Cumartesi Mayıs 18, 2024

Birer Birer Duran Mohikan Yürekler ve Düşündürdükleri (Emre Erdal)

Gözünü açtığı yüzyılın devrimci başarılarıyla kanatlanan, yenilgilerine derinden hüzünlenen, yoldaşları düştüğünde ağlayan, kavga saatinde ise şahinleşen, düşlerinin ardından hesapsız yürüyen, pek çok şeyi yarım yaşayan ama zorunluluklarından kurtulmuş bir dünya sevdasından asla vazgeçmeyen bir devrimci kuşağın artakalan mohikanlarını birer-ikişer kaybediyoruz.

Bir önceki kuşaktan Deniz, Mahir ve İbrahim gibi rol modelleri olan; cüret, samimiyet ve değerlerine bağlılık dışında hiçbir akademik ünvanı, medyatik şöhreti olmayan, esasen buna ihtiyaç da duymayan çıplak yürekli adsız direniş abideleriyle erken vedalaşmak acı veriyor. Hele de hak edilmeyen bir dağılma ve yalnızlaşma ikliminde…

1954 yılında Dersim’de başlayan ve 12 Ekim-2021’de İsveç’in Göteborg kentinde biten bir yaşam serüveninin ve mücadele parkurunun evrelerine en genel hatlarıyla bakıldığında dahi, çok boyutlu malum ulusal, sosyal ve sınıfsal toplum gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Bir Mohikan’dan, Musa Yavuz’dan söz ediyoruz…

Mazgirt’in Manekirek köyünün yoksul dünyasında başlayan yaşam yolculuğunun İskenderun durağında işçilik (1976), İstanbul durağında (1977) inşaat ustalığı, taşeronluk, Gülsuyu gecekondu mahallesinde TKP(ML) ile tanışma ve giderek yarı aktif tarzda yerel faaliyetlerine katılma, o yılların başat toplumsal hareketlerinden olan “gecekondu hareketleri”nin en bilineni olan Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne karşı devletçe girişilen ve 12 kişinin ölümü, onlarca kişinin polis kurşunuyla (bu arada kendisinin de kalçasından) yaralanmasıyla sonuçlanan yıkım saldırısına karşı halk direnişine katılma, ardından gelen tutukluluk ve Toptaşı cezaevi dönemi…

1978 başlarında tahliye ve bir süre sonra da yurt dışına çıkış…

1981 Mayıs’ında, çok sevdiği ve köklü bir saygıyla bağlandığı ağabeyi Ahmet Yavuz (Hamido) yoldaşımızın devlet güçlerince katledilmesinin yüreğine düşürdüğü ve bir daha hiç sönmeyen ateşin de harladığı ileri atılım…

1983 baharında kalabalık bir grup yoldaşıyla birlikte Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde oluşturulan TKP(ML) askeri kampına katılım, Ortadoğu parti organı mensubu olarak sorumluluk üstlenme, Suriye çalışmaları, Halep’te Muhaberat’ça (Suriye İstihbarat Servisi) yakalanıp işkenceli sorguya tabi tutulma ve ardından gelen hapis dönemi (1984)…

Halep hapishanesinden çıkış, silahlı bir TKP(ML)-TİKKO timinin başında Türkiye’ye giriş denemesi esnasında sınır devriyeleriyle çıkan ve iki jandarma erinin ölümüyle sonuçlanan çatışmadan başarıyla çıkış, Ortadoğu’da güvenlik koşullarının ortadan kalkmasıyla 1985 yılı ortalarında iltica talebinde bulunmak amacıyla hava yoluyla önce Fransa’ya ve ardından Yunanistan’a yapılan başarısız giriş denemeleri, her iki ülke ilgili bakanlıklarınca Suriye’ye teslim edilişi, yeniden Muhaberat sorguları… Sonuçta Birleşmiş Milletler İltica Komiserliği aracılığıyla 1985’in ikinci yarısında İsveç’e geçiş, diaspora serüveni ve de ömrünün son anına kadar devam eden Hamido boşluğu, KAYPAKKAYA sevgisi/sadakati…

***

Çoklu faktörlerin birikimiyle oluşan her sürgün ölüm gibi Musa Yavuz’un “ani” kaybı da son yarım yüzyıllık tarihimiz bakımından önemli dersler içeriyor.

Burada devletten, onun muhafızlığını yaptığı kapitalist haydutluktan yana söylenecek fazla söze gerek yok. Zira onlar, hoyratça bir sınıfsal tahakkümün gereğini icra ediyorlar. Esaret altındaki etnik ve inanç topluluklarını hedef alan soykırımlar, tekil ve toplu cinayetler, tabii yaşam sahalarının barbarca tahribi, zorla göçürme, her yaş ve cinsten emekçinin yarattığı toplumsal zenginliğin küçücük bir kastın lehine yağmalanması, tüm bu örgütlü kötülükleri gizlemeye çalışan kurumsal yalanlar ve de komünistler ön sırada olmak üzere bu sınıfsal egemenlik formuna itiraz eden muhaliflerin başına getirilenler. Yani kurumsal işkenceler, sistemli takibatlar, kim vurduya gitmeler, sürgünler ve sürgün mekânlarına dahi taşınan organize cinayetler, yeni suikast tasarıları, kurbanlık isim listeleri…

Yaşamlarının bir aşamasından sonrasını yalnızlık içinde geçiren yoldaşlarımızın ve çoklu acılar içinde beden ve ruh sağlıklarını kaybeden, erken ölümlere sürüklenen devrimcilerin sayısı az değildir.

Her biri birkaç kadim dostu veya aile ferdinin desteğiyle, çoğu zaman ise yalnızca kendi bilinç, irade ve öz değerleriyle hayata tutunmaya çalışan emektarlarımızın kendi kaderleriyle baş başa kalmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Öngörülen değerler, uğruna mücadele edilen insan ilişkileri normlarıyla hiç de bağdaşmayan mevcut tablonun kanıksanmasına, sürgit devamına cevaz vermek, göz yummak aynı derecede anormaldir.

Peki bu ne demektir ve gerekleri nelerdir?

Öncelikle, yüz akı bir direniş tarihinin oluşmasında ve bu günlere taşınmasında Musa Yavuz gibi nice adsız militanının paha biçilmez katkılarını bilmek, teslim etmektir. İkinci olarak, ölümlerinin ardından bol emojili, nostaljik fotoğraflı, ışıklı/yıldızlı taziye mesajlarından daha çok, onlar hayattayken yalnızlaşmalarının, içine kapanmalarının, yaşamlarını idame etme güçlüklerinin sebeplerine, kalıcı çözüm yollarına kafa yormaktır. Uzun hapis, dağ ve yeraltı yaşam formlarının ardından sivil yaşama adapte olmakta zorlanan mensuplarını ve taraftarlarını gereği gibi koruyup zamanla da yeni biçimlerde mobilize edecek dayanışma kültürünü ve bunun kurumsal ağlarını yaratma sorumluluğunu, “hele bir iktidara gelelim, sonra icabına bakarız”a ertelememektir. Bir yandan bin bir emek ve bedelle kazanıp diğer yandan kaybeden bir hal tarzını kültür haline getirmemektir.

Üçüncüsü ve değerlerimize uygun bir seçenek olarak, komün evleri, çoklu işlevlere sahip komün yerleşkeleri yaratmak ve buralarda yaşamak isteyenler için minimum kollektif geçim, bakım ve eğitim olanakları oluşturmaktır.

Dördüncüsü, tercihen uzaklaşanları değil ama küçük kırgınlık ve güvensizliklerin, tali plandaki görüş ayrılıklarının yanlış yöntemlerle ele alınışının ya da ihmalkârlıkla sümen altı edilmesinin neden olduğu yalnızlıkları etkin, yaratıcı, ortak paydaları merkezine alan çabalarla gidermektir…

Beşincisi, günümüze dek süregelen sol (ve tarihimiz) içi müzmin kimi döngüsel sorunların 12 Eylül ile başlayan yenilgi ve çözülme sürecinin artçı dışavurumları ve postmodern ideolojik pandemiyle olan bağını doğru kavramak, bunun gereği olan etkili politikalar geliştirmek, dağılan dinamik fragmanlarını toplamak, çoğaltmak ve samimi her birlik çabasına ivme kazandırmak olabilir…

Altıncısı, yitirdiklerimizin kıymetli anılarına saygının da bir gereği olarak, mücadele deneylerinin tanıklıklarını, varsa zihinsel-sanatsal ürünlerini özenle arşivlemek, bir devamlılık kültürü inşaa etmek ve politik-kültürel mirasımız olarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Dost düşman, parça bütün, orijinal kopya ilişkilerini birbirine karıştıran ve sosyal medya aleminde serili bulunan devlet güdümlü trol ve misyonerlik ağlarının manipülasyonlarına takılarak raydan çıkan sol naifliğin dramı yersiz parçalanmaları tetikleyen yanlışlarla da çakışınca, durumun vehameti daha da ağırlaşıyor. Zira bu durum, bir gözünü devletin üzerinden ayırmaması gereken komünist solun kapalı devre didişmeleri ve yetersizlikleri sistem sahiplerinin birbirinden farklı yeni tipteki ideolojik, politik, medyatik ve polisiye operasyon tekniklerinin yıkıcı etkisini, oluş(turul)an kaotik ortamda sahne alan tuhaf aktörlerin, gönüllü kayyum adaylarının işlerini kolaylaştırabiliyor.

İşte böyle zamanlarda gözlerimiz Musa’yı, Musavari içtenliği, asli değerlerinden şaşmamayı, bilince dayalı sınıfsal öfkeyi, dünyayı değiştirme motivasyonunu daha çok arar oldu. Cervantes’in iyi yürekli, sevgi, inanç, adalet ve hakkaniyet duygusu yüklü baş kahramanına taş çıkartan bir sınırsızlık, eşitlik ve özgürlük aşkına sahipti Musa.

Onun 2007 yılında Belge Yayınları arasında ilk cildi yayınlanan Sanala Romanan (Sanalın Romanı) başlıklı çalışmasına göz atanlar bu gerçeği daha iyi görürler. Musa’nın roman denemesinde her ne kadar dil, tarih, felsefe, kültür, kurgu ve olgular kıran kırana birbirine girmiş de olsa, iki şey bütün berraklığıyla doğal mecrasında yoluna devam eder: Eşitlik ve adalet tutkusu, özgürlük ve sınırsızlık aşkı!

“Yazmakta senin neyine, sen daha dile bile hakim değilsin” demeye getirenlere aldırmadan ve hiçbir komplekse kapılmadan yazıyordu Musa. “Kim demiş köy dünyasının delikanlıları ve Bekaa vadisinin silahlı sıra neferleri yazamaz” dercesine yazdı…

Eğilmeyen Mohikan duruşuna, onurlu ve cesur yürek devrimci kalkışmasına olanca saygı ve sevgiyle.

2650

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar