Cumartesi Haziran 1, 2024

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T. Cumhuriyeti Başbakanı Davutoğlu da devlet adına: “Korkmadığını”, kimseden korkmayacaklarını, korkmadıklarını göstermek için her alanda savaşmaya hazır olduklarını ifade ediyor.

Dünyanın hiç bir ülkesinde savaş bu kadar amaçsız hale getirilmemiştir. Savaşla böylesine oynanmamıştır, böylesine gereksizleştirilmemiştir. Duran Kalkan’ın açıklaması ile ima edilen şey: Bu kış Kürtlere “zehir oldu”, savaşı baharda tırmandırarak “2016 baharını Kürtlerin baharı” yapacağı vaadinde bulunuyor.

Duran Kalkan’ın Kürtlere bu “bahar” vadi karşısında T. Cumhuriyeti Başbakanı: Korkmadığını göstermek, savaşmak için savaşacağını ifade ediyor. Bu kadar amaçsız bir savaş olur mu ya da savaşı bu kadar amaçsız bir düzleme indirgemek nasıl olur? Bir savaş bu konuma gelmişse yapılması gereken akıllıca şey: Savaşmak, savaşı tırmandırmak, sadece korkmadığını göstermek, savaşmak için savaşmak değil, bu savaşı bir an önce anlaşarak bitirmektir. Savaş can alıyor, kan ve gözyaşı döküyor, ocakları söndürüyor, ev yıkıyor, acı veriyor, ıstırap çektiriyor, yası matem oluyor, düşmanlık yaratıyor, insani değerleri imha ediyor. Söz konusu savaş bir sınıfın iktidarına son verip, yerine başka bir sınıfın iktidarını koymak için yapılmıyor. Bir ülkeyi işgal altından kurtarmak, bağımsız bir ülke yaratma amacı da taşımıyor. Birisi dünya çapında, devasa düzlemde, bugüne kadar eşine rastlanmamış bir yapı PKK; “2016 baharını Kürd'ün baharı yapmak” için, diğeri kocaman T. Cumhuriyeti devleti korkmadığını göstermek, “geleceğin varsa göreceğin de var” dercesine savaşa göğüs geriyorlar.

Böylesi korkunç bir savaşa ya sınıf iktidarı, ya da ülkeyi işgalden kurtarmak için olur verilir. Savaşın ucunda sınıf iktidarı ya da ülkenin kurtuluşu yok da, sadece kuru onur, gurur ve namus meselesi yapmak mutlak bir zaaftır. Hile hurda da katılsa Türkiye'de seçim var. Bir iktidarı, bu iktidar Erdoğan iktidarı olsa da devirmek için savaşa gerek yoktur. Erdoğan, iktidarını korumak için bir iç savaş çıkartmadıkça... Üstelik Erdoğan’ın iç savaş çıkartma çabasına “misilleme” adına fırsat vermemek de gerekir. “Öz ya da Özerk Yönetim” için de savaşa gerek yoktur. Söz konusu yönetimler belki bir sene geç, bir sene er olur, ama demokrasi mücadelesi ile edinilecek kazanımlardır. Zaten üniter devlet yapısı ile olmuyor, gitmiyor. Başta üniter devlet yönetiminin ana ülkesi Fransa ve Batı Avrupa ülkeleri olmak kaydı ile dünyada giderek öz, yerel ya da özerk yönetimlere doğru hızlı bir kayış var. Bu Türkiye için de kaçınılmazdır. Kaçınılmaz hale gelmiş olanı ona denk mücadele yöntemleri ile değil de savaşla almaya kalkmanın ne anlamı var?

Erdoğan’ın başlattığı, PKK’nin de “misilleme” ile katıldığı bu savaş olmasaydı, belki şimdiye kadar Öz Yönetim oluşmuş olmazdı, ama başta “anayasa komisyonu” olmak kaydı ile Türkiye'de tartışılan en yaygın konu haline gelmiş olurdu. Kaldı ki baharda barışı değil de savaşı tırmandırarak “2016 baharını Kürd'ün baharı” yapmanın herhangi bir güvencesi var mı? Kış “Kürd'ün kışı” yapılamadığına göre bahar nasıl “Kürdün baharı” yapılacaktır? Bunun bir garantisi var mı? Peki ya yapılamazsa? Kürt Halkına verilen “Kürt baharı” sözü ne olacaktır? Böyle bir olumsuzluk Kürt Halkında nasıl bir ruh hali yaratacaktır? Neden boyuna savaş, sadece ve ancak savaşla “bahar” vaadi? 7 Haziran'da halkların bir sel olup, yüzde on üç küsürle barajı Erdoğan’ın kafasına yıktıktan sonra: Silahı biraz geriye çekip,(silahlı güçleri çekmekten söz etmiyorum) söz ve karar hakkı halklara bırakılamaz mıydı? Erdoğan’ın her türden provokasyonuna rağmen silah yerine halkların demokratik gücü denenemez miydi?

Erdoğan’ın acelesi vardı, o yangından mal kaçırırcasına 7 Haziran sabahı savaş kararı zaten almıştı. PKK’nin ne gibi bir acelesi vardı? Ortam tümü ile demokrasi güçlerine ve demokratik mücadele alanına açılmıştı. Demokrasi güçlerine ve demokrasi mücadelesine zaman tanınmış olsa idi belki mücadele bugün farklı bir boyut kazanmış olabilirdi. Özgürlük Hareketi ve Türkiye halkları için böyle bir kazanım sürecine girilmişti, ama olmadı. Ya devlet? Devlet savsaklamalar, sahta kurnazlık yöntemleri kullanarak “çözüm” masasında Kürt Halkına madik atma, atamayınca da masayı devirmek yerine samimi bir yaklaşımla Kürt Halkının kendi kaderini tayın hakkı için taleplerine yanıt vermiş olsaydı, bugün Davutoğlu’nun “hiç kimseden korkmuyoruz” diyerek ne kadar korktuğunu ifade etmesine gerek kalmazdı. Sadece PKK’den ya da Duran Kalkan'dan değil, Putin’den, Rusya’dan korkması da gerekmezdi. Hatta PYD’den de bu kadar korkmasına gerek kalmazdı. Ankara’daki patlamadan sonra nefes nefese “PYD yaptı” paniğini yaşamasına da gerek duymazdı. Savaş, Erdoğan’a 1 Kasım seçimini kazandırarak kısa vadeli bir nefes aldırdı, ama çok şey de kaybettirdi. Suriye’yi, Rusya’yı, ABD’yi, hatta eski partnerlerinin tümüne yakınını kaybettirdi.

“Çözüm masasını” devirmeyip, PKK’ye savaş açmayıp da barışa yönelseydi, PYD’yi de, Suriye’yi de kaybetmeyecekti. Bugün Suriye’nin dışarıdan bir seyircisi değil, yön vericilerinden birisi konumunda olacaktı. PKK’ye savaş açarak, kazanacağını planlarken bir çok şeyini kaybetti. ”Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu”. PKK’ye oyun oynayayım derken yalancı pehlivanlar gibi kendi oyunu ile kendisi düştü. Dış politikası olduğu gibi çöktü. T. Cumhuriyeti Devletini kendisini terazinin bir kefesine, diğerine de PYD’yi koydu, onlarca yıllık müttefiklerine “ya ben, ya o” diyerek dayatmada bulundu. Onlarca yıllık dost ve müttefiklerinden “o” yanıtı almaları karşısından utanmadılar bile. PYD bugüne kadar Türkiye tarafına bir mermi bile sıkmamış olmasına rağmen “terörist” diyor, Cenevre toplantılarına katılmasını engellemek için elinden geleni yapıyor, düşmanca davranıyor. Nedeni PYD’nin Türkiye'ye karşı herhangi bir olumsuz eylemde bulunmuş olması ya da olmaması değil. Birincisi bir Kürt Örgütü olması, diğeri ise köhnemiş Türkiye ve bölge üniter devlet rejimlerinin alternatifi olan bir halk yönetimini üretmiş ve hayata uyarlamış olmasıdır.

Erdoğan Kürt düşmanlığı duygularını dışa vurdukça, kendisi gibi Kürt düşmanı yandaşlarının desteğini pekiştirmekle kalmıyor, MHP tabanının desteğini de alarak MHP’yi bölmeye, parçanın en büyüğünü almaya çalışıyor. O nedenle Kürt düşmanlığı sadece duygularını okşamıyor, yandaş da kazandırıyor. Ancak bu düşmanlık duyguları onu iflah etmiyor. Her geçen gün uçurumun dibine doğru biraz daha yaklaştırıyor.

Doğanın diyalektiği tarihin bazı kesitlerinde bilinci sosyal yaşamından gelen belli topluluklara, toplumsal ilerleme sürecinde çok önemli fırsatlar tanır. Kürt Halkı: Bölünmüşlük, zulme tabi kılınmışlık, toplumsal varlığına son verme gibi acı verici bir sosyal yaşamdan edinmiş olduğu sosyal yaşam bilinci ile tarihin bu zaman ve zemininde kendinin ve bölge halklarının kaderini belirleme konusunda insani bir sorumluluk üslenmiştir. Kürt Halkı sosyal yaşam bilincinin önderi APO’nun kuramı ile bütünleştirip, güçlü bir dinamizme büyüterek, sahip olduğu doku ve dengelerle çağımızın bu kesitinde bölgemizde kendi ve bölge halklarının geleceğine öncülük ediyor. Klasik sömürgecilikten kurtulma konusunda nasıl ki Namibya Halkı önderi Amirkal Kabral öncülüğünde Gine, Bisao, Mozambik vb. gibi halkların kurtuluşuna öncülük etmiş ise Kürt Halkı da bugün bölge halklarına öyle öncülük ediyor.

Metafizik kafa yapısına sahip Erdoğan ve ekibi doğa yasasının bu diyalektik olgusunu göremiyor ve göremezler de. Ama “ya ben, ya o” diye dayatmış olduğu müttefikleri ve “iki pilot için Türkiye gibi bir dostlarını kaybettiler” dediği eski dostu Rusya, tarihi sürecin bu gerçekliğini görüp “o” diyerek Kürt dinamizmini tercih ediyorlar. Beyni İmam Hatip’in örümcek ağı ile örülmüş olan Erdoğan: Müttefikleri ve eski dostlarının kocaman Türkiye Cumhuriyeti devleti karşısında PYD gibi bir örgütü neden desteklediklerine bir türlü akıl erdiremiyor. Bu aklı ile PKK’yi yenip, Kürt dinamizmini yok edeceğini sanıyor. O nedenle de habire savaşı tırmandırıyor. “Korkmuyoruz” diyerek korku savaşını körüklüyor.

Hitler Almanyası, Japonya, İtalya gibi savaşın gölgesine sığınan, savaşı kurtuluş olarak gören bütün savaşkanların savaşa yenik düştükleri gibi, Erdoğan ve ekibinin de savaşa yenik düşeceğine kuşku yoktur. Önemli olan savaşan bütün tarafların bu tarihi gerçekliği görerek savaşı değil, barışı körüklemeleridir.

Teslim TÖRE
28 Şubat 2016

 

44097

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Sayfalar