Cumartesi Mayıs 11, 2024

Biz uslu değiliz olmayacağız da! (İbrahim ŞAHİN)

Babam, vaktiyle askerde okuma-yazma öğrenmiş. Ondan sonra da kendini kitap okumaya vermiş. Annem "oğlum baban düven üstünde bile kitap okurdu. Ben de hayranlıkla bakardım ona" diye anlatır, şimdi toprak olmuş babamı.

Şimdi her ziyarete gelip gidişlerinde ailem kitap getirip götürüyor. Yazdıklarımı da görünce annem telaşlanıyor: “oğlum hep oku hep yaz ne olacak bunun sonu? Ara ara bırakın onları da yeşile, çiçeklere bakın, yoksa gözleriniz bozulur” diye tavsiyelerde bulunuyor.

"Anne burası hapishane burada yeşillik olmaz ki"

"Ama oğlum insan yeşilden uzakta yaşayamaz ki. Hiç yeşillik olmaz olur mu?"

"Yok, anne her yer beton"

"Siz de bir tenekeye fidan, çiçek ekin oğlum. Onun bile faydası olur insana; gözünüz dinlenir."

"Anne, burası F tipi, burada çiçek de yasak. İzin vermiyorlar çiçek ekmemize."

"Oğlum çiçeğin kime ne zararı olur demez misiniz gardiyana; siz evinizde çiçek büyütmez misiniz, demediniz mi? Çiçek yasaklayan adam mı olurmuş hiç?"

"Faydasız anne, izin vermiyorlar"

"Hıı… Allah Allah…. Aklım almıyor valla bu işi… Hangi akıl çiçeği yasaklar ki… Hı…"

"……………"

"Oğlum bak ne diyeceğim. Ben üç-beş buğday getireyim. Siz de onu saksıya ekip yeşilliğine bakarsınız. Yoksa gözlerinizin feri çekilir yeşilliksiz. Buğdayı ekince sade ot yetişirde çiçeği olmaz ya. O zaman yasak olmaz demi?"

"Anne, çiçek yasak, derken konu çiçekten açıldığı için çiçek dedim. Yoksa bu adamlar her türlü yeşilliği, her türlü çiçeği ve toprağı da yasak etmişler. Yani bir avuç toprak bile yok burada..."

"……….?!"

İşte böyle. Bu konuşma aynen böyle geçti annemle benim aramda. Eksiği var fazlası yok. İstersen annemle sohbet edip o telaşının nedenini anlayabilirsiniz.

Bulutlara bakın çocuklar

Durun daha bitmedi. Evlatlar ülkelerini savunurken anneleri de evlatlarını savunuyor. Yaratıcılıkla birleşen bir analık duygusu kadar devrimci etki var mıdır bilmem. “Görüş bitti” dedi gardiyan. Biz ayağa kalktık annemle sarıldık. Vedalaştık. Gitmeden önce annem aklına yeni gelen bir fikrin telaşıyla şöyle dedi: Bulutlara bakın oğlum. Bulut yoksa havanın maviliğine bakın. Hep yakına bakmayın. Uzaklara da bakın. Unutmayın ha! Uzaklara da bakın. Yoksa gözleriniz bozulur.”

Ah güzel anam, ne kadar da haklı ve sahiplenici.

Tevekkeli değil. Son bir ayı aşkındır gözlerimdeki sorunlar için hastaneye sevk bekliyorum. Her akşam “yarın hastanen var hazırlan” diyorlar ama ben de artık, emin misiniz, son kararınız mı” diye oyuna vurdum. Zira F tipinde her uygulama aklın sınırlarına aykırı bir oyun gibi. Nihayet iki hafta önce hastaneye gittim. Yeni numara, yeni gözlük. Ve ben herhalde bir o kadar süre daha gözlüğümün verilmesini bekleyeceğim. Burada işler tosbağa hızıyla gidiyor tutsaklar söz konusu olunca.     

Ama mesele tutsakları mağdur etmeye gelince mutlaka bir yasa-yönetmelik mutlaka oluyor ve anında uyguluyorlar ki hızlarına “hayran” kalırsın ve bu uygulama için müdür-savcı da beklenmez; her gardiyan anında yerine getirebilir. Ama bir aspirin dahi istesek biz, gardiyan başgardiyana o da müdüre gidip izin almak zorundadır. Hani istediğine pişman olursun da onlar gelene kadar önce gardiyana sonra başgardiyana sonrada müdüre derdini anlatıncaya kadar yaşadığın stresten dolayı çektiğin ağrıyı unutursun.

Soğan da yasak

Geçen gün arama vardı. Her ay; bazen daha sık arama olur. Nerden estiyse bir kuru soğanı küçük bir ilaç kutusuna doldurduğum suyun içene oturttum. Sekiz-on gün içinde küçük küçük dallarla çimlenmişti soğan. Küçük bir sevincimiz olmuştu bu beton kuyuda. Ona baktıkça, arada bir suyunu değiştirdikçe annemin sözlerini hatırlar onun gül yüzünü anardım. Neyse geçen gün arama esnasında gardiyanın biri kaşla göz arasında soğanı alıp çıkmaya çalışırken bizim bir yoldaş yapışmış soğana. Ben bağırtıya koşuştururken baktım ikisi-yoldaşla gardiyan- iki yanından çekiştiriyorlar soğanı.

"Ne alıyorsun ver soğanımızı"

"Yasak"

 "Nerde yazıyor 'soğan yasak' diye?"

"Yasak işte"

"Yahu soğanın sana ne zararı var"

"Amaç dışı kullanmışsınız"

"Ne amaç dışı yahu. Belki ben yeşil soğan yemek istiyorum."

"Üretim yapıyorsunuz. F tipinde üretim yapmak yasak."

"Ne üretimi be. Bostan mı bu; şu kutuda bir tek soğan."

"Al tamam. Ama bir daha olursa el koyarız."

"Soğana mı el koyarsınız."

"Evet."

"Bunu nasıl açıklayacaksınız kamuoyuna"

"Yasak"

"….?!"

İşte böyle. Ama soğan bizde kaldı. Muhtemelen bir bulgur pilavının yanında yiyeceğiz onu. Üç kişiyiz hücrede. Herkese birer parça vereceğim. Kardeş payı yapacağız.

Fotoğraf çekilmek için bile mahkeme kararı gerekiyor

Buradaki işler, “Saldım çayıra mevlam kayıra” nevisinden. Arkadaşlarla beraber sohbet yerinde fotoğraf çekilelim dedik. “Yasak” dedi hapishane idaresi ki, zaten bunu beklememek ahmaklık olurdu. Bir arkadaş mahkemeye başvurup “sohbet, spor alanlarında çekilebilir” diye karar aldırdı. Bu kararla birlikte idareye dilekçe yazılıp arkadaşlarıyla birlikte fotoğraf çekilmek istediğini bildirmişti. Birkaç gün önce idareden gelip “karar sadece senin için alınmış arkadaşların için alınmamış” diye cevap vermiş idare “ iyi de tek başıma çekilmek istesem neden mahkeme kararı alayım?” “cık”

Yani şimdi tüm tutsaklar olarak yeni baştan mahkemeye başvurup yeni kararlar almalıyız. Tabi idarenin o kararı da nasıl yorumlayacağına dair tuhaf önsezilerim var. Onu da burada açık etmeyeyim neme lazım?

Tutsakların yaratıcılığı sınır tanımaz

Bilirsiniz mapushane deyince tutsakların özellikle elişleri de akla gelir ki, Türkiyeli tutsaklar bu konuda maharetli ve yaratıcılıkta sınırsız gibidirler. Hapishane idaresinin kafasına esmiş ve birkaç yıldır “yasak” “güvenlik” vb. diyerek elişinde kullanılan boncukları toplamıştı. Neyse uzun uğraşlardan sonra bir arkadaş mahkeme kararı çıkartıyor ve “hapishaneye boncuk alınabilir” deniyor kararda. Sonra onun yanındaki başka bir arkadaş da boncuk almak istediğini söylüyor dilekçeyle. Ama “senin mahkeme kararın yok” diyerek ona boncuk verilmiyor. Yani burada şahsa özel yasalar işliyor. Bir yasa “a” ya da “b” şahsı için geçerli oluyor, herkes için olmuyor. Bir haktan herkesin yararlanması için herkesin ayrı ayrı mahkemeye vurup karar çıkartması gerek. Elbette bunlar bizim için hiç de hayret verici deneyimler değildir. Eminim bu yazdıklarımı okuyanlar “hoppala” diyordur ama tüm bu anlattıklarımın beteri var. Aklınızı koruyasınız diye dahasını anlatmıyorum. Aynı mahkemenin birkaç gün arayla aynı dosya hakkında iki zıt karar almasını da anlatmıyorum ki vallahi de sizi düşünerek…

20 yılı devirdim sayılır dört duvar arasında

Ben yirmi seneye evrilen bir politik tutsağım, yani bu tür “akıl almaz” uygulamalara bağışığım. Alışmamak içinde gerek hukuken gerek fiziki gerek edebi, politik, ideolojik olarak elimde ne araç varsa direniyorum bu saçmalıklara karşı. Engels’ten mülhem diyecek olursam, daha az saçma kılmaya çalışıyorum yaşamı.

Ancak bu çabanın hapishanelerde sınırlı olmayacağını olmadığını siz de bilinçli bireyler olarak görüyorsunuz. Aslında kapitalizmin tüm uygulamaları akla ziyandır ama alıklaştırılmış insan bunun normal olduğunu düşünür. Bir insan normal gördüğü şeye de itiraz edemez.    

Biz uslu değiliz olmayacağız da

Marx, kapitalizmin her şeyi tersyüz ettiğini söylerken ne kadar da haklıydı. Kapitalizm saldırısı azgınlaştıkça bu gerçek daha da görünür oluyor. Ben, sen, biz de bir gerçeğin örtüsünü kaldırıp bu bilgilenme sürecini hızlandıracağız.

Bu süreç boyunca da kimimizin bedeller ödemesi beklenmedik olamaz değil mi? Bu itibarla Adil Okay’ın tutsaklara yazdığı bir kart büyük bir özgürlük eyleminin planı olur, prensesimiz Öykü’nün gönderdiği salyangoz ya da deniz kabukları henüz tanımlanamayan bir silah olabilir. Ya da o balonlara tutunup firar edebiliriz diye davalar açılabilir.

Bu tuzaklar bu komplolar ne yenidir ne de bundan sonra beklemediğimizdir. Değil mi ki prenses Öykü o balonları, o Akdeniz sahillerinden toplayıp bize gönderdiği deniz kabukları ve siz o kartları gönderiyorsunuz. Ve devlet bunları engelliyor, hakkınızda davalar acıyor, devlet kendi cephesinden haklıdır; çünkü ben o balonu görmedim ama düşlerim tutunup uçtu onunla özgürlüğe. O deniz kabukları ters çevirip kayık yaptım da içine bindim, dolanıyorum Akdeniz’de… Ben böyle özgürüm. Ben böyle devletin istediği gibi “uslu” değilim. Umutsuz değilim. Böyle baş eğmezim. Bu yüzden işte, benim için bu duvarlar yok hükmündedir.

Bütün bunları böyle düşününce sizin kartlarınız, Öykü’nün deniz kabuklarının tehlikeli olması mantıksız mı? Babaya örgüt üyeliği kızı Öykü’ye de örgüt lideri sıfatı boşuna mı? Bütün bunlardan sonra, yani tutsakların düşlerini firar ettirip, Akdeniz’de dolaştırıp özgürce ve bununla da övünürken, hala masum olduğunuzu sanıyorsunuz. Siz insanın özgürlüğünü ve eşitliğini savunduğunuz için kocaman suçlularsınız.

Son söz

Umuyorum ve diliyorum ki bu suçu işlemeye hep devam edersiniz. Ki ben buna tanık olayım. Ve de tüm insanlığın bu uğurda yürüdüğünü görme fırsatımız olsun emi? Tüm insanlık bu suçu işlemeye kalktığı gün ortada artık suç ve suçlu kalmayacak. Hapishanelerde, tutsaklık da bu insana aykırı yaşam da ortadan kalkacak.  O vakit özgür insana yaraşır bir hayatta kulaklarımızın ardına papatya takar gibi sevinçle yaşayabiliriz günlerin sürprizlerini.

26/05/2014

İBRAHİM ŞAHİN

1 NO’LU F TİPİ CEZAEVİ   C-8-91

SİNCAN− ANKARA

94508

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Sayfalar