüz akı bir direniş tarihinin oluşmasında ve bu günlere taşınmasında Musa Yavuz gibi nice adsız militanının paha biçilmez katkılarını bilmek, teslim etmektir. İkinci olarak, ölümlerinin ardından bol emojili, nostaljik fotoğraflı, ışıklı/yıldızlı taziye mesajlarından daha çok, onlar hayattayken yalnızlaşmalarının, içine kapanmalarının, yaşamlarını idame etme güçlüklerinin sebeplerine, kalıcı çözüm yollarına kafa yormaktır. Uzun hapis, dağ ve yeraltı yaşam formlarının ardından sivil yaşama adapte olmakta zorlanan mensuplarını ve taraftarlarını gereği gibi koruyup zamanla da yeni biçimlerde mobilize edecek dayanışma kültürünü ve bunun kurumsal ağlarını yaratma sorumluluğunu, “hele bir iktidara gelelim, sonra icabına bakarız”a ertelememektir. Bir yandan bin bir emek ve bedelle kazanıp diğer yandan kaybeden bir hal tarzını kültür haline getirmemektir.

Üçüncüsü ve değerlerimize uygun bir seçenek olarak, komün evleri, çoklu işlevlere sahip komün yerleşkeleri yaratmak ve buralarda yaşamak isteyenler için minimum kollektif geçim, bakım ve eğitim olanakları oluşturmaktır.

Dördüncüsü, tercihen uzaklaşanları değil ama küçük kırgınlık ve güvensizliklerin, tali plandaki görüş ayrılıklarının yanlış yöntemlerle ele alınışının ya da ihmalkârlıkla sümen altı edilmesinin neden olduğu yalnızlıkları etkin, yaratıcı, ortak paydaları merkezine alan çabalarla gidermektir…

Beşincisi, günümüze dek süregelen sol (ve tarihimiz) içi müzmin kimi döngüsel sorunların 12 Eylül ile başlayan yenilgi ve çözülme sürecinin artçı dışavurumları ve postmodern ideolojik pandemiyle olan bağını doğru kavramak, bunun gereği olan etkili politikalar geliştirmek, dağılan dinamik fragmanlarını toplamak, çoğaltmak ve samimi her birlik çabasına ivme kazandırmak olabilir…

Altıncısı, yitirdiklerimizin kıymetli anılarına saygının da bir gereği olarak, mücadele deneylerinin tanıklıklarını, varsa zihinsel-sanatsal ürünlerini özenle arşivlemek, bir devamlılık kültürü inşaa etmek ve politik-kültürel mirasımız olarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Dost düşman, parça bütün, orijinal kopya ilişkilerini birbirine karıştıran ve sosyal medya aleminde serili bulunan devlet güdümlü trol ve misyonerlik ağlarının manipülasyonlarına takılarak raydan çıkan sol naifliğin dramı yersiz parçalanmaları tetikleyen yanlışlarla da çakışınca, durumun vehameti daha da ağırlaşıyor. Zira bu durum, bir gözünü devletin üzerinden ayırmaması gereken komünist solun kapalı devre didişmeleri ve yetersizlikleri sistem sahiplerinin birbirinden farklı yeni tipteki ideolojik, politik, medyatik ve polisiye operasyon tekniklerinin yıkıcı etkisini, oluş(turul)an kaotik ortamda sahne alan tuhaf aktörlerin, gönüllü kayyum adaylarının işlerini kolaylaştırabiliyor.

İşte böyle zamanlarda gözlerimiz Musa’yı, Musavari içtenliği, asli değerlerinden şaşmamayı, bilince dayalı sınıfsal öfkeyi, dünyayı değiştirme motivasyonunu daha çok arar oldu. Cervantes’in iyi yürekli, sevgi, inanç, adalet ve hakkaniyet duygusu yüklü baş kahramanına taş çıkartan bir sınırsızlık, eşitlik ve özgürlük aşkına sahipti Musa.

Onun 2007 yılında Belge Yayınları arasında ilk cildi yayınlanan Sanala Romanan (Sanalın Romanı) başlıklı çalışmasına göz atanlar bu gerçeği daha iyi görürler. Musa’nın roman denemesinde her ne kadar dil, tarih, felsefe, kültür, kurgu ve olgular kıran kırana birbirine girmiş de olsa, iki şey bütün berraklığıyla doğal mecrasında yoluna devam eder: Eşitlik ve adalet tutkusu, özgürlük ve sınırsızlık aşkı!

“Yazmakta senin neyine, sen daha dile bile hakim değilsin” demeye getirenlere aldırmadan ve hiçbir komplekse kapılmadan yazıyordu Musa. “Kim demiş köy dünyasının delikanlıları ve Bekaa vadisinin silahlı sıra neferleri yazamaz” dercesine yazdı…

Eğilmeyen Mohikan duruşuna, onurlu ve cesur yürek devrimci kalkışmasına olanca saygı ve sevgiyle.

2652

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar