Perşembe Mayıs 16, 2024

DERYA’YA… Mesil DEMİRALP

 

Bazı insanlar hayatımızdan öylece çekip giderler, bazılarıysa geçip giderken hayatlarımıza dokunur dokunuşlarıyla iz bırakır, zenginleştirir bizi…. Özgür yarınlara dair umudumuzu büyütür. Derya işte bu iz bırakan, bıraktığı izle zenginleştiren insanlardandı

Onu 2003 yılında tutuklu bulunduğum Bingöl zindanından tedavi için götürüldüğüm Bakırköy zindanında tanıdım onu. Ring aracı ile yaptığım iki günlük bir yolculuğun ardından bileklerimde kelepçe izleri, yüreğimde yeni dostlar, yoldaşlar görecek olmanın heyecanıyla aramalardan, kapılardan yorgunluğumu unutarak geçmiş ve sonunda farklı yapılardan onlarca kadın tutsağın olduğu bölüme varmıştım. Parmaklıklı kapının önünde gardiyanın beceriksizce kapıyı açmasını beklerken, kapının öte yanında önceden tanıdığım ve tanımadığım yüzler birikiyor. Kapının açılmasını beklemeden ellerini uzatıp sabırsızca merhabalaşıyor, yoğunlaşan seslerle beraber koğuşlardan koridorlara çıkanlar artıyor. Kapı nihayet açılıp yanlarına geçtiğimde sarılıyoruz birbirimize. Tanımadıklarım uzanırken kendilerini tanıtıyor, farklı kurumlardan olanlar isimleriyle beraber örgütlerini de ekliyor.

Ağır ağır ilerliyoruz kendi örgütümden arkadaşlar önünden geçtiğimiz koğuşlarda hangi örgütlerin kaldığını söylüyorlar, kendi koğuşumuza yaklaşırken bitişikteki koğuştan gülen yüzü, bukleli saçlarıyla biri çıkıyor; “Hoş geldin, geçmiş olsun, ben Derya” diyor, yanımdaki arkadaşım “Derya heval” diye ekliyor. Memnun olduğumu belirtiyorum. Derya “yorgunsun dinlen, daha buradasın, konuşuruz” diyor. Tedaviye gelenlerin hemen dönemeyeceğini bilenlerin tecrübesiyle. Sesinde, yüzünde samimi, coşkun bir tını var, sımsıcak sarıyor insanı. Hemen yanımdaki arkadaşıma dönüyor bakışları Derya’nın ve “kapıda, aramalarda bir sorun, sıkıntı olmuş mu, yapılacak bir şey ya da bir ihtiyaç var mı?” diye soruyor. Hemen anlıyorum uygulamalara karşı devrimci dayanışma olduğunu. Arkadaşım Derya ile konuşurken diğer arkadaşlarım beni koğuşumuza götürüyor. “Derya Partizan dostların temsilcisi mi?” diye soruyorum arkadaşlara “öyle de denebilir, Derya buradaki tek. Arkadaş yan koğuşta başka örgütten arkadaşlarla birlikte kalıyor” diyorlar. O an bu cevap beni etkiliyor, tek başına olsa da kendi örgütsel temsilini, duyarlılığını böyle belirgin ve güvenle taşıması… Yeni duruma adapte olmaya çalışan zihnim daha sonra ele almak üzere bir tarafa itiyor bu bilgiyi… Önceden tanıdığım arkadaşların özlemi, aradan geçen yıllara dair soruları, yeni tanıştığım arkadaşlarımınsa tanıma merakı ve yolculuğun ardından ihtiyaçları karşılama, dinlendirme telaşı birbirine karışıyor. Bir-iki hafta sürmesi beklenen konukluğum üç aya uzuyor.

Bir–iki günlük dinlenme, tanışma vs derken uzun volta ve eşlik eden uzun sohbetler başlıyor. Voltada ısınan sohbetler koğuşlar da çay eşliğinde demleniyor. Birbirimize alıştıkça ilk karşılaşmada Derya’nın bıraktığı izlenim zihnimin odalarından çıkıyor yeniden ve ben anlamlandırmak için gözlemlemeye, tanımaya çalışıyorum. İşte böyle başlıyor Derya can ile tanışmamız… Sonra başta zindanda yolumuz kesişse de asıl onu tanımam 2003’teki Bakırköy zindan sürecidir.

Derya o zamanlar zindanda eski sayılmazdı. Ama disiplinli yaşamı, iradeli duruşuyla etkilemişti beni. Kendi örgütünden başka yoldaşları yoktu o zindanda ama, Derya dostluklar büyüten biriydi. Ve ayrılıkların ya da birlikteliklerin fiziki bir olgu olmadığının bilinciyle yaşayan biriydi. Durmadan okur ve yazar, araştırırdı. Yoldaşlarından, halkından ayrı düşürülmüştü ama o fiziki ayrılığı aşmış yüreğinde yaşıyordu ayrı düştüklerini. Mektuplarla yoldaşlarına doğru yol almak üzere oturduğunda yüreğindeki coşkun, sevgi sevinç yüzüne yansırdı. Ne zaman yüzünün o ifadesini yakalasam “Derya yine ne oldu?” derdim ve o an sanki yazıştığı yoldaşı yanındaymış da bizi tanıştırıyormuş gibi hissettiren ifadesiyle “genç yoldaşımıza bir anımızı anlatıyordum” ya da “yoldaşım bir şey sormuşta onu cevaplıyordum” derdi. Aynı şekilde üzüntüsü, öfkesi de yansırdı. Yazarken sıkıntılı, öfkeli bir ifade belirirdi yüzünde. Bir sıkıntı olabilir düşüncesiyle, biraz da o sıkıntıyı dağıtmak adına “Derya mektup mu yazıyorsun, yazdığın kişiyi dövmeye mi gidiyorsun?” diye takılırdım. “Yok, heval zindan uygulamaları canımızı sıkıyor, F tiplerde yoldaşlarımı arama adı altında soymak istemişler, yoldaşlar direnmiş ama kötü darp etmişler yoldaşları” derdi.

Ve o an Derya bir yanıyla düşmana kin kusarken, öfke kusarken, öteki yanıyla yoldaşlarının yarasına dokunuyor, sağaltıyormuş gibi hissettirirdi. Gözünüzde bir çatışma anı canlandırın; bir yandan savaşan, bir yandan yaralılara koşan, çatışma ortasındaki bir insan nasılsa Derya öyleydi. Zindan onun için yeni bir mücadele cephesiydi. Ve o bulduğu her yolla mücadele ediyor, kendini mektupları ziyaretlerle dostlarına, yoldaşlarına halkına ulaştırıyor. Yüreğinin devrim ateşini, mücadele ateşini paylaşıyor. Sadece öğreten, anlatan değil, açlıkla öğrenme isteği çabası olan, dinleyen biriydi. Sabırla dinginlikle okur ve sohbet ederdi.

Ayaklarında şişmelere neden olan rahatsızlıklar vardı ve bu onun uzun süre ayakta kalmasını engellerdi. Derya kendini her durumda üretmeyi bilirdi. Ne zaman ayaklarındaki şişmeler artsa da bu durumla dalga geçer, Kızılderelilerden ödünç adlarla “bugün oturan boğa modundayım” ya da “düşünen kartal” der gülerdi. Ama rahatsızlık asla moral bozukluğuna yol açmazdı. Gerillaya gittiğini duyduğumda şaşırmamıştım ama ayaklarındaki sorun aklıma gelmiş, ardından da hemen Derya’nın “doktorlar çözemedi bu mereti ama ben biliyorum dağlar her derde deva” deyişi aklıma gelmişti.

Derya’ya dair çok şey söylendi, kuşkusuz daha çok şey söylenebilir. Zira Derya öylece geçip gidenlerden değildi. Ama Derya’da beni asıl etkileyen şey o ilk günkü karşılaşmadan itibaren gözlemlediğim örgütlülük düzeyi oldu. Çoğu zaman bir örgüte üye olmakla, örgütlü olmak eş anlamlı ele alınır. Ama bir bireyi asıl örgütlü diye tanımlamamızı sağlayacak şey, o bireyin kendi iç örgütlülüğünü sağlama düzeyidir. Birey olarak kendi duygu ve düşüncelerini örgütleyememiş, bu temelde zamanını, yaşamının disipline edememiş, birey örgütlü bir yapının içinde yer alsa dahi güçlü, fark yaratan bir varlık gösteremez.

Aksi durumda ise, örgütlü bireyin iradeli katılımı söz konusu olur ki, bu da dahil olduğu devrimci yapıda gerçekten fark yaratan, rastgelelikten uzak, devrimci sorumlulukları taşıyabilen bir duruşu açığa çıkarır, tek başınayken de inandığı tüm değerleri şahsında temsil edebilir. İşte Derya, o zindanda tek başınayken bile gerek farklı yapılar içinde, kendi örgütünün temsilini yapabilme düzeyiyle gerek, zamanı, yaşamını planlama, disipline etme düzeyiyle, gerek halka yoldaşlarına, ulaşma düzeyi ve çabasıyla olsun, gerekse de bulunduğu yerde insanlarla ilişki düzeyi olsun… Her anlamda örgütlü bir duruşun sahibi oluşuyla etkilemişti beni.

Bir kadın olarak örgütlü olmanın farkındalığını yaşıyordu. O zamanlar “hata yapma korkusu” ya da “arayış, gelişme sancısı” diye düşündüğüm ama tam adını koyamadığım gözlemlerim vardı Derya’ya dair. Konuşamadık öyle kaldı. Beşler’e dair yazılan kitapta Derya’ya dair bölümü okurken Bakırköy’deki gözlemlerim anlam buldu. Zira anladım ki Derya canda her devrimci gibi kendiyle verdiği savaşlardan çıkmıştır. Bir devrimciyi güçlü kılan kendiyle, kendindeki sistem etkileriyle savaşma cesareti gösterebilmesidir. Derya cesur bir savaşçıydı, cesur bir kadındı. Ona anlattığım gerilla anılarımı merakla, can kulağıyla dinlerdi. Onunla Kürdistan dağlarında bir gün yeniden buluşmayı düşlerdik, ama olmadı.

Yine de Beşler’e dair kitaptan Derya’nın o dağları yaşamış olmasına, orada Hevallerimle geliştirdikleri dostluklara satırlar boyu tanıklık ettim. Gerek Derya’nın gerek, onunla birlikte ölümsüzleşen canların birer devrimci kadın olarak yakaladıkları örgütlülük düzeyi, özgürlük düzeyiyle bir kadın olarak gurur duydum. Bugün toplumda kadının karşı karşıya kaldıklarını, emekçilerin, ezilenlerin maruz kaldıklarını düşündüğümüzde, buna sessiz kalmayıp, özgürlüklerden yana tavır alan, bu temelde gerçekleşen her yolculuk çok değerlidir, anlamlıdır. Ama bu tavra sahip olan kadın ise bu çok daha anlamlıdır. Beşler de tavırsız kalmayan, kendilerine dayatılanı kader olarak kabul etmeyip, yola düşenlerdendiler. Kendi yaşam deneyimlerinden, topluma dayatılan her türlü ölümden dirim yaratan, diriliş yaratan kadınlardı.

Erkek egemen dünyada kadına alan açan her adım, kadın mücadele tarihinin mirasıdır, deneyim ve birikimidir. Dünden bugüne birikimlerin zenginleştiriciliyle yürüdük, yürüyoruz. Rosalardan Saralara, Beşlere… Bu miras hep büyüdü ve bütün bu kadınlar şahsında devrimciliğin, halkların kardeşliğinin, erkekle yoldaş olmanın, yan yana yürümenin anlamına varmak mümkün. Kendilerinden öncekilerin yolunda yürümeyi, İboların, Denizlerin, Mazlum-Kemallerin mirasını da devralarak yürümeyi bildiler. Mücadelede öncülük ederken kimsenin arkasında, önünde yürümeyi değil, yan yana, omuz omuza mücadele etmenin yüceliğine inandılar, inandıkları gibi tevazuuyla yaşadılar.

Zamansız erken gidişleriyle hem büyük acı, hem de büyük sorumluluk yüklediler hepimize. Ama o sorumluluklarda, acıyla da baş etmenin yolunu gösteren duruşlarını kılavuz bırakarak gittiler. Anılarını, deneyimlerini kılavuz edineceğimizi belirtiyor Beşler şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla, minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Devrimci selam ve saygılarımla… (Mesil DEMİRALP

 

68987

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

Sayfalar