Cumartesi Nisan 27, 2024

Çözülmemek için çözme mücadelesinde yeni evre

Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerinin hemen öncesinde devlet Kürt meselesinde bugüne kadar en somut ve ciddi adım olan çerçeve yasasını çıkararak PKK ile yapılan görüşmeleri yasal dayanağa kavuşturdu. CB seçimlerinin hemen ardından ise Kürt meselesi bağlamındaki “çözüm süreci” yeniden gündemin ilk sırasına oturmuş durumda. 2012 sonunda Abdullah Öcalan ile BDP heyetinden Ahmet Türk ve A. Akat Ata’nın yaptığı görüşme ile startı verilen ve 2013 Newroz’un da Öcalan’ın açık çağrısıyla süreç fiilen başlatıldı. Belirlenen bir yol haritası olduğu ifade edildi. PKK bu bağlamda gerilla güçlerini TC’nin egemenlik sınırları dışına taşımayı pratikleştirdi. Ancak devlet her zaman yaptığını yaparak süreci oyalamayı ve ayak sürümeyi esasına aldı. Şimdi tam da bu gelişmede yeniden başa dönüldüğünü gösteriyor. Geçen yıl gerçekleşmeyen yol haritası, pratikleştirilmek üzere gündemi işgal ediyor.

Devletin “Makus” Talihi: Baştan Başlamak!

HDP heyetinin 15 Ağustos’ta A.Öcalan ile yaptığı görüşmeden getirdiği “30 yıllık savaş demokratik müzakereyle sonuçlanmak üzere” mesajının ardından “çözüm süreci”nden sorumlu bakan Beşir Atalay televizyon ve gazetelere seri halde sürecin çerçevesi ile ilgili demeçler vermeye başladı. Tam bir yıl önce basına sızdırılan ve tartışılan yol haritasını şimdi bizzat B. Atalay’ın ağzından doğrudan duyuyoruz. 1 Eylül’e kadar yapılacaklara dair genel hatların belirleneceği, 30 Eylül’e kadar tarafların bunu istişare ya da müzakere edeceği ve ondan sonra kamuoyuna açıklanarak pratikleştirileceği belirtiliyor.

B. Atalay 19 Ağustos’ta NTV’ye verdiği özel röportajda, “sürecin başından bu yana hiç bu kadar rahat bir dönem yaşamadığını” belirterek sürecin ana hatlarıyla oturduğunun ve olumlu gittiğinin altını özellikle çizerek oldukça “iyimser” bir hava oluşturmaya çalışıyor. A. Öcalan’la görüşmelerde yeni heyetlerin devreye gireceğini, görüşme sıklığının yoğunlaşacağını, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın esas rolü üstleneceğini, doğrudan Kandil ile de görüşmelerin artık başlayacağını, oldukça rahat ve kendine güvenli şekilde ifade ediyor. A. Öcalan’ın protokol belge oluşturma talebinin oluşturulacak bu yol haritasının kendisi olduğunu da ifade ediyor. Sürecin temel amacını ise önce silahlı güçlerin sınırın dışına çekilmesi sonra da bunların silahlarını bırakarak topluma, “demokratik” siyasete kazandırılması ve silahlı mücadelenin ortadan kaldırılması olarak konuyor.

A. Öcalan’ın ve B. Atalay’ın açıklamalarına bakılacak olursa sürecin gelişimine dair bir mutabakat oluşturulmuş gibi görünüyor. B. Atalay’ın genel yaklaşımı ve tavrında ise PKK ile yapılan görüşmelerin artık diyalog evresinden müzakere evresine geçtiğinin işaretleri var.

Devletin Yüzsüzlüğü: Artık PKK Adım Atmalı!

Bu açıklamalara bakılacak olursa süreç Kürt meselesinin toplumsal sorun ayağı olan ulusal hak ve özgürlükler tartışmasından ve buna dair yapılacaklardan evvel Kürt ulusal hareketinin bu hakların kazanılması mücadelesinde silahlı biçiminin nasıl devre dışı bırakılacağı üzerine odaklanmış durumda. Kuşkusuz bunun Kürt meselesinden bağımsız olmadığı ama esasen siyasi biçiminin ve mücadelesinin şekillendirilmesi üzerine oturduğunu tespit etmek gerekir. Kürt ulusal hareketine ülkede silahlı mücadeleyi bırakması karşılığında henüz sınırları ve çerçevesi belirlenmemiş belli bir “siyasal özgürlük” tanınması hakkı verilmesi denklemi kurulmuş durumda. Kürt ulusal hakları noktasında ulusal hareketin siyasi hedef ve amaçlarını gerçekleştirmesi için artık mücadelesini silahlı olmayan biçimlerde sürdürmesi koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Sürecin ana karakterinin bu olduğu net şekilde belirginleşmiştir.

Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın ana koordinasyon merkezi olarak belirlenmesi, A. Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi, hapishanelerde bulunan tutsaklara dair düzenlemelerin yapılacak olması, gerillaların sınır dışında çekilmesi ve sonra siyasete kazandırılması tartışmaları vs. meselenin asayiş sorunu ve siyaset yapma hakkı eksenine oturtulduğunun net göstergeleridir.

Gelişen sürecin bu eksene oturması kaçınılmaz olarak meseleyi algılamada ve beklentiler noktasında bitmek tükenmez gerginliklerinde oluşmasına gebe bir durumu yaratacaktır. Ki B. Atalay bunun ilk işaretlerini sürecin genel çerçevesini anlatırken vermektedir. Geliştirecekleri bu yol haritasından sonra artık daha rahat olacaklarını mealen, “Bu adımdan sonra artık bizim yapacaklarımızdan çok, karşı tarafın üzerine daha fazla sorumluluk yüklenecek, artık esasta yapılması gerekenler onlara ait olacak” demektedir. (19 Ağustos, NTV Özel Röportaj) Devletin Kürt meselesine yaklaşımının en net tercümesi bu yaklaşımda gizlidir. Kürt ulusal hakları noktasında kırıntı düzeyinde dahi adımlar gerçekleşmemişken, görüşmelerde ortaya çıkan mutabakatlarda en ufak bir adım dahi atılmamışken, şimdiye kadar kendilerine dair beklentiyi karşıladıkları algısı ve anlayışı sorunun nasıl bir cenderenin içinde olduğunun da göstergesidir.

“Anlaşırken” Katletmek!

Kürtlerin ulusal, demokratik ve siyasal hakları taleplerinde silahlardan arındırılmış bir mücadelenin nasıl bir zorlu etaba gireceğinin de işaretleri fazlasıyla vardır. Devlet PKK ve A. Öcalan’la “demokratik siyaset” koşullarının oluşturulması ekseninde bir mutabakat oluştururken ve bunu kamuoyuna anlatırken bir yandan da Lice’de PKK şehitliğine dikilen Mahsum Korkmaz’ın heykeline karşı 3000 askerle gerçekleştirdiği operasyon gündeme oturdu. Tam da faşist TC’nin bıkmadığı bir yaklaşım, bu defa da hayata geçmiştir.

Bir yandan görüşmeleri olgunlaştırırken diğer yandan Kürt halkına ve onun değerlerine saldırmaktan, onlara sınırlarını göstermekten ve hangi sınırda duracaklarını şiddetle, baskıyla ifade etmekten geri durmamıştır. Bir yandan Kürtlerin haklarını, özgürlüklerini, değerlerini demokratik şekilde ifade etmesinin koşullarını oluşturduğunu propaganda ederken diğer yandan bir heykelin yıkılması için 3000 kişilik orduyla operasyon düzenlemekte ve halkın üstüne ateş açarak katliam girişiminde bulunmaktan geri durmamaktadır.

Mehdin Taşkın adlı yurtsever bu operasyonda katledilmiştir. Bu Kürtlerin ulusal sembol ve mücadele değerlerini yaşatma olanaklarının faşizm tarafından her durum ve koşulda baskı, şiddet ve katliamlarla engelleneceğinin açık mesajıdır. Ki B. Atalay; “çözüm süreci kanunsuzluklara müsamaha göstermek değildir. Bölgedeki valilere, emniyet müdürlerine, jandarma komutanlarına bunu anlattım. Lice’de de olması gereken olmuştur. Bir kişi ölmüştür. Yazık olmuştur” diyerek Kürt halkının demokratik temelde mücadelesine ve değerlerini yaşatmasına karşı nasıl konumlanacaklarını ifade etmiştir. Her yeni adım atılma arifesinde Kürt kanı dökmek devletin geleneği ve kültürü haline gelmiştir.

Kürt Barışına Zorunlu Yazılmak!

Bu sürecin oluşmasında iki temel neden vardır. Birincisi, iç sebep olarak Kürtlerin uzun süreli yaygın ve etkili mücadelesi. İkincisi ise, dış koşullar olarak Ortadoğu’da 100 yıllık egemen sistemin artık sürdürülemez olması ve bu bağlamda yeni toplumsal, sosyal ve siyasal denge oluşturma mücadelesidir. Özellikle TC’nin bölgesel ekonomik ve siyasi çıkarları onu Kürt meselesinde zorunlu olarak barış ve uzlaşma eksenine itelemiştir. Irak ve Suriye ekseninde yaşanan her gelişme, TC’yi “barış”ına daha fazla mahkum kılmaktadır. Zira gelişmeler Kürtlerin Ortadoğu’daki kilit konumunu pekiştirmekte sağlamlaştırmaktadır. PKK’nin bu gelişmeler karşısındaki konumu ve izlediği siyaset aynı zamanda onun gücünü de pekiştirmekte, Kürt ulusal önderliği noktasında TC’nin tüm oyun planlarını bozacak şekilde siyasetini yaygınlaştırmaktadır.

Bu bağlamda TC, egemenliğine ve bağlı olduğu emperyalist sistemin gücüne güvenerek kendi siyasi ve ideolojik kabuğunu düzenleyip PKK’yi sistemine uyumlu hale getirme hattını örgütlemeye çalışmaktadır. Bu şekilde “büyük Kürt barışını” bölgesel politikalarının ve çıkarlarının bir unsuru yapma hesabı içindedir. Ahmet Davutoğlu’nun iç çelişkileri ve sorunları dışarıda karşılayarak güvenliği ve istikrarı sağlayarak bölge devleti olma hesabına bu durum uyumludur. (Ki A. Davutoğlu’nun tüm başarısızlığına rağmen Başbakanlığının en önemli sebeplerinden biriside budur.) Kürt meselesi ve mezhep sorununu içerde etkisiz kılma ya da dışarıda yaşanış biçiminden daha geri düzeyde tutma siyaseti aynı zamanda etkin ve aktif dış politikayı uygulama zemini anlamına gelmektedir.

Kürt meselesinde açıklanan bu yeni evrenin gerçekten 30 yıllık silahlı mücadele evresinin bitişini sağlar mı zaman gösterecek, ancak Kürt meselesinde yeni bir siyasi sürecin önünü açacağı görülmektedir. Ancak PKK’nin tümüyle silahları bırakması Kürdistan’ın diğer parçaları ve bölgenin genel savaş iklimi düşünüldüğünde artık sadece görülecek bir rüya olabilir. Devletin meselenin gerçek çözümü bir yana Kürt ulusal hareketinin reformcu temelde çözüm yaklaşımına dahi güçlü dirençler göstereceği şimdiden bellidir. Bu durum Kürt meselesinin savaş ikliminden kurtulmasını da zorlaştıracaktır. Zira TC’nin Kürt meselesini çözme algısı Kürtlerin önüne çıkan tarihsel koşulların dişinin dolgusu olmayacak kadar zayıftır. Bu ana çelişkinin uzun süre sürdürülmesi ise mümkün değildir.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler şimdi tam da TC’yi Kürt meselesinde daha güçlü adımlar atmaya, -mecburen- zorlamaktadır. Bu şekilde aynı zamanda bir dış sorun olan Kürt meselesini şekillendirme ve daha da önemlisi bölge siyasetini şekillendirme hesabı yapmaktadır. Ancak onların devlet geleneği, Kürt meselesini çözülmüş bir iç sorun olmaktan kolay kurtaramayacaktır.

Kürt meselesi gerek derin toplumsal karakteri ile gerekse de siyasal niteliğiyle tarihsel ayrılma eğilimini ya da tam eşitlik (Özgürce Ayrılma Hakkı) talebini daha da güçlendirecektir. TC için bu süreci geciktirmek, uzatmak ya da Kürt ulusal hareketiyle ittifak kurarak bir süre sağlama almak esas eğilimdir. Faşist siyasal yapısı ise her şeyden daha önce bunun sağlıklı gelişmesine en büyük engeldir. TC’nin bu siyasal yapısı ve gelenekleri aynı zamanda onun ufkunu daraltan, yeteneklerini kısıtlayan ve uzun vadeli çıkarlarını görmesini engelleyen nesnel bir durumda yaratmaktadır. Kürt barışında yıllardır uyguladığı oyalama siyasetinin bugün pekte faydasına olmadığını, daha erken atılacak adımların bugün daha fazla işine yarayacağı bugünden bakılınca daha net görülmektedir. Sadece bu bile TC’nin yapısal sorununu ispatlamaya yetmektedir. Barış, uzlaşma ve demokratikleşmenin, TC’nin yapısal karakteriyle uyumlu olmaması sürecin inişli çıkışlı hatta devam edeceğinin işaretlerini vermektedir.

87355

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

Sayfalar